14 Temmuz 2016 Perşembe

Düşene bir tekme de biz vurmayalım *

Etrafımız ateş çemberi, hatta Güneydoğu’muz savaş alanı haline getirildi. Kana doymayanların yine Orta Doğu'da yeni bir paylaşımları söz konusu. Bakalım ne kadar insanın ölümü, ne kadar ailenin evini barkını, işini ve aşını kaybetmesine mal olacak bu sömürgecilerin bitmek tükenmek bilmez dünya hırsı.

Nerede bir savaş varsa komşu ülkeler mülteci akınına uğrar. Halihazırda ülkemizde 3 milyon Suriyeli mülteciden bahsediliyor. Bir kaç yıldır ülkemizde misafir ettiğimiz Suriyeliler ile ilgili -bireysel suça karışma olsa da- çok büyük olaylar olmuyordu. İçlerinde cami köşelerinde dilenenler olsa da bir kısmı işyeri açmış, büyük bir kısmı neredeyse yok pahasına, sosyal güvencesi olmadan sanayici ve esnafımızın yanında ekmek parası için çalışmaya başlamış, çocukları okullarımıza misafir öğrenci olarak alınmış, birçoğu Türkçe öğrenmiş durumdalar. Kimimiz ellerinden tuttu yardım etti, kimimiz: “Doldular geldiler buraya, ne zaman gidecekler” dedi durdu.

Şimdilerde mültecilere vatandaşlık verilsin, verilmesin tartışması gündemimizde. Her konuda olduğu gibi istikrar abidesi olan ülkemizin insanı yine ikiye bölündü: Kalsınlar, gitsinler. Hakkını yemeyelim bir de ‘ama’cılar var. Vatandaşlık tartışmalarıyla birlikte başta Beyşehir olmak üzere Suriyeliler'le aramızda ölümlü kavgalar baş göstermeye başladı. İnşallah böyle olayların arkası gelmez. Çünkü bu tür olaylar provokatif olaylara sebebiyet verebilir. Dikkatli olmada fayda var. Her zamankinden daha fazla soğukkanlı olmalıyız.

Mültecilere vatandaşlık verilsin mi, verilmesin mi tartışmasına katılma gibi niyetim yok. Ben kalsın desem de kalmasın desem de insani bir durum dolayısıyla onlara sınırları açan devlet nasıl ki bana sormadı, vatandaşlık vereceğinde de yine bana sormayacak. Madem Suriyeliler içimizde bir realite. Yanıbaşımızda olumsuz etkilerini gördüğümüz bu savaş kısa zamanda da biteceğe benzemiyor. O zaman beğensek de beğenmesek de, istesek de istemesek de mültecilerle yaşamak durumundayız. Ülkemiz zaten yolgeçen hanı. Her birimiz derinlemesine geçmişini araştırsa  kökenimiz dışarıyı gösterir… Kimleri barındırdık kimleri. Lanetli kavim olarak bilinen Yahudiler’i bile almışız Osmanlı Döneminde. Naziler’den kaçanlara da kucak açmışız. İlkokulda Türk Milletinin özelliklerini okurken bir tanesi de “Misafirperliğimiz” idi. Nice yıllardır bu ülke her mağdur ve mazluma hep  kol kanat germiştir.

“Suriyeliler gitsin” diyenlerin çoğunun bu insanlara yardım ettiğini sanmıyorum. Günümüzde akraba ve kardeşler arasında bile basit meseleler yüzünden kavgalar çıkabilmektedir. Suriyelilerle aramızda çıkan kavgaları büyütüp olaylara hamasi duygularla yaklaşarak toplumsal infiale sebebiyet verebiliriz. İşçi ihtiyacını karşılamak için dün bizi ülkesine davet eden Almanya’da bir zaman geldi ki, Türk işçiler istenmez oldu. Dazlaklar adı verilen ırkçı-şovenistler zaman zaman soydaş ve dindaşlarımızın evlerini ateşe verdiler, ölümlerine sebep oldular. Bizler onların yaptığını yaparsak Dazlaklar’dan ne farkımız kalır. Hani biz Ensardık? Hani biz misafirperver idik? Bir Suriyeli mültecinin telefon profilinde Arapça olarak: "Gurbette, yaşayandan başkasının bilemeyeceği ... açlıklar vardır" yazısını paylaşmıştı bir arkadaş sanal alemde. Evini, barkını, işini-aşını, ailesini ve memleketini kaybeden mültecilerin içimizde yaşadıklarından çok da memnun kaldıklarını söyleyemeyiz.

Ülkesinde mülteci barındıran Pakistan gibi olmaması için devletin tedbirler alması lazım. Suça karışan kim olursa olsun sınır dışı edilsin. Vatandaşlık verecekse kılı kırk yarsın. Dua edelim de; savaş ülkemize sirayet etmesin, Suriye ve Irak’taki savaş sona ersin, mülteciler ülkelerine dönsün. Allah kimseyi vatansız bırakmasın. Başkasına el açan duruma düşürmesin. Veren el olmayı nasip etsin bize. Bunu şu anda en iyi Suriyeli mülteciler bilir. 14.07.2016

16.07.2016 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

13 Temmuz 2016 Çarşamba

Biz bu Suriyeliler'i ne yapalım?

Asalım mı keselim mi ya da kaynatıp suyunu mu içelim? Kimdir, necidir, bunlar? Biz bunlardan nasıl kurtulacağız? Vatandaşlık verilsin mi verilmesin mi? Vatandaşlık verilirse bunlar oylarını kime verirler? 7'den 70'e oturup kalkıp içimizdeki sayıları 3 milyonla ifade edilen mültecilerden dem vuruyoruz. Neler demiyoruz neler!

Bu ülke insanının hakkını teslim etmek lazım. Yine her konuda olduğu gibi ikiye bölündük: vatandaşlık verilsin. Yok verilmesin şeklinde. İkiye bölünme konusundaki istikrarımız takdire şayan. Tek Allah'ın birliği konusunda halihazırda ittifak halindeyiz. Eğer bir siyasi bu konuda bir tartışma başlatırsa birliği konusunu da gerekirse tartışma konusu yaparız. Çünkü damarlarımızda kan, yüzümüzde bet beniz kalmaz eğer aynı görüşte olursak.

Mültecilik konusu savaşan devletlerin komşu devletlere zorunlu bir hediyesidir. Süper güçler ülkeleri kan gölü haline dönüştürür dünyalık menfaatleri için. Ceremesini de sivil halk çeker. Kimi göç eder, kimi de bir kör kurşuna duçar olur. Mezarı bile bulunamamasına dünyaya veda eder. Suriye'deki savaş, birbirlerini öldürme savaşıdır. Kimse düşmanını öldürmüyor, birbirini öldürüyor. Kimin eli kimin cebinde belli değil. Adamlar memleketlerinde kalsa sakal, başka bir ülkeye terki diyar eylese bıyık. Çoğumuz oturup kalkıp Suriyeliler'e kızıyoruz, savaştan kaçtılar diye. Adamlar kiminle savaşacak belli değil. Sonra yapacakları savaş, galibi olmayan bir savaş olacaktır. Geçen gün Milli Eğitim Bakanı açıkladı: Güneydoğu'ya ilk defa atanan öğretmenlerin % 90'ı bir yıl içerisinde eş durumundan Batı'ya geliyor diye. Çocuğumuzun tayini, askerliği Doğu'ya çıksa hop oturup hop kalkıyoruz. Gerekirse naylon evlilik yapıp eş durumundan dolayı oradan kaçmaya çalışıyoruz. İşte Doğu da bizim memleketimiz. Niçin durmuyoruz orada... durmadığın, emek sarf etmediğin memleket senin değildir. Ben durmayayım orada bir başkası dursun dersen daha çok beklersin.

Anadolu tarih boyunca göçler ülkesi olmuştur. Her millete kucağını açmıştır. lanetlenmiş kavim olarak bilinen Yahudilere bile sınırları açmıştır Osmanlı döneminde. Nazilerden kaçanlara da kol kanat germiştir Türkiye Cumhuriyeti. Eskiden bu milletin özelliklerini sayarken bir tanesi de misafirperverlikti. Ne oldu bize. Adamlara bir ekmek veriyoruz dokuz tokmak vuruyoruz. Ekonomisi kendi kendine bile yetmeyen, cari açık veren bir ülke aynı anda 3 milyon savaş mağduruna misafirperverlik yapıyor, kimseye el avuç açmadan. Tarih bu ülkenin bu mültecilere yaptığını sitayişle yazacaktır. Zaman zaman Avrupa'da, şimdilerde ABD'de ortaya çıkan ırkçı yaklaşımlardan kaçınmada fayda vardır. Almanya'da Dazlakların bizim gurbetçilerimize yaptıklarını nasıl ki kabullenemiyor isek bizim de empati yaparak ülkemizdeki mültecilere aynı muameleyi yapmamamız gerekir.

Şunu açıkça söyleyelim ki, Türkiye'nin Suriye politikası iflas etmiştir. Suriye'de kim galip gelirse gelsin ABD ve batılı devletler galip gelmiş olacaklardır. Çünkü bu savaşta Türkiye tek ata oynarken bizimle beraber yola çıkan süper devletler 10 ata oynamıştır. Savaşı 10 attan biri kazanacaktır.

Devlet Suriyeli mültecileri vatandaş olarak  alacak görünüyor. Hükümet doğru yapar ya da yanlış. Meclisteki çoğunluğuna güvenerek  bu mültecilere vatandaşlık verebilir. Vatandaşlık verildikten sonra olması muhtemel risklerin olmaması için ne gibi tedbirler ve yaptırımlar alınmalıdır önerileriyle çıkmak lazım kamuoyunun önüne. Mülteci sorunu dolayısıyla Pakistan'ın içine düştüğü durum iyi irdelenip aynı duruma düşmememiz için uygulanabilir kurallar ortaya koymak gerekir.

Ülkemizdeki mültecilere vatandaşlık verilecekse;
Kimin, nerede kaldığı belli olmalıdır. Hepsinin parmak izi alınmalıdır. Suça karıştığı tespit edilenler sınır dışı edilmelidir. Dilencilik yapmaları yasaklanmalıdır. Çocuklarını okula gönderme zorunluluğu getirilmelidir. Türkiye'deki zenginlerin ikinci hanım olarak Suriyeliler ile evlenmesi yasaklanmalıdır. Belli bir yıl bu ülkede kalıp suça karışmayanlar vatandaşlığa alınmalıdır. Devlet yardımı var ise vatandaşlığa geçtikten sonra yardım kesilmelidir. Suriyeliler'den ucuz işçilik olarak faydalanmanın önüne geçilmelidir. İmkanı olmayan mülteci ve kendi insanımıza belli bir süre yardım yapılmalıdır. Devlet başta Suriye olmak üzere Irak gibi yerlerde savaşın sona ermesi için diplomasi yürütmelidir. Savaş bittikten sonra mültecilerin ülkelerine dönmeleri için devlet teşvik yapmalıdır. Vatandaşlar vatandaşlık meselesi gündeme gelmesiyle birlikte ülkenin değişik yerlerinde meydana gelen provokatif olaylara karşı uyanık olmalıdır. Bu ülkenin insanı mültecilere karşı düşmanca  tavır içerisinde olmamalıdır. Yardım yapıyorsa başa kakmasın. Yapmıyorsa zaten hiç konuşmasın. Devlet Suriyeliler'den önce bana fazla verip onlar geldikten sonra paramı azaltmadı. Gelip evime oturmadılar, beni evimden çıkarmadılar. Onların durumuna bakıp kendi halimize şükredelim. Bu memleketin kıymetini bilelim. Birbirimize düşmeyelim. Bu ülkenin tüm etnik grupları bu ülkede bir ve beraber yaşamanın üzerinde duralım.

Allah kimseyi vatanından etmesin. 13/07/2016

12 Temmuz 2016 Salı

Kimler din eğitimi vermelidir?

Vatandaşımız yeme içme gibi ihtiyaç duyar din eğitimini öğrenmeye. Çocuğuna karşı görevlerinden biri olarak görür bu işi. Belki arkamdan bir Fatiha okur muradındadır. Hayırlı evlat olsun derdindedir. 7'den 70'e diz çökeriz hocaların önünde. Rahmetli babam o yaşında namaz sürelerini unutmuş muyum der, önümde diz çökerdi. Saygısı bana değil, okuduğu sürelere idi. Doğru dediğimde çocuklar gibi sevinirdi. Milletimiz dinini öğrenmeye aşıktır desem mesele daha iyi anlaşılır.

Geçen bir yazımda "Din eğitimi anlayışımız çocuklarımızı dinden soğutmasın" başlıklı bir yazı kaleme almış, din eğitimi verilirken iyi niyetle öğrensinler diye yaptığımız bazı tasarrufların çocuklarımızı dinden soğutmaya sebebiyet verdiğini/verebileceğini, bu yüzden çocukların seviyesine inmek başarıyı getiren en önemli faktör olabileceğini, sevdirmek en önemli olabileceğini izah etmeye çalışmıştım.

Malumunuz olduğu üzere okullarda bir dersi sevmenin yolu öğrencinin öğretmenini sevmesinden geçmektedir. Din eğitimi ve öğretiminde de ders veren hoca mutlaka önemlidir. Bir şeyi öğretene biz hoca ya da öğretmen deriz. Din eğitimini veren öğreticilerde hangi özellikler olmalıdır?

Din eğitimini veren kişi her şeyden önce:
* Çocuğun seviyesine inebilen olmalıdır.
* Dersi öğretmekten önce kendisini sevdirmelidir.
* Yaşantısıyla örnek olmalıdır.
* Vatandaştan, veliden ve öğrenciden herhangi bir ücret almamalıdır.
* Dayak ve hakarete başvurmamalıdır.
* Dersini vermeyen öğrenciye öncelikle tatlı ve nazik bir dil kullanmalıdır.
* Namaz kılma, başını örtme vb sorumluluklarını yerine getirmede öğrenciye baskı yapmamalıdır.
* Kur'andan önce sevgiyi, saygıyı, doğruluk, güvenilirlik, temizlik, yardımseverlik, başkasını rahatsız etmeme gibi iyi hasletleri örneklendirerek öğrenciyi işlemelidir.
* Veren el olmalıdır.
* Namaz kılmanın, Kur'an öğrenmenin önemi öğrenciye kavratılmalıdır.
* Ödül ve cezada anlatılabilir ölçüler koymalıdır. 
* Yaptıklarında öğrenciyi ve veliyi ikna edebilmelidir.
* En az İlahiyat fakültesi ve dengi bir okuldan mezun olmalıdır.
* Belli yaş grubunu okutan öğreticiler olmalıdır. İlkokul seviyesindeki öğrencileri okutan ayrı, ortaokul ayrı, lise ayrı, genç ve yaşlıları okutanlar ayrı olmalıdır. Çünkü aynı kişi her yaş grubundaki kişilerin seviyesine inemeyebilir.
* Yeterli donanım ve birikime sahip olmayan, ehliyetsiz kişilere görev verilmemelidir.
* Sosyal aktivitelerden anlamalıdır. Zaman zaman öğrencilerin faaliyetlerine katılmalıdır.
* Her şeyi yasaklayan yasakçı bir zihniyete sahip olmamalıdır.
* Öğrenciye sağlam bir din anlatmalıdır. Kendini ait hissettiği grubun üyesi yapmak için bir yol izlememelidir.
* Gezi, piknik gibi aktiviteler düzenlemelidir. 
* Önüne gelen her bir çocuğu kendisine emanet kabul etmelidir, kendi çocuğu bilmelidir.
* Samimi olmalıdır.
* Sabırlı olmalıdır. 12/07/2016