26 Ocak 2017 Perşembe

Anayasa Referandumunda Ne Yapalım? *

Mini anayasa referandumunda evet veya hayır demek ülkeyi bölmez. Aba altından sopa göstermek isteyenlere pek itibar etmemek lazım. Bu ülkeyi dış/süper güçlerin içimizdeki taşeron örgütleri olan PKK, DHKP-C, FETÖ, DAEŞ... daha niceleri bölemedi ki bir vatandaşlık hakkı olan evet/hayır bölsün. Bu taşeronların yıllardır ne köklerini kurutabildik, ne de pes edip defolup gittiler. Düşman kardeşler gibiyiz onlarla. Ama şundan emin olalım güçlü bir devletimiz var, içerisi ve dışarısı hainlerle dolu olmasına rağmen dimdik ayaktayız. Acıların çocuğuyuz anlayacağınız.

Sonucuyla birlikte tatlı bir referandum ortamı geçiririz inşallah. Daha referandumun tarihi bile belli değilken ortam hemen gerildi. Evet ve hayır cephesi oluşmaya başladı. Bir cephe güçlü bir Türkiye için sonuç evet olmalı, diğer kesim ise evet tek adamlığa götürür. Kimi ülke bölünür, kimi bölünmez şeklinde görüş belirtmeye başladı bile. Şunu baştan söyleyeyim ben bu milletin feraset ve basiretine inanıyorum. Mutlaka doğruda isabet eder. Bakmayın bazılarının ‘Bidon kafalı’ falan dediklerine. Sosyal ve siyasi olaylarda hiçbir şey tek başına yüzde yüz doğru ya da yanlış olmaz. Mevcut anayasa da bünyesine riskler barındırmakta, yeni gelecek olanın da barındırdığı riskler vardır. Bunun şu tehlikesi var denirse yeni şeylere hiç yelken açmamak gerekir. Hangi anayasa olursa olsun iş kullanıcı da bitmektedir. Kullanıcı iyi ise mevzuat iyi, kötüye kullanırsa kötü olur.

Mevcut anayasa Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığı için hazırlanmış ve yetkilerle donatılmış bir anayasa idi. Çoğu başbakan ve cumhurbaşkanı arasında yetki karmaşası olmuş, zaman zaman devlet kilitlenmiştir. Evren-Özal, Özal-Yılmaz, Özal-Demirel, Demirel-Çiller, Sezer-Ecevit, Sezer-Erdoğan, Gül-Erdoğan, Erdoğan-Davutoğlu...çoğu zaman anlaşamamışlardır. Hatta çoğu kendi partilerinden çıkan cumhurbaşkanı olmasına rağmen zaman zaman birbirlerine rest çekmişlerdir. Çünkü bizdeki mevcut anayasada sorumluluk hükümette olmasına rağmen ipler cumhurbaşkanının eline verilmiştir. Gül-Erdoğan uyumlu çalışsalar da tedirginlik gösterdi çoğu zaman. Ecevit’in önerisi ile devlet başkanı seçilen Sezer’in fırlattığı anayasa kitapçığı Cumhuriyet tarihimizin en büyük devalüasyonuna ve ekonomik krize sebebiyet vermiştir. Sezer-Erdoğan döneminde ise Cumhuriyet tarihinde olmadığı kadar çıkarılan kanunlar veto yemiştir. Hem öyle taktikler geliştirmişti ki muhterem, inceleme suresi olan 15 günü de kullanır, sonra geri gönderirdi. Birçok önemli makama üçlü kararname ile bürokrat atanamamıştı, çoğu önemli kurumların başında vekaleten yürütme dönemi yaşanmıştır. Sezer, koalisyonun aralarında anlaşamayarak dışarıdan buldukları adamdı. Yedi sene boyunca çalışmak isteyen hükümete fren olma görevi yapmıştı. Üstelik vatana ihanet dışında hiçbir sorumluluğu yoktu, layüs’eldi. Sezar’ın pardon Sezer’in yaptığı en iyi şey bir yere giderken yol ve caddelerin sadece kendisinin geçmesi için trafik tarafından kesildiği durumlarda boş caddede kırmızı ışıklarda beklemek oldu. Ömrünü böyle geçirdi. Döneminde devletin gelişmesine sebep olacak hiçbir radikal karara imza atılmadı... 7 Haziran seçimlerinde hiçbir parti hükümeti kuracak çoğunluğu elde edemeyince ülke en zor zamanda müstafi hükümetle işi götürdü. Çünkü hiçbiri diğeriyle koalisyon kurmaya yanaşmadı. Abdullah Gül, yapılan değişiklikler önüne gelmeden önce Meclise yön verir, gerekli değişiklikleri aynı anda imzalardı. Anlatmak istediğim mevcut anayasada çift başlılık var, devletin daha ağır işlemesi var. Siyasette bir gün bile çok uzun kabul edildiğine göre bir kanun değişikliğinin 15 gün bekletilmesi devleti iyice hantallaştırır. Yarın Sezer gibilerinin gelmeyeceğine dair bir garantimiz yoktur. Bu tipler, koalisyonlu hükümetlerin aranan elemanıdır.

Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmeye başlanmasıyla birlikte çift başlılık daha da belirginleşmeye başladı. Bu yüzden başbakanlığın kaldırılarak yetkinin tek elde toplanmasıyla devletin daha hızlı çalışacağına, daha radikal kararlar alabileceğine inanıyorum. Milletvekili seçimi ile birlikte cumhurbaşkanlığı seçiminin aynı anda yapılacak olması bile başlı başına bir öneme haizdir. Ekonominin farklı zamanlarda çok seçimi kaldıracak gücü yoktur. Sık sık karşımıza sandık çıkarsa hiçbir hükümet seçim öncesi önemli kararlara imza atamaz.

İşi uzatmadan bu yeni sistemde Sezer gibi devleti kilitleyenlere ekmek yoktur. Milletin değerleriyle örtüşmeyenlere de ekmek yoktur. Devlet başkanı seçilecek kişide milletin değerleriyle bütünleşmiş, çoğunluğun oyunu alabilecek karizmatik lider özelliği olanlar olacaktır. Bu da ancak siyasetçilerden çıkar. 5 yılda halkın önüne çıkacak hiçbir siyasi, millete rağmen bir şey yapamaz. Tek adamlığa gitmesi söz konusu olamaz. Çünkü 5 yıl sonrasında hesap verme durumundadır. Millet canına okur. Sonra bugünkü sistemde  anayasa ve yasaları yine tek adam onaylamıyor mu? Birçok kişileri mevcut cumhurbaşkanı atamıyor mu? Her şeyden geçtim yıllardır şikayetçi oldukları anayasayı değiştiremeyen bu ve bundan önceki meclislerde  maalesef uzlaşı kültürü kendini göstermedi. Geldim gidiyorum, benim ömrüm anayasayı değiştireceğiz vaatleriyle mi geçecek? Hiç beklenmeyen bir anda -yeterli olmasa da- iktidar-muhalefet iki partinin uzlaşma kültürü adına yaptıkları önemli bir adımdır.

Sonuç ne çıkarsa çıksın ülkenin hayrına olsun. Kimse kimseye vereceği oyda mahalle baskısı uygulamasın. Ben içinden çıktığım bu milletin hakemliğine yürekten inanıyorum. Yazımı bir fıkra ile bitireyim: Birine iki içki şişesi getirmişler hangisinin tadı iyi, bir bak diye. Adam birinciden bir yudum alır, diğerinden içmeden öbürü diye gösterir. Efendim! Daha bundan tatmadan iyi diye karar verdiniz, oldu mu şimdi demişler. Adam: Hiçbir şey bu içtiğimden kötü olmaz cevabı verir. Biz mevcut anayasadan çok içtik. İçimize sinse de sinmese de...

Bereket, anayasa değişikliği hakkında ihsası reyde bulunmadan yazımın sonuna geldim. Hayırlı olsun inşallah! 26/01/2017

28/01/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yöneticilik formasyonu

Okul yöneticilerimiz 26-30/01/2015 tarihleri arasında "Yöneticilik formasyon seminerine alındılar. Siz yöneticilerimizi esas formasyon belgesini aldıktan sonra göreceksiniz. Ne mi yapacaklar? Söyleyemem ama birazcık kopya verebilirim...

Nasrettin Hoca eşeğiyle beraber bir hana misafir olur. Gece istirahatte iken eşeğinin çalındığını sabahleyin han sahibi haber verir. Hoca küplere biner ve hemen eşeğimi bulun der.

Han sahibi hocanın görüntüsünden çok korkar, hemen aramaya koyulur ve nihayet güç bela eşeği bulur. Hocaya: "Hocam eşeği bulamasaydık ne yapacaktınız" diye sorar hancı. Hoca da: "Eşeği bulamasaydınız babamın yaptığını yapacaktım," der. "Baban ne yapmıştı," diye sorar hancı. Hoca: "Yıllar önce babamın da eşeği çalınmıştı, eve kadar yürüyerek gelmişti, eğer siz de eşeğimi bulamasa idiniz eve kadar yaya yürüyecektim cevabı verir. 26.01.2015

25 Ocak 2017 Çarşamba

Bir zamanlar camiasının vicdanı idi

Bana dünyanın en iyi hatibi, vicdanlara en iyi hitap edeni, ikna kabiliyeti en iyi olanı; samimiyet, içtenlik, sözünü budaktan esirgemeyen; bir partinin, bir camianın vicdanı kimdir dense hiç tereddüt etmeden, lafımı eğip bükmeden bir ismi söylerim. Aklıma da başkası gelmez.

Onu ilk defa 90'lı yıllarda Konya'da Alaaddin Keykubat Salonunda bir konferansta tanımıştım. İki saatten fazla konuşan bu adamı ağzım açık dinledim. Şu anekdotu da ondan dinlemiştim: "Manisa'nın bir köyünde yapılan bir düğünde evlilik ve nikahın önemi hakkında konuşma yapmak üzere yörenin tanınmış bir hocasını davet ederler. Hoca konuşmasını yapar. Konuşmanın bitiminde jandarma gelir hoca efendiyi karakola götürür ve hakkında dava açılır. Çünkü hocadan haz almayan muhtar karakola giderek  şikayet eder. Gerekçe de laikliğe aykırı konuşma yapmak. Durumun ciddiyetini anlayan bir kaç avukat, hocaya giderek gönüllü avukatları olmak istediklerini söyledilerse de hoca herhangi bir suç işlemediğini iddia ederek müvekkili olmayı kabul etmez. Güç bela ikna edilir. Dava günü gelir. Zanlı mahkemeye çıkarılır. Hoca: Evliliğin önemine binaen ayet ve hadis okuduğunu söyler. İki tane şahit girer içeriye. Hakim: 'Ne yaptı hoca efendi' diye soru sorar. 'Laikliğe aykırı konuşma yaptı' cevabı verirler. Avukat: 'Sayın hakimim lütfen laikliğin ne olduğunu sorar mısınız' deyince hakim: 'Ne demek oğlum laiklik' der. adam: 'Ne bileyim hakim bey ben. Karakol komutanı, laikliğe aykırı konuşma yaptı' diyeceksin dedi. Ben de onu söyledim' deyince hakim sanığın beraatına karar verir.  Hoca efendi de postu deldirmekten gücün kurtulur.”

Gönüllere, kalplere, vicdanlara hitap ediyor, damardan giriyordu. Hani yediğimiz bir şey için tadı damağımızda kaldı denir ya, işte öyle bir şey. Aradan 27 yıl geçmiş, hala o beliğ konuşmasını unutmadım. Kim bu dedim. Bir partinin il başkanı dediler. Sonra milletvekili olarak gördüm onu. Partisinin grup başkan vekili oldu. Ele avuca sığmıyordu. Tutabilene, durdurabilene aşk olsun. 

Partisi kapatıldı. Kurdukları yeni partiyle yeniden meclise girdi. 28 Şubat rüzgarı partisini kapatınca ak saçlıları bırakarak yenilikçi hareketin başını çekti. Kendisine tepki gösterenlere 'Tamtamcı gençlik' dedi. Yeni kurdukları partiyle birlikte 3 dönem boyunca  partisi iktidar oldu. Bakanlık, hükümet sözcülüğü, meclis başkanlığı ve başbakan yardımcılığı görevlerini yürüttü. Partisinin hep ağır topu oldu. Karar merciinde o oldu, hükümetinin her kararını o savundu. 17-25 Aralık olaylarıyla birlikte hem sorumluluk makamında hem de dokundurmaya başladı. 3 dönem kuralından sonra aktif siyaseti bırakacağını söyledi. Dediği gibi yeniden aday olmadı. Hem partisi adına çalışıyor, diğer taraftan da huzursuzluğunu kah konferanslar vererek, kah basına beyanat vererek, kah TV programlarına çıkarak ihsas ettirmeye çalışıyordu. Ne zaman konuşsa tepki gelince yeni izahlar yaptı. Ben şunu kastettim, özür dilerim dedi. Üzerine gidildiği zaman "Benim bu partide bir özgül ağırlığım var" dedi. Ben FETÖ'yü tanıyamamışım, başbakanımızın bildiğini siz bilseniz az bile söylemiş dersiniz dedi. FETÖ'den dolayı ellerine kelepçe takılanlara cübbesini giyerek avukatlık yapmaya soyundu.

Yaralı bir kurt gibiydi, duygusaldı, duyguları aklının önüne geçmeye başladı. Kritik bir seçim öncesi partisinin ağır kurmayıyla basın önünde ağız dalaşına girdi, partisine de oy kaybettirdi. 

"Torun seveceğim bundan sonra" diyerek aktif siyasetten ayrı kaldı. Ama torun sevdiğini gören olmadı bu güne kadar. 15 Temmuz'da meydanlarda görünmedi. Evine de girmedi. Her uzatılan mikrofona konuştu, hep iğneledi bıraktığı camiayı. Şimdilerde konferanslar veriyor. Yıllardır sorumlu olarak görev aldığı ve onurla yürüttüğü geçmişini yok edercesine konuşmaya devam ediyor. 

Duygusallığı onu konuşmaya itiyor. Konuştukça tanınmaz oluyor. Sevenleri yanından uzaklaşıyor. Gönüllerdeki yerini yok etmek için uğraşıyor. Ne yapmak istediğini bilen varsa elini öpmek gerek. Bir şeylerde anlaşamadıkları belli. Ya geçmişini inkar etmeli, ya parti kurmalı, ya da susmalı. Susmalı ki, bir zamanlar herkesin ağabey ve partinin vicdanı dediği gibi kalmalı. Öküz ölünce ortaklık bozulmamalı. Partisinin vicdanı maalesef kara vicdanlı olmaya doğru gidiyor. Yazık oldu ona. Yazık oldu büyüklüğüne. Yazık oldu beyefendi, kibar görüntüsüne. Duyguları vicdanının önüne geçmemeli. Kendisini sıfırlamamalı. Ülke bir dar boğazda iken kayıkçı kavgası zamanı değil. Torun sevgisi evlat sevgisi gibi değil derler. Torununu sevmeye zaman ayırmalı. Çünkü torun sevgisi başkadır. Önüne mikrofon geldi mi? Bu ne demeli. Biraz tecahülüarif sanatı yapmalı. Söz ve gönüllerin ustasından da bu beklenir. 

Tanıdınız mı bu ağabeyi? Ben ismini unutmaya başladım bile... 25/01/2017