14 Kasım 2016 Pazartesi

Kim yapar bizim Türkçe öğretme uğruna yaptığımız kötülüğü

Adana'da tanıştığım biri yeni bir araba almıştı. Şoförlüğü pek yoktu.  Kendisi de kabul ederdi,  sürmeyi beceremediğini. Fakat başka yolu yoktu öğrenmekten başka. Zira ömrü boyunca mobilyete binerek ihtiyacını gidermişti. Bu halinden de memnundu aslında. Fakat çevresinden: "Hocam at artık şunu, dört tekerlekliye bin"  diye diye bir araba almak zorunda kalmıştı.

Evi,  işlek bir caddede idi. Sabah namazından sonra balkona çıkar, akan trafiği izler, bilgisini artırmaya çalışırdı. Zaman zaman da arabasına binerdi. Bir gün yanıma geldi: "Hocam sürmeye sürüyorum ama arkamdaki bütün araçlar bana korna çalıyor,  hep kavşaklarda  bir hata yapıyorum ama hatamın ne olduğunu bilmiyorum.  Halbuki ben nizami bir şekilde yolun sağına duruyorum ışıklarda" dedi. Sola döneceğin zaman da mı sağa duruyorsun dedim. "Evet hep sağa duruyorum. Yeşil yanınca herkesin önünden sola geçiyorum"  dedi. Önce gülümsedik ardından nerede durması gerektiğini söyledim kendisine.

Şimdi sadede geleyim. Zira benim derdim başka. Toplum olarak dil özürlü müyüz acaba diye düşünmeye başladım. Böyle bir iddia bu millete yapılan bir hakaret olur. Yıllardır bizim eğitim sistemimizde yabancı dil öğretimi masaya yatırılır, enine boyuna konuşulur ve tartışılır. Ders saatleri artırılır,  ilkokul ikinci sınıfa kadar yabancı dil dersi koyarız,  hazırlık sınıfı koyar,  sonra kaldırırız, sonra tekrar koyarız. Hasılı sıfır elde var sıfırız. Bir yabancı dili öğrenemedik,  ne yapacağız diye düşünürken Hoca'nın Timur'dan ikinci fil istemesi gibi liselere 2.bir yabancı dil kondu. Aslında 3.bir yabancı dilimiz daha var. O da ana dilimiz Türkçe.

Hepimizin "Benim Türkçe'm iyi" dediği dil yani. Aslında Türkçe'miz iyi falan değil. Sadece biz öyle sanıyoruz. Çoğumuz meramını 300-500 kelimeyle anlatmaya çalışır. Zaten çoğu zaman da beceremeyiz, işimizi şiddetle çözmeye çalışırız. Diğer iki yabancı dili sökemediğimizin müsebbibi bizim Türkçe öğretmedeki pardon öğretmemedeki maharetimiz. Bir dil bu kadar mı zorlaştırılır? Bunu nasıl beceriyoruz bilmem. İster kabul edin,  ister kabul etmeyin. Yabancı dilleri öğrenemeyişimizin temelinde katlettiğimiz Türkçe'miz yatıyor. Gerçi teste dayalı, yanlışların içerisinde doğruların gizlendiği bu merkezi sınavlar olduğu müddetçe bırakın yabancı dili,  diğer dersleri de öğrenemeyiz. Bu da ayrı bir yazı konusu.

Ne demek istiyorum? Türkçe öğretme konusunda bir hata yapıyoruz ama nerede? Tıpkı yukarıda anlattığım acemi şoförün yaptığı hata gibi...  Güzel Türkçe'mizi kurallara boğmuşuz. Kural üstüne kural, kural içinde kural koyarak ne konuşabilir ne de yazabilir olduk.  Kural hatası yaparız endişesiyle düşünmeyi ve anlamayı unuttuk neredeyse. Ayrıntının ayrıntısı bize öğretilen: Kelime bitişik mi yazılacak,  ayrı mı? Arada virgül mü konacak,  noktalı virgül mü?  Zarf ve kelime yerli yerinde mi kullanılmış? Kelimede ünlü daralması olmuş mu?  Ünsüz yumuşaması var mı? 'Ki', ayrı mı yazılacak,  bitişik mi?  Ya 'da' nın durumu? Hangi kelimeler büyük harfle yazılır,  hangisi küçük?

Bize Türkçe öğretilmekten ziyade öğrenilmemesi istenilmektedir zannımca. Kural olmasın demiyorum. Biraz sadeleştirilsin istiyorum. O kadar kural konan bir dilin yazım ve imla kurallarını bilen insanımızın sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bilip de uygulayanı zaten ara ki bulasın. Kuralları öğretmek için gösterdiğimiz gayret ve çabayı kelime hazinemizi zenginleştirmeye versek, yazılanı ve anlatılanı anlamayı kavrayabilsek fena olmaz sanırım. Anlamaya çalışmak, kelime hazinemizi artırsak öyle zannediyorum hayal gücümüz de artar. Olaylara daha farklı pencerelerden bakabiliriz. Dil dediğin meramını anlatma sanatıdır, iletişim kurabilmedir. Düşünüp üretebilmedir. Biz Türkçe, İngilizce, Almanca, Arapça vb dilin kuralını öğrenip kurallı konuşacağız derken başkası malı alıp götürüyor. Ayrıca öğrendiğimiz kurallar sadece sınavlardan sınavlara kullandığımız kaidelerdir. Kural koymaktan, kural uygulamaktan, kural öğrenmekten neredeyse dilimizi konuşamayacağız ve yazamayacağız. 14/11/2016

Bize yabancı bu zihniyet kimin eseri?

İslam dünyasını ağlatmak  üzere beslenen beslemelerin silahları,  çıktığı kapıya döndü.

Medeniyetlerinin temeli kan ve gözyaşı olan Batı, Bizans oyunlarından vazgeçmelidir. Bu kanı bahane edip yeni işgallere kalkışmamalıdır. Yeniden vaftiz olup tövbe-i istiğfar etmelidir.

Ortadoğu'dan elini çekmelidir. İslam coğrafyasını işgal etmek için İslam fundamalizmi, İslam terörü diye diye sonunda bekledikleri doğum gerçekleşti. Irakta, Afganistan'da, Libya'da, Suriye'de attıkları tohumlar meyvesini verdi.

Nur topu gibi olan çocuğunuz hayırlı olsun. Beslediniz kargayı, oydu gözünüzü. Maalesef bu sizin eseriniz. Dünyayı kana bulayan, masum insanların canını alan Ortadoğu'nun yaramaz çocuğu sizin öp öz evladınız.

Bizden göründüğüne bakmayın. Bu zihniyet bize yabancı. 14.11.2014

13 Kasım 2016 Pazar

Öğrenci ve burs*

"Hayırlı geceler abi, odunumuz bitti. Çok üşüdük, 4 tane odun aldık. Hakkını helal et, öğrenciyiz." yazılı bu  not Kastamonu’nun Taşköprü ilçesindeki bir caminin odunluğuna bırakılmış ve 13/11/2016 tarihli görsel ve yazılı medyada haber olarak yer aldı. Anlaşılan yüksek okulda okuyan  üniversite öğrencileri olsa gerek bu notu bırakanlar. Üniversite öğrencileri  genelde ilk yıl kendilerine yurt çıkmış ise orada kalır, yurtta edindikleri birkaç arkadaşla birlikte ikinci dönem ya da ertesi yıl eve çıkarlar. Sanırım bu gençler de  evde kalan türünden.

Gurbette okumak, maddi imkanları kıt olan öğrenciler için daha bir zordur gerçekten. Bu gençler bıraktıkları notla Türkiye gündemine geldiler. Dört odunla sabahı bile geçiremezler. Evin soğuğu biraz kırılır o kadar. Ya ertesi günler bu gençler ne yapacaklar? Haydi yakacak bir şekilde temin edildi diyelim. Ya diğer giderleri ne olacak? Kira parası, yiyecek, içecek, elektrik, su harcamaları var daha geride. Herhangi bir yerden odun-kömür alamadan geceyi soğuk bir ortamda yorgan veya battaniyesine sarılarak geçiren daha nice gençlerimizin  türlü türlü hikayeleri vardır kim bilir? 

Gençlerimizin bazılarının maddi açıdan imkanları iyi olabilir ama bu ülke insanının okuyanlarının ekseriyeti maddi imkanlardan yoksun maalesef. Ailesinin saçını süpürge ederek gönderdiği harçlığı kıt kanaat, ucu ucuna denk getirmeye çalışır çoğu. Hatta bazıları okuldan arta kalan diğer zamanlarında part time çalışırlar bile. Kimi de okuyamayıp bırakır gider. Kimi okuyabilmek için bazı vakıf ve derneklerin şemsiyesine girer. Evinde, yurdunda kaldığı gruba karşı hayat boyu minnet borcu duyarak yaşamaya devam eder. Kimi gönüllüsü olur bir müddet sonra. Kimi de içine sinmese de gördüğü iyilik karşısında boynunu büker. FETÖ ve PKK'nın bu şekilde kendisine eleman yetiştirdiği kişilerin sayısı az değildir. Değerlendirmemi abartılı bulanlar için Ömer Seyfettin'in 'Diyet' isimli hikayesini hatırlatmak isterim...Nasrettin Hoca'ya biri ıslanmasın diye şemsiyesini vermiştir. Şemsiyeden dolayı yağmurdan ıslanmaz ıslanmaya. Ama şemsiyeyi veren her gördüğünde hocanın başına kakar, olayı hatırlatırmış: "Hocam o gün benim şemsiyem olmasaydı, senin halin nice olurdu" diye. Bir, iki, üç...beş derken hoca dayanamaz. Elbisesi ile birlikte havuza atlar: "İşte böyle olurdum, tamam mı" der.

Her kıt kanaat okuyanlar kötü niyetli grupların eline düşer anlamı çıkmasın dediklerimden. Ya da her vakıf, dernek öğrencilere yaptığı iyiliği durmadan başa kakar anlaşılmasın. Her vakfı, her derneği, her camiayı kasdetmesem de maalesef geneli, yaptığı iyiliğin karşılığı olarak bir ömür boyu kendisine hizmet beklemektedir.

Öğrencilerin, özellikle gurbette okuyan üniversite öğrencilerinin bazı kötü niyetli grupların eline düşmemesi için devlet KYK vasıtasıyla burs ve kredi vermektedir. Eskiye oranla verilen burs-kredi yaraya merhem olmaktadır. Yeterli mi? Değil maalesef. Bunun yanında vakıf ve dernekler, STK'lar, firmalar, kişiler vs öğrencilere burs vermektedir. Öğrencinin bu şekilde desteklenmesi takdire şayan gerçekten. Yerine ve hedefine varan en güzel sadakadır bu. Bizim insanımız veriyor. Allah hayırlarını kabul etsin. Fakat devletin dışında verilen bursların dengeli bir şekilde dağıtıldığı kanaatinde değilim. 

Bana günümüzde yapılabilecek en iyi hayır nedir dense hiç tereddütsüz üniversite öğrencilerine burs vermek derim. Ayette zekat verilmesi gereken sekiz sınıftan olan "ve'bnis-sebil" yani 'yolcular' sınıfına öğrencilerin de girdiğini düşünüyorum. Yukarıda dedim ya verilen burslar dengeli değil diye. Bazı öğrenciler vardır 5-6 yerden burs alır, bazıları ise ailesinden gelen ve devletten aldığıyla yetinir. Tıpkı sermayenin belirli ellerde dolaştığı gibi bazıları burs ile ihya olurken diğerleri de havasını alıyor. Hatta bildiğim biri, öğrenci iken aldığı burslardan dolayı okuduğu ilde bir arsa aldığını söylemişti bana. 

Okuyan öğrencilerin kötü niyetli kimse ve grupların eline düşmemesi için iyi bir arazi çalışması yapılmalı, vakıf ve derneklerden burs verenler bir araya gelerek ortak bir burs fonu oluşturup burs verme kriterleri belirlemelidir. Burs verilen öğrenci, aldığı burstan dolayı asla minnet duygusu hissetmemeli ve çekmemelidir. İsteyene burs vermekten ziyade isteyemeyen ihtiyaç sahibi  kişilerin tespit edilmesi sağlanmalıdır. Devlet dışındaki burs verenler bir araya gelemez, herkes kendi seçtiğine verir deniyorsa devlet, verdiği kredi miktarını kredi alacak kişinin istediği miktara çıkarabilir. Nasılsa kredi geri ödemelidir. Borç yiyen kendi kesesinden yer. Birilerinin tuzağına düşmektense bu yöntem uygulanabilir. Ayrıca devlet 657'ye tabi personeli için yaptığı çocuk yardımını yeniden gözden geçirmelidir. Bildiğim kadarıyla devlet, 0-6 yaşındaki çocuğu katlamalı çocuk yardımı yaparken 7 yaşından sonra ise sembolik bir yardım yapmaktadır. Halbuki esas masraf çocuk büyüdükçe artmaktadır. Bütün  mesele sadece bez ve mama değildir... 

Serdettiğim önerilerimin uygulama imkanı olmayabilir. Ne öneride bulunulursa bulunulsun ama mutlaka gençlerimizin ekonomik sıkıntıdan dolayı yakın zamanda gördüğümüz hala yaralarını saramadığımız durumlarla karşılaşmamaları  için uygulanabilir çözümler ortaya konmalıdır. Malumunuz tabiat boşluk kabul etmez. Yoksa daha çok ağlarız... 13/11/2016


30/11/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.