14 Ağustos 2016 Pazar

PKK ve FETÖ

1974 yılında kurulan PKK'nın ilk kanlı eylemini Türkiye, 1984 yılında Eruh'da  gördü. 32 yıldır bu terör örgütü nice canları yaktı, hala da ocaklar söndürmeye devam ediyor. Devletin yaptığı mücadeleyle azalacağı yerde kartopu gibi büyümeye devam ediyor bu kanlı örgüt. İşin garibi bu terör örgütüyle mücadelede inisiyatif hep bu örgütte oldu. O silah bıraktıysa devlet de bıraktı, silaha sarıldıysa devlet de silaha sarıldı. Ne siyaseten bir başarı ortaya çıktı ne de  -övündüğümüz ordumuza rağmen- askeri başarı elde edebildik…

Biz yönetim merkezi Kandil olan dış merkezli maşa bir örgütle yıllar yılı uğraşırken 35-40 yıldır içimizde eğitim ve dini yapılanma olarak görünen bir yapının 15 Temmuz 2016'da görünen ilk kanlı-darbe girişimine şahit olduk.  Şimdi devlet ve millet olarak devletin tüm hücrelerine girerek gizlenmiş bu terör örgütünün nasıl biri olduğunu çözümlemeye çalışıyoruz.  PKK'ya rahmet okutan sureti haktan görünen bu sinsi örgütü çözmede bakalım başarılı olabilecek miyiz?

Günümüzden geçmişe bir göz gezdirdiğimizde  hem PKK'nın hem de FETÖ'nün "Made in USA" destekli olarak  -adı bize ait- MİT tarafından kurdurulduğudur. PKK liderinin eski eşinin bir MİT elemanının kızı olması bu örgütün kuruluşu hakkında bilgi vermektedir. Bir zamanlar FETÖ liderinin sağ kolu olduğunu söyleyen Latif ERDOĞAN:  “1971 yılında GÜLEN, Ankara'da MİT başkanı Fuat DOĞU, Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Yaşar TUNAGÖR ve Vehbi KOÇ ile birlikte  Ankara'da bir yemekli toplantıda   bir araya geldiklerini” anlatmaktadır. Buradan bu iki hareketin de MİT tarafından kurdurulduğunu söyleyebiliriz. 80'den önce kurdurulan bu iki örgütün -Amerika'nın "Bizim çocuklar yönetime el koydu" dediği- 80 ihtilaliyle birlikte  neşvünema bulduğunu görüyoruz. Bildiğiniz gibi emir-komuta zinciriyle yaptırılan bu darbe sonucunda 3 yıl boyunca devlet yeniden yapılandırıldı: Hala değiştiremediğimiz Anayasamız bile o zamanın mahsulüdür.

İhtilal ile birlikte Diyarbakır hapishanesinde yapılan işkencelerden ölmeyenler soluğu dağda aldı. Yine ihtilalin lise ve üniversitelerde başlattığı kılık-kıyafet düzenlemesi ve kamusal hayat dayatması, dini bir yapılanma olarak görünen GÜLEN'in kucağına itti mütedeyyin insanları. Biraz tanıyorsak Amerika hiçbir zaman tek ata oynamaz. Mutlaka birden fazla ata oynar. Sanki PKK'ya: "Sen eline silah alıp Türkiye'yi yıkmak için dağları mesken edineceksin." FETÖ'ye de: "Sen de, eline kalem alıp şehirleri, eğitim yuvalarını karargah edineceksin" denmiş. Yani "Biriniz dağda, diğeriniz şehirde terörist-eşkiya olacaksınız. Türkiye'ye nefes aldırmayacaksınız,  burnundan fitil fitil getireceksiniz" demektir bunun Amerikancası.  Sağ olsun  sömürgecimiz: "İşkenceye dayanamıyorsan dağ yapılanmamıza git, dinini istediğin gibi yaşayamıyorsan şehir yapılanmamıza gir" şeklinde bir seçenek de sunmuş. Biz devlet ve millet olarak 32 yıldır  emperyalizmin dağda PKK elbisesi giymiş eli silah tutan teröristlerine  bakarken eğitim ve hoşgörü görünümlü eli kalem tutanların devletin hücrelerinde yuvalanmasını es geçmişiz. Devletiyle ve milletiyle uyumuş ve bir gaflet halini yaşamışız maalesef. Burada uyumayan tek kişi emperyalizmin içimizdeki temsilcisi derin devlet yapısıdır. Tırnağıyla toprak kazarcasına 35-40 yıldır içimize piyonlarını yerleştirmiş.

Dünyanın en güçlü ordusu bizde ise PKK ile mücadelede niçin başarılı olamıyoruz diye düşünürken FETÖ darbesine karışmış subay ve askerlerin Kandil'e sığındığı haberleri ile kafamızdaki sorular cevabını buldu maalesef. Güneydoğu'da biz olmazsak PKK gelir diyen hizmet görünümlü  yapı elemanları şimdi gerçek evini bulmuş oldu yıllardır mücadele ettikleri PKK'nın karargahına giderek.

Elhasıl PKK ve FETÖ emperyalizmin içimize yerleştirdiği birbirine düşman gibi görünen  ikiz kardeşleridir. Birbirine benzemediklerine bakmayın. Bunlar çift yumurta ikizidir. Biri dağları mesken edinmiş, diğeri şehirleri. İkisinin de hedefi üst aklın maşası olarak Türkiye'ye diz çöktürmek... 14/08/2016

12 Ağustos 2016 Cuma

İstismar elbiselerini çıkarma zamanı

Aldanma ve aldatmamanın yolu herkesin üzerindeki istismar elbisesini çıkarmasıdır...

Bir gün yaralı bir kuş Hz. Süleyman’a gelerek, kanadını bir dervişin kırdığını söyler.
Hz. Süleyman, dervişi hemen huzuruna çağırtır.
Ve ona sorar: “Bu kuş senden şikâyetçi, neden kanadını kırdın?”
***
Derviş kendini savunur:
“Sultanım, ben bu kuşu avlamak istedim. Önce kaçmadı, yanına kadar gittim, yine kaçmadı. Ben de bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacağım sırada kaçmaya çalıştı, o esnada kanadı kırıldı.”
***
Bunun üzerine Hz. Süleyman kuşa döner ve: “Bak, bu adam da haklı. Sen niye kaçmadın? O sana sinsice yaklaşmamış. Sen hakkını savunabilirdin. Şimdi kolum kanadım kırıldı diye şikâyet ediyorsun?” der.
***
Kuş kendini savunur:
“Efendim, ben onu derviş kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Avcı olsaydı hemen kaçardım. Derviş olmuş birinden bana zarar gelmez diye düşündüm, kaçmadım.”
Hz. Süleyman bu savunmayı doğru bulur ve kısasın yerine getirilmesini ister.
“Kuş haklı, hemen dervişin kolunu kırın” diye emreder.
Kuş o anda, ‘Efendim, sakın öyle bir şey yaptırmayın” diyerek öne atılır.
“Neden?” diye sorar Hz. Süleyman.
Kuş sebebini şöyle açıklar:
“Efendim, dervişin kolunu kırarsanız, kolu iyileşince yine aynı şeyi yapar. Siz en iyisi mi, bunun üzerindeki derviş hırkasını çıkartın.. Çıkartın ki benim gibi kuşlar bundan sonra aldanmasın.”

* Mehmet TEZKAN'ın 11/08/2016 tarihli Milliyet gazetesindeki "FETÖ'DE 17/25 KRİTERİ" başlıklı yazısından alıntıdır. 12/08/2016

Dini ve dini cemaatleri ne yapalım? *

Bedenin yeme, içme gibi  ihtiyacı olduğu gibi ruhun da gıdaya ihtiyacı vardır. Bedenin gıdası normal yeme ve içmedir. İyi, temiz, faydalı ve helal yiyecekler sağlıklı beslenmenin vazgeçilmezlerindendir. Midenin de bir istiap haddi vardır. Aşırı gidenlerde hazımsızlık, obezite vb hastalıklar kendini gösterir. Ruhun gıdası da dindir. Tarih boyunca insan inanmaya gereksinim duymuştur. İnsanın ve insanlığın dine ihtiyacı olduğu konusunda herkes hemfikirdir.  Uğruna savaşlar yapılabilen bir değerdir.

Ruhumuzu da tıpkı bedenin beslenmesi gibi sağlıklı beslemek gerekir. Dini bilgileri ehlinden ve doğru kitaplardan özümseyerek almak gerekiyor. İnsana dünyada ve ahirette huzur vermek için Allah'ın gönderdiği ilahi kurallar bütünü  olan din; sağlıklı yerden ve ehlinden, yeterince alınmaz ise iki tarafı keskin bıçak gibi olur, ya toplumları uyuşturan bir afyon, ya istismarcıların elinde kullandıkları bir bomba, ya da sapık -izmlerin kaynağı olur. Hastalandığımız zaman nasıl ki uygun doktora gidiyor, onun verdiği ilaçları ölçüye göre kullanıp iyileşiyoruz. Dozu yanlış kullanmak başka hastalıklara sebebiyet verebilir. Dini doğru kaynak ve emin ellerden öğrenmez isek sağlıklı bir ruh hali ortaya çıkmaz. Dini boşluk aynı zamanda sapık cereyanları da ortaya çıkarabilmektedir. Bir ara Satanizm bataklığına düşen gençlerimizin sayısı da az değildi.

Dinin farklı yorumlandığı ve yanlış yollarda kullanıldığı yerlerin başında dini cemaatler gelmektedir. Tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla birlikte legalliği kalmayan cemaatlerin neşvünema buldukları yerler merdiven altları olmuştur. Resmiyette yok ama fiiliyatta hep var olagelmişlerdir. Değişik vakıf, dernek adı altında varlıklarını sürdürmüşlerdir. Resmen yok kabul edildikleri için cemaatlerin neredeyse hiç denetimleri de yapılmamıştır. Devletin din ve dini eğitime  soğuk bakması, mevcut cemaatlere ve yeni çıkan gruplara gün doğmasına sebebiyet vermiştir. Çünkü yeme, içme gibi ihtiyaç olan dini hayat da devam edecekti. Toplumsal bir vakıa olan meselelerin "Yasakladım" demekle yok olmayacağının bilinmesi gerekiyordu. Devlet uzun yıllar başını kuma gömerek yoluna devam etti maalesef. Bunun sonucunda vatandaş merdiven altı din eğitimine yöneldi. Siyasiler de oy deposu olarak gördü buralarda neşet eden yapıları. Çünkü binlerce kişiye ulaşmanın yolu tek kişiden, yani cemaatin liderinden geçiyordu. Cemaatin başı milyonları kendisine bağlamış, siyasiler de o kişiden destek bekledi hep. Oy kaygısıyla kimse onlara dokunmadı. Yanlışları görülmedi. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın dendi. Merdiven altı başlayan dini hayat sivil toplum kuruluşu olarak değişik vakıf ve dernekler adı altında organize olup tüzel kişilik kazandı. Gazete ve dergileri oldu. Eğitim ve öğretim kurumları ortaya çıktı. Holdingler kurarak ekonominin içerisinde bir güç oldu. Bürokraside yer edinmek için de fazla zaman kaybetmediler. Merdiven altında başlayan hayatları insanın olduğu her yerde kendini gösterdi. Oy deposu olarak görülen cemaatler de siyasilerin zaaflarından yararlanarak siyaset ve bürokraside de boy göstermeye başladı.

Burada kastım tüm cemaatler kötüdür iddiasında değilim. Genel itibariyle insanların kullanıldıkları yerler maalesef buralardır. İçlerinde uzun yıllardır çizgisini hiç değiştirmeden insan eğitimine önem veren cemaatler de vardır. Fakat genel itibariyle -istisnalar hariç- cemaatlerde sorgulama olmadığından, vardır bir hikmeti mantalitesi yaygın olduğundan  cemaat liderinin ya da cemaatte söz sahibi olan üst tabakanın alttaki bağlılarını yanlış yerlere sürükleyebilme riski hep olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Sonucunda da hep din yara almıştır ve alacaktır.

Cemaatler hata ve yanlış yapıyorlar diye kaldırmak-kapatmak çözüm değildir. Çünkü bunlar toplumsal bir vakıadır. 15 Temmuz itibariyle geçmişte cemaat diye bilinen bir yapının cinnet hali herkesin özellikle cemaatlerin sorgulama yapmaları gerektiğini ortaya koymaktadır. Cemaat yöneticileri, cemaat müntesipleri, cemaate girecek olanlar, devleti yönetenlerin hepsi bundan sonra yoğurdu üfleyerek yemesi lazım. Bu son olay hepimizin kulağına küpe olsun. Diyanet İşleri Başkanlığında kendine cemaat vb adı veren grupların yetkilileri bir araya gelerek çözüm yolu bulmaları gerekir. Gerekirse gizli ajandası olmayan cemaatlere STK olarak resmi bir hüviyet kazandırılabilir. Her şeyden önce cemaatlerin merdiven altlarından çıkmalarına imkan verilmelidir. Cemaatlerin çalışabileceği alanlar ve kitleleri belirlenebilir. Amacı, hedefi, para kaynağı, gelir-gider   durumu tespit edilebilir. Cemaat çalışmaları kapalı kapılar ardında olmadan herkesin rahatça gidip gelebileceği, kimin ne yaptığının şeffaf bir şekilde izlenebileceği gibi hususlar belirlenebilir. Tüm cemaatler  yaptıklarıyla, harcamalarıyla hesap verebilir ve denetlenebilir olmalıdır.  Kendi belirledikleri hedefin dışına çıkan cemaatler tüzel kişilikten mahrum edilebilir. Onlara değişik yaptırımlar uygulanabilir. Cemaatler, yaptıkları faaliyetleri yıllık plan çerçevesinde hazırlayabilir, planlarının dışına çıkamayacak şekilde sınırlandırılabilir. Planları, faaliyetleri ve yılsonu raporları devletin belirlediği  yapı tarafından inceleme, onaydan geçirilmelidir. Cemaatlerin anlattıkları din ve din konuları içerik yönünden yine denetimden geçirilmelidir. Genel kabul görmeyen ve dine aykırı düşüncelerin anlatılmasının önüne geçilmelidir. Her bir cemaatin resmi binasının girişine: “Dikkat! Aklını kullanmayanlar, dinlediklerini akıl süzgecinden geçirmeyenler ve sorgulamayanlar bu kapıdan içeri giremez” yazısının yazılması şart koşulmalıdır.

Devlet cemaatlerle ilgili çalışmalar yaparken aynı zamanda dinin devlet gözetiminde, okullarda; doğru kaynağından, ehlince, yeterince verilmesi için planlama yapmalıdır.  12/08/2016  

* 09/09/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.