27 Şubat 2017 Pazartesi

'Karargâh rahatsız' *

Anlaşılan huylu huyundan pek vazgeçmiyor. Hani bizde: “Bir insan yedisinde ne ise, yetmişinde de odur” denir ya. İşte  bu cümleyi şimdi: “Bir zihniyet geçmişte ne ise şimdi de o” şeklinde değiştirmek lazım. Yukarıdaki başlık çağın dışında kalmış, kelaynak kuşları gibi demode olmuş bir zihniyetin bilinçaltını göstermektedir. Anlaşılan zaman zaman kendilerini darı ambarında sanıyorlar, halüsinasyon görüyorlar. Gayzlarından çatlıyorlar.

'Karargâh Rahatsız' başlığının “Genç subaylar rahatsız” manşetlerinden bir farkı yok. Bu sürmanşetlere milletin karnı tok. Bu tür haberlerle neyin amaçlandığını herkes biliyor. Eskiden bu tür haberlerle hükümete ültimatom ve gözdağı verilir, ayağını denk alması amaçlanırdı. 27 Nisan e-muhtırası ile denendi bu. Hükümet yemedi. Ardından içimizden devşirdikleriyle dış destekli olarak 15 Temmuz’da bir kalkışma yaptılar. Beceremediler. Son vuruşlarıydı bu. Tüm dünya gördü bunu canlı yayında. Destek veren Avrupa bir ay boyunca kendisine gelemedi. Gecenin ilk saatlerinde Reuters Ajansının ağzının suyunu akıtarak verdiği “Türkiye’de asker yönetime el koydu” haberi son sevinçleri oldu. Dünya bir milletin tanka, tüfeğe, F-16’ya karşı nasıl direndiğini, ölümü göze aldığını ve hatta öldüğüne şahit oldu. Aylarca demokrasi nöbetleri tutan milyonların meydanlarda sabahladığını da… Ölümü göze alan bir millete değil siz, dünya bir araya gelse hatta “En kesif orduların yükleniyor dördü beşi” durumu da olsa vız gelir, tırıs gider.


Birileri bunlara “Geçti Bor’un Pazarı, sür eşeğini Niğde’ye” demeli. Artık bu tür haberlerle milleti dizayn etme, hükümete ayar verme dönemleri geride kaldı. Hala bıraktığımız yerde otluyorsunuz, biraz kendinizi geliştirin, bu tür haberlerle bal-börek yeme döneminiz geride kaldı, millet gözünü açtı, gerçek askerimiz de rahatsız değil, o sizin hüsnü kuruntunuz, demesi lazım. Eskiden “Genç subaylar rahatsız” başlığını atanlar bu ülkede taltiflenir, milletvekili  yapılırdı. Şimdi tu kaka yapılıyor artık. Beyhude çaba bunlar. Yormayın kendinizi.

 

“Karargah rahatsız” haberinin askeriyede başörtüsünün serbest bırakılmasının ardından yapılmış olması yine bilinçaltlarındaki başörtüsüne karşı düşmanlıkların dışa vurumudur. Başörtüsünü görünce kırmızı görmüş boğa gibi oluyorlar. Böylelerine tıpkı Akif gibi: “Bacımın örtüsü batmakta zalimin gözüne/Acırım tükürüğe billahi tükürsem yüzüne” demek lazım. Gerçek askerin bu milletin değerleriyle derdi ve meselesi olamaz. Şayet bu ve başka konuyla ilgili varsa bir sıkıntısı askerin, derdini bir üst amirine iletmesi gerekir. Yok “Karargah rahatsız” derken askeriyenin içinde kalmış darbelere özlem duyan birkaç muhalifin rahatsızlığı ise bu, bu tipler rahatsız olmaya devam etsin. Çünkü bu tür hastalığın  tedavisi yok. Biz derdimizi alışkanlık gereği askeri kullanarak yapıyoruz derseniz, biraz medeni cesaretiniz olsun, silahın arkasına sığınmayın, mert olun. Çıkın ortaya. Biz darbe çığırtkanlığı yapıyoruz. Bizimkisi bir özlemdir, çok görmeyin, eski bir alışkanlık, deyin. Bu hareketiniz daha medenice olur. Prim yapmaz ama olsun. Görüş görüştür. Askerin hem Güneydoğu’da hem de Suriye’de varlığını iyice hissettirdiği bir ortamda bu tür aslı astarı olmayan konuları haber yapmak veya askeriyenin içindeki birkaç muhalif görüşü manşete taşımak vatanperverlikle bağdaşmaz.

 

Huylu huyundan vazgeçmez biliyorum ama bu milletin kadir ve kıymetini bilin. Hala bu millet, bu darbe kışkırtıcılığınıza ekmek veriyor ya. Helal olsun bu millete. Hoşgörüsünü kötüye kullanmayın. Yoksa sığınacak bir ülke bile bulamazsınız, haberiniz olsun. 27/02/2017

* 01/03/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Pardona Pardon!

Kelime takıntım yok normalde. Önemli olan meramın anlaşılır şekilde anlatılmasıdır. Kelimenin hangi dilden geçmesi de önemli değil. Yine de kelime seçiminde kendi dil ve kültürümüze uygun kelimeleri seçip konuşmaya çalışırım.

Dilimize Fransızcadan geçen ve özür dileme anlamına gelen 'pardon' kelimesi nedense hep kulağımı tırmalar. Bana bu kelime özür dileme gibi gelmiyor. Sanki öylesine söylenmiş, içten olmayan yüzeysel bir kelime gibi gelir bana. Günümüzde büyük-küçük herkesin özellikle gençlerin dilinde çok yaygın olarak kullanılmakta. Bu kelime de -sanırım dilimizi Arapça kelimelerden kurtarmak için- Cumhuriyet'in ilk yıllarında Fransızca'dan dilimize aktarılan sözcüklerden biri olsa gerek.

Türkçemiz zengin bir dil olmasına rağmen bizde karşılığı olmayan kelimeleri bulmak için TDK'nın yeni kelime türetmesi, bu mümkün değilse diğer dillerden dilimize yakın olan bir kelimeyi  alternatif olarak önermesini  uygun bulurum. Yüzyıllardır dilimize geçmiş ve Türkçeleşmiş 'affedersiniz, kusuruma bakmayın, özür dilerim, hata ettim, kabahatliyim...' gibi kelimelerimiz varken sanki kelime kıtlığı çekiyormuşuz gibi Fransızcadan 'pardon' kelimesini transfer etmeyi manidar bulurum, doğru bulmam. Bunun altında bir Çapanoğlu ararım. O günün elitlerinin Fransızca hayranı olduğunu düşünürsek sanırım mesele anlaşılır. Ülkeyi Arap alfabesinden kurtardıkları(!) gibi dilimize geçmiş, bizden bir parça olmuş kelimeleri de değiştirmek için epey bir çaba sarf etmişler anlaşılan. Özür, kusur… gibi kelimelerin Arapçadan dilimize geçtiği gibi Fransızcadan da pardon kelimesi geçmiş. Artık bu kelimeleri ne Arapça ne de Fransızca olarak görmek lazım.

‘Pardon’ kelimesini diğerlerinden ayırmamı yadırgayabilirsiniz. Hatta çok da ince düşündüğümü ifade edebilirsiniz. Fakat oldum olası bu pardon kelimesine ısınamadım gitti. Özür dilemek anlamında düşünemiyorum. Mesela biri ayağınıza mı bastı. "Pardon" demek suretiyle "Ayağınıza tam basamadım, bir daha ki sefere tam basarım, es geçmem" demek gibi geliyor bana. Zaten pardon diyen yüzüne bakmadan yoluna devam edip gidiyor. Pardonunu kabul edip etmemen çok da önemli değil zaten onun için. ‘Özür dilerim, kusuruma bakma’ demeyi daha samimi bulurum. Zaten özür dileyenin üzüntüsünü yüzüne bakınca da anlayabilirsiniz. İstemeyerek bir hata yapıp ‘pardon’ diyene ‘Özrün kabahatinden büyük’ demek lazım.

Özür dilemek çoğumuzun zoruna gidiyor. Geçmişte birbirleriyle kavga eden öğrencileri barıştırmak istediğim zaman haydi birbirinizden özür dileyin dediğimde “Hocam! Ben özür dileyemem. Benden her şeyi iste. Ama özür dilememi isteme” dediklerine şahit oldum. Çünkü bazılarımız özür dilemeyi pek onurlarına yedirmezler. Aslında özür dilemek bir erdemliliktir. Özür; hiçten doğar, ama hiç değildir. Her adam özür dileyemez. Halbuki özür çoğu zaman gönülleri yeniden fetheder.

Sözlerimi, maksadımı en güzel şekilde ifade eden ‘ekşisözlük’ten bir alıntı ile noktalayayım: Pardon demek şarkı söylemek kadar kolay ve yüzeyseldir. Özür dilemek ise kişinin en derininden gelen bir temenni, bir telafi çabasıdır. Ancak çoğu kimse sıkışık otobüste giderken ayağına bastığı kişiden özür dilemez, pardon der. Çünkü özür dilemenin temel kuralı bir paylaşıma ortaklık etmiş olmaktır. Pardon elin adamıdır, özür dilerim baba, kardeş, kankadır.” 

Pardonunuza pardon! 27/02/2017


26 Şubat 2017 Pazar

Bir muhatap bulabileceğim artık **

Anayasa referandumunda evet mi çıkar, hayır mı  bilinmez. Çünkü 16 Nisana kadar taraflar her şeyi söyleyip eteklerindeki taşı dökecekler. Sandık günü ise halk onlara notunu verecek. Yani son sözü halk söyleyecek.

Fikir, vicdan ve düşünce özgürlüğü gereğince vatandaş özgür iradesiyle oyunu verdikten sonra çıkan sonucu, herkes kabullenip hayırlısı bu imiş diyecek/demelidir.

Hayır çıktığı takdirde mevcut sistem devam edecek, evet çıktığı zaman sistemde değişikliğe gidilmiş olacaktır. Geleceği bilme imkanımız yok, hangisi daha iyi olur, bilinmez. Herkes mevcut durumun ağır-aksak devam ettiğini biliyor. İşin garibi kimse bu mevcut durumdan memnun değil, evet çıktığı takdirde iyi olur, kötü olur. Bunu da zaman gösterecek. Görmeden bir şey denemez. Hayat risklerle doludur. Siyaset de bunlardan biridir. Risk almadan olmaz bu işler. Eksi ve artısını bilmek için öncelikle denemek lazım.

Evet çıkarsa ülke çift başlılıktan ve koalisyonlu hükümetlerden kurtulacak, devlet daha çabuk karar verip hızlı hareket edebilecektir. Yetki ve sorumluluk ağırlıklı olarak tek elde toplanacağı için devlet başkanının icraatlarından memnun olmadığı zaman halk hesap sorabilecektir. Meclis üçte iki nitelikli çoğunluk oyuyla cumhurbaşkanını Yüce Divan’a sevk edebilecektir.

Mevcut anayasamıza göre Cumhurbaşkanı layüsel yani sorumsuzdur. Vatana ihanet dışında yargılanması söz konusu değildir. Yeni sisteme göre cumhurbaşkanı yaptıklarına karşı hesap verme cezai sorumluluğu vardır. Bugünkü mevcut durumda yetki ve sorumluluk kurum-kuruluş ve şahıslara dağıtılmıştır. Zaman zaman aralarında uyum olmadığı takdirde devlet krizine sebep olmuştur. Kimi bağımsız veya özerk statüsüne dayanarak maşeri vicdanı rahatsız edecek şekilde karar ve inisiyatif almış, kimi elindeki yetkiye dayanarak diğerinin alanına tecavüz etmiş, kimi uzlaşmayarak kavga yolunu seçmiştir. Devletteki kriz ve kilitlenmeyi aşmak için çoğu zaman siyaset seçim kararı almıştır. Çoğu hükümetler seçim dönemini tamamlamayacak şekilde görevi yeni hükümetlere bırakmak zorunda kalmıştır. Türkiye siyaseti özellikle başbakan ile cumhurbaşkanı arasındaki çekişmelere sahne olmuştur. İşin garibi siyaset tıkandıkça orta yerde sorumlu bulunamamış, herkes birbirini suçlamıştır. Krizi aşmak için her parti seçim çalışmasında topu başkasına atma yoluna gitmiştir. Problemi çözmek için gidilen her seçim çoğu zaman sorunu çözmemiştir. Özellikle çoğunluğun elde edilemediği 1990-2000’li yıllar ülkenin koalisyonla yönetildiği senelerdir. Ülkenin kayıp yıllarıdır. Bu dönemde hiçbir radikal karara imza atılmamıştır.

Yeni sistemle birlikte koalisyonlara elveda derken krizlere de güle güle denecektir. Tek başına ülkeyi yönetme görevi alan devlet başkanından halk memnun olmazsa 5 yıl sonra seçmen ipini  çekebilecektir. Bunu bilen devletin başındaki sorumlu kişi ikinci beş yıl için halkın teveccühünü kazanacak icraatlara yer verecektir. Tüm kurumların başı olacağından “Ben bu işi şunlar yüzünden yapamadım, onlar beni engellediler” gibi mazeretlerin arkasına sığınamayacaktır. Devlet uluslar arası ilişkilerde daha güçlü temsil edilecektir. Bu sistemle birlikte meclise girmek isteyen küçük partilerin büyük partilerle seçim çalışması yapma gibi konularda birlikte hareket etme yoluna gitmesiyle uzlaşı kültürü ortaya çıkacaktır. Seçimi kazananın 5 yıl seçim gibi bir derdi olmayacaktır, icraatlara ağırlık verecektir.

Cumhurbaşkanının partisiyle ilişiğini kesmemesi hem cumhurbaşkanını partisine karşı sorumlu olmaya/davranmaya itecek, hem de seçim çalışmasını bir ekiple birlikte yürütecektir. Şimdiki cumhurbaşkanlığı seçiminde olduğu gibi zenginlerin bağışıyla seçim çalışması yapma yoluna gidilmeyecektir. Belirttiğim hususlara ilave olarak bu sistem dolayısıyla ülke bir seçimden daha kurtulmuş olacaktır. Çünkü bu sistemle cumhurbaşkanlığı ve meclis seçimleri aynı anda yapılacaktır. Bu da ülkeye rahat bir nefes aldıracaktır. 26/02/2017

** 09/03/2017 günü Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.