Ana içeriğe atla

Bir muhatap bulabileceğim artık **

Anayasa referandumunda evet mi çıkar, hayır mı  bilinmez. Çünkü 16 Nisana kadar taraflar her şeyi söyleyip eteklerindeki taşı dökecekler. Sandık günü ise halk onlara notunu verecek. Yani son sözü halk söyleyecek.

Fikir, vicdan ve düşünce özgürlüğü gereğince vatandaş özgür iradesiyle oyunu verdikten sonra çıkan sonucu, herkes kabullenip hayırlısı bu imiş diyecek/demelidir.

Hayır çıktığı takdirde mevcut sistem devam edecek, evet çıktığı zaman sistemde değişikliğe gidilmiş olacaktır. Geleceği bilme imkanımız yok, hangisi daha iyi olur, bilinmez. Herkes mevcut durumun ağır-aksak devam ettiğini biliyor. İşin garibi kimse bu mevcut durumdan memnun değil, evet çıktığı takdirde iyi olur, kötü olur. Bunu da zaman gösterecek. Görmeden bir şey denemez. Hayat risklerle doludur. Siyaset de bunlardan biridir. Risk almadan olmaz bu işler. Eksi ve artısını bilmek için öncelikle denemek lazım.

Evet çıkarsa ülke çift başlılıktan ve koalisyonlu hükümetlerden kurtulacak, devlet daha çabuk karar verip hızlı hareket edebilecektir. Yetki ve sorumluluk ağırlıklı olarak tek elde toplanacağı için devlet başkanının icraatlarından memnun olmadığı zaman halk hesap sorabilecektir. Meclis üçte iki nitelikli çoğunluk oyuyla cumhurbaşkanını Yüce Divan’a sevk edebilecektir.

Mevcut anayasamıza göre Cumhurbaşkanı layüsel yani sorumsuzdur. Vatana ihanet dışında yargılanması söz konusu değildir. Yeni sisteme göre cumhurbaşkanı yaptıklarına karşı hesap verme cezai sorumluluğu vardır. Bugünkü mevcut durumda yetki ve sorumluluk kurum-kuruluş ve şahıslara dağıtılmıştır. Zaman zaman aralarında uyum olmadığı takdirde devlet krizine sebep olmuştur. Kimi bağımsız veya özerk statüsüne dayanarak maşeri vicdanı rahatsız edecek şekilde karar ve inisiyatif almış, kimi elindeki yetkiye dayanarak diğerinin alanına tecavüz etmiş, kimi uzlaşmayarak kavga yolunu seçmiştir. Devletteki kriz ve kilitlenmeyi aşmak için çoğu zaman siyaset seçim kararı almıştır. Çoğu hükümetler seçim dönemini tamamlamayacak şekilde görevi yeni hükümetlere bırakmak zorunda kalmıştır. Türkiye siyaseti özellikle başbakan ile cumhurbaşkanı arasındaki çekişmelere sahne olmuştur. İşin garibi siyaset tıkandıkça orta yerde sorumlu bulunamamış, herkes birbirini suçlamıştır. Krizi aşmak için her parti seçim çalışmasında topu başkasına atma yoluna gitmiştir. Problemi çözmek için gidilen her seçim çoğu zaman sorunu çözmemiştir. Özellikle çoğunluğun elde edilemediği 1990-2000’li yıllar ülkenin koalisyonla yönetildiği senelerdir. Ülkenin kayıp yıllarıdır. Bu dönemde hiçbir radikal karara imza atılmamıştır.

Yeni sistemle birlikte koalisyonlara elveda derken krizlere de güle güle denecektir. Tek başına ülkeyi yönetme görevi alan devlet başkanından halk memnun olmazsa 5 yıl sonra seçmen ipini  çekebilecektir. Bunu bilen devletin başındaki sorumlu kişi ikinci beş yıl için halkın teveccühünü kazanacak icraatlara yer verecektir. Tüm kurumların başı olacağından “Ben bu işi şunlar yüzünden yapamadım, onlar beni engellediler” gibi mazeretlerin arkasına sığınamayacaktır. Devlet uluslar arası ilişkilerde daha güçlü temsil edilecektir. Bu sistemle birlikte meclise girmek isteyen küçük partilerin büyük partilerle seçim çalışması yapma gibi konularda birlikte hareket etme yoluna gitmesiyle uzlaşı kültürü ortaya çıkacaktır. Seçimi kazananın 5 yıl seçim gibi bir derdi olmayacaktır, icraatlara ağırlık verecektir.

Cumhurbaşkanının partisiyle ilişiğini kesmemesi hem cumhurbaşkanını partisine karşı sorumlu olmaya/davranmaya itecek, hem de seçim çalışmasını bir ekiple birlikte yürütecektir. Şimdiki cumhurbaşkanlığı seçiminde olduğu gibi zenginlerin bağışıyla seçim çalışması yapma yoluna gidilmeyecektir. Belirttiğim hususlara ilave olarak bu sistem dolayısıyla ülke bir seçimden daha kurtulmuş olacaktır. Çünkü bu sistemle cumhurbaşkanlığı ve meclis seçimleri aynı anda yapılacaktır. Bu da ülkeye rahat bir nefes aldıracaktır. 26/02/2017

** 09/03/2017 günü Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde