8 Nisan 2017 Cumartesi

Suçlu avına çıkmak

İslam’da korunması gereken beş temel esas vardır. Bunlar: dinin, aklın, malın, canın ve neslin korunmasıdır. İnsanlığın temel hak ve hürriyetleri de denebilir. İnsanların sağlıklı ve güven içerisinde yaşayabilmesi için insanlığın olmazsa olmazıdır.

Bu beş temel esası korumak için İslam bu suçu işleyenlere ağır müeyyideler koymuştur, caydırıcı olsun diye. Bazıları bu cezaları duyunca hemen İslam dininin ceza anlayışını eleştiri konusu yapmaktadır. Cezalardan amaç caydırıcı olmasıdır. Geride kalanlara ibret olsun demektir. İslam’ın ceza anlayışındaki hikmeti anlayabilmek için devletlerin ceza yasasında gerekli düzenlemeleri yapmasına rağmen suçların bir türlü önüne geçemediği, insanların suç makinesi gibi olduğu göz önüne getirilirse İslam’ın ceza vermedeki mantığı daha iyi kavranılmış olur. Nesli fesada uğratan, aile yapısını bozan ve neslin sağlıklı bir şekilde gelmesinin önüne geçen zinayı da neslin korunması için  İslam dini yasaklar. Hatta bırakın zina etmeyi, “Zinaya yaklaşmayın” diyerek işin ciddiyetine işaret etmektedir. Zina edenlere yüz sopa vurma ayeti gelmeden önce Tevrat’ın hükmüne göre peygamberin recim cezasını uyguladığına dair hadis kaynaklarımızda rivayetler vardır. Aşağıda peygamberin uyguladığı iki recim cezası uygulaması okuyacaksınız.

Mâiz b. Mâlik, Hz. Peygamber'e gelerek "Beni temizle" dedi. Hz. peygamber "Yazık sana, çık git, Allah'a tövbe ve istiğfar et" buyurdu. Mâiz, pek uzaklaşmadan geri döndü ve "Ey Allah'ın Resulu! Beni temizle" dedi. Hz. Peygamber aynı sözlerle üç defa daha geri gönderdi. Dördüncü ikrarında "Seni hangi konuda temizleyeyim?" diye sordu. Mâiz; "Zinadan" dedi. Hz. Peygamber "Bunda akıl hastalığı var mıdır?" diye sordu. Böyle bir rahatsızlığı olmadığını söylediler. "Şarap içmiş olabilir mi?" diye sordu. Bir adam kalkıp içki kontrolü yaptı. Onda şarap kokusu tespit edemedi. Hz. Peygamber tekrar "sen zina ettin mi?" diye sordu. Mâiz "Evet" cevabını verdi. Artık emir buyurdular ve Mâiz recmedildi. Recimden sonra onun hakkında sahabiler iki kısma ayrıldılar. Bir bölümü Mâiz'in helâk olduğunu, başka bir grup ise onun en faziletli tövbeyi yaptığını söylediler. Bu farklı yaklaşım üç gün sürdü. Daha sonra yanlarına gelen Resulullah (s.a.s) "Mâiz b. Mâlik için dua edin" buyurdu. "Allah Mâiz'e mağfiret eylesin" dediler. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Mâiz öyle bir tövbe etti ki, bu tövbe bir ümmet arasında paylaştırılırsa onlara yeterdi" (Müslim, Hudûd, 22)
*
Mâiz'in recmedilmesinden kısa bir süre sonra Ezd kabilesinin Gâmid kolundan bir kadın geldi ve "Ey Allah'ın elçisi! Beni temizle" dedi. Hz. Peygamber "Yazıklar olsun sana. Çık git, Allah'a tövbe ve istiğfar et" buyurdu. Kadın dedi: "Beni, Mâiz'i çevirdiğin gibi geri çevirmek istiyorsun" Hz. Peygamber, "Sana ne oldu?" diye sordu. Kadın kendisinin zinadan gebe olduğunu söyledi. Bunun üzerine "Sen mi?" buyurdu. Kadın "Evet" dedi. Hz. Peygamber "Doğuruncaya kadar git" buyurdu. Kadının bu arada geçimini Ensar'dan bir adam üstlendi. Daha sonra Hz. Peygamber'e gelerek; "Gâmidli kadın doğurdu" dedi. Çocuğun bakımını da Ensar'dan birisi üzerine aldı ve kadın recmedildi" (Müslim, Hudûd, 22, 23, 24; Ibn Mâc'e, Diyât, 36; Mâlik, Muvatta', Hudûd, II). Başka bir rivâyette, çocuk sütten kesilinceye kadar emzirmesine izin verildiği, nakledilir. (Enfal.de)

Hadisleri dikkatlice okursak beş temel ilkeden biri olan neslin korunmasıyla ilgili cezayı uygulamamak için peygamberimizin -tabir yerinde ise- ipe un sermeye çalıştığını görüyoruz.

Günümüze gelirsek hem devletin hem de çoğu kimsenin suçlu bulmak, suçlu aramak, suçluya cezasını vermek için kılı kırk yardığını görüyoruz. Üstelik çok da iştahlılar. Suçlu yakalandıkça sevinçten dört köşe oluyorlar. Oturduğu yerden suçlu tarifi yapıyor, hatta eliyle gösteriyor; alın götürün, cezasını verin dercesine. Suçlu avına çıkılıyor. Hem hakim, hem savcı rolüne bürünerek. Üstelik peygamberin, uyguladığı recim cezalarından sonra “Onlar için dua edin” dediğini unutarak ya da görmezden gelerek hiç de üzüntü duymuyorlar. Yazık gerçekten, çok yazık! Umarım el ile gösterilen suçlular gerçek suçlulardır...08/04/2017

Mevzuata uygun ölmek ister misin?

“Belli bir konuda yürürlükte bulunan yasal düzenlemeler…bir ülkede yürürlükte bulunan yasa, tüzük, yönetmelik, kararname vb.nin tümü” demektir mevzuat. Bir ülke yönetiminin olmazsa olmazıdır. Bu yüzden mevzuat olmalıdır. Yoksa kaos ve kargaşa eksik olmaz yönetimlerde. Fakat mevzuat hep halkın ve olayların önünden giden olmalıdır. Arkada kalırsa çözüm yerine ayak bağı olur. Hiçbir anlamı kalmaz. Hatta sıkıntı verir. Hele bir de hiç inisiyatif alamayan gölgesinden korkan bir bürokratın elinde olursa böyle bir mevzuat. Ölürsün de ağlayanın olmaz. Çünkü hiçbir yarana merhem olmaz.

Mevzuatın ne olduğunu anlatmaya çalışacağım ama ne kadar da anlatsam aşağıdaki fıkra gibi anlatamam. Birlikte okuyalım. (Fıkrayı sanal alemde paylaşan Mehmet CÖMERT’e teşekkür ederim.)

“Bir bürokrat görevi gereği, emrinde çalışanları yerinde görmek, denetlemek için Şehir'den Kasaba'ya doğru gidiyormuş. Yolda bir köyde, sulak ama bataklık bir yerde mola vermiş, nasıl olmuşsa ayağı kayıp bataklığa düşmüş.
"İmdat" diye bağırmış.
"Boğuluyorum. Kurtarın beni!"
O civardan geçen bir köylü, sesini duyup yaklaşmış.
Bürokrat, "Bataklığa düştüm. Kurtar beni!"
Köylü, "Geçmiş olsun" demiş
Ama kurtarmak için hiç gayret göstermiyor.
Hani neredeyse dönüp gidecek.
Bürokrat paniklemiş ister istemez,
"Lütfen" diye yalvarmış.
"Bir dal uzat. Kurtar beni!"
Köylü, "Olmaz" demiş.
"Sen şu anda Hazine toprakları üzerindesin.
Hazine malından bir şey almak suçtur!"
"Sen, dalga mı geçiyorsun" diye bağırmış
Ağzına dolan çamurlarla bürokrat
"Ölüyorum. Kurtar beni!"
Köylü hiç istifini bozmadan cevap vermiş.
"Ben Hazine'den mal alıp suçlu duruma düşemem.
Fakat, seni böyle bırakacak değilim.
Gidip muhtara haber vereceğim.
O kaymakama, kaymakam da valiyi arar mutlaka.
Malmüdürüne talimat verilir.
Şayet, Hazine arazisi değilse,
İtfaiyeye talimat verir ve seni kurtarırlar..."
"Yahu" demiş bürokrat,
"Bunlar oluncaya kadar ben ölürüm."
Köylü gülmüş.
"Ben ölmezsin demiyorum ki" demiş.
"Ölsen de, mevzuata uygun ölürsün!"...”


Allah kimseyi bu fıkrada olduğu gibi mevzuata uygun ölmeyi nasip etmesin, herkese hayırlı ömürler versin. 08/04/2017

Cuma Mesajları

Haftada bir telefonumdan uyarı gelir: Telefonunuzda güncellenmeyi bekleyen programlar var. Hafızanız dolu olduğu için güncelleme yapılamıyor diye. Kullandığım ve işimi gören programların nesini güncelliyorlar. Bunu da anlamış değilim ama neyse. Derdim şimdi bu değil.

Derdim telefonumun hafızasının dolması. İçinizden bu da sorun mu? Alırsın bir hafıza-bellek, olur biter diyebilirsiniz. Onu da alıp taktım. Üstelik 32 gb. Fakat telefonun özelliğinden midir bilmem. Telefonuma gelen her türlü bilgi, doküman ve belge dahili bellekte depolanıyor. Bilgisayar mı bu, bu kadar belge ile işin ne diyebilirsiniz? Belge dediysem fotoğraf. Yani belirli günler için özellikle cuma günler adına gönderilen, "hayırlı cumalar" mesajları.

Bir hafta on gün geçti mi, gelen fotoğraf görünümlü mesajlar telefonun belleğini dolduruyor. Sık sık gelen hafızanız dolu uyarısından sonra işi-gücü bırakıp gelen cuma mesajlarını silmeye oturuyorum. Üstelik bu defa telefonumdaki tüm fotoğrafları da silerek hafızayı sıfırladım. Artık bundan sonra dostlar rahat bir şekilde cuma mesajları gönderebilirler.

Sağ olsun, eş-dost bıkıp usanmadan haftada bir cuma ile ilgili hayır dileklerini gönderirler bana. Dertleri benim cumamı mı kutlamak, yoksa belleğimi mi doldurmak...bunu da anlamış değilim. Tek mesaj gönderse yine gam yemeyeceğim. İyi dilek ve temennileri hem whatsapp, hem mesaj yoluyla geliyor. Anladığım kadarıyla kime ne gönderdiğini bilmiyor. Telefonundaki kayıtlı herkese aynı anda gönderiyor. Bazıları ile aynı zamanda whatsapp grubumuz var. Aynı mesajı hem whatsapp grubundan hem de özelden gönderiyor. Telefonun aynı anda iki defa gönderme özelliği yoksa öyle zannediyorum, filtrelemeden, kime gönderdiğine bakmadan bulduğu hayırlı cumalar şablonunu gönderiyor. Üstelik perşembe akşamından başlıyor bu tip mesajlar gelmeye. Bu adam gece yatacak mı falan demeden gece boyunca gelmeye devam ediyor. Telefonu kapatamıyorum da…olur ya ölüm-kalım, önemli bir durum olur, eş-dost ulaşabilsin diye. Tam yatıyorsun hemen bir mesaj. Hayırlar getire! İnşallah ölüm-kalım olmaz deyip kalkıyorsun: Gelen cuma mesajı. Beni hiç yanıltmadı bu zamana kadar. Bir gün gelen cuma mesajıdır diye kalkıp bakmayacağım. O zaman da önemli bir haberleşmeyi atlamış olacağım.

Dert edindiğine bak. Adam senin iyiliğini istiyor. Ha gelsin diyebilirsiniz. Haberleşmeyi, hayırlaşmayı, hal-hatır sormayı, anmayı ve anılmayı severim. Ama gelen mesajların çoğu sanal alemden kes-kopyala-yapıştır marifetiyle elde edilenler. Kişilerin doğru-yanlış kendi ürettikleri bir şey olsa, onu gönderse inanın daha çok sevineceğim. İnternete bakınca güzel cuma mesajları diye sayfalar bile var. Yani bana gelen mesajların ekseriyetini sanal alemden kendim bulabiliyorum. Üstelik bu tür mesajlar telefonumun hafızasını da doldurmuyor. Yine bu konuda da hazırcıyız. Kendimiz bir şey üretmiyoruz. Başkasının hazırladığını gönderiyoruz… bunu da anlamadım gitti. Kimse kusura bakmasın, bana bu şekil gelen mesajlar kuru ve bayat geliyor. Eskiden eşe-dosta mektup göndermek için çizgisiz kağıt ve zarf alır, içini içimizden geldiği gibi tükenmez veya dolma kalemle doldurur, göndermek için postaneye götürürdük. Bayramlar geldi mi postanenin önünde satışa sunulan kartpostal veya bayram tebriklerinden göndereceğimiz kişi sayısınca alıp arkasını el emeği göz nuru ile doldurur, postalardık. Kendimize de bu şekil geldiğinde dünyalar bizim olurdu. Şimdiki anma, hatırlama, hayırlar dileme sanaldan olduğu için midir bana duygulu anlar yaşatmıyor, soğuk geliyor. Çünkü gelen mesajlarda ne adım var, ne de soyadım. Hal-hatır sorma yok. Başkasının ürününü bana gönderme var. Üstelik bir defa basılan ‘gönder’ tuşuyla. Bazıları bu işi rutine bindirdi. Hiç şaşmıyor. Eskiden mesajların bir maliyeti vardı, şimdi o da yok. İşi de yok sanırım. Oturup kalkıyor mesaj gönderiyor. Hele bazılarının başkasından gelen mesajı yönlendirmesi yok mu? İnsan altındaki başkasına ait ismi siler bari gönderirken.

Bu şekil hayır dileklerini mesaj gönderenler twitter veya facebooktan bir sayfa oluştursa veya whatsapp marifetiyle durum denilen yerden paylaşsa aslında daha iyi olur. Hem bu vesileyle daha fazla kişiye ulaşma, daha fazla kişinin görme ve faydalanma imkanı olur. Bana gönderdiğine göre acaba benim cuma ile ilgili bir sorunum var da beni yola mı getirmeye çalışıyor diye düşünmeden edemiyorum bazen. İnanın cumaya gidiyorum, hiç kaçırmıyorum. Cumasız falan değilim. Üstelik cumayla ilgili sorunum da yok. Seksenlerden sonra “Bu ülkede Cuma kılınır mı kılınmaz mı” tartışmalarının olduğu dönemde “Bu ülkede cuma namazı kılınmaz” zehabına kapılarak birkaç hafta cumaya gitmediğim onun yerine öğle namazını kıldığım olmuştur. Bu yanlıştan çabuk döndüm. Seferi olduğum zamanlar da bile cumaları kaçırmamaya çalışıyorum. Eğer dostların böyle bir düşüncesi varsa vazgeçsinler bundan. İsterlerse cuma namazını kılarken bir selfi çekip sanal alemden paylaşayım. Şimdi saçmaladın diyebilirsiniz. Kusura bakmayın, saçmaladığım falan yok. Sadece bu konuda ne yapacağımı bilemiyorum.

Sonuç olarak, eş-dost bana cuma veya bir başka gün adına mesaj göndereceklerse kendi el emekleri, göz nurları olsun. Başımın üstünde yerleri vardır. Gece gündüz gönderdiklerini okumaya hazırım, hem de bıkmadan usanmadan. Umarım derdimi anlatabilmişimdir. Anlatabildiysem ne mutlu bana! Yok, anlatamadıysam zaten anlaşılmamak benim kaderim. Çekerim yine çekmesine. Kaderim der devam ederim yoluma. 08/04/2017