1 Temmuz 2016 Cuma

Gibisi fazla...

-Bu akşam Kadir Gecesi biliyorsun. Nasıl değerlendirmeyi düşünüyorsun?
-Erkenden uyuyacağım.
-Niye ki, çok mu yorgunsun?
-Evet.
-Ne iş yaptın?
-Neler yapmadım ki... Bugün telefonuma gelen  whatsapp ve SMS mesajlarını okudum akşama kadar. Gözlerim yoruldu. Telefonum boş kalmadı çaldı durdu. Başka da yazı okutmadı hiç. Hele bazı dostlarım çok akıllı ve de rahatına düşkün.
-Ne yapıyorlar ki?
-Böyle günler için hemen toplu bir whatsapp grubu oluşturuyor kendi telefonunda kayıtlı olanlardan. Ardından bir kutlama mesajı gönderiyor. Hepsi 2-3 dakikasını alıyor. Esas cümbüşü bundan sonra izle. Mesaja cevap verenler, gruptan çıkmaya çalışanlar, kayıtlı olan ve olmayan numaraların bildirim sesleri seni epey rahatsız ediyor.
-Çıkıvereydin mübarek!
-Dostum eklemiş vardır bir hikmeti. Şimdi hemen çıkarsam ayıp olur diye düşündüm.
-Ne yapmayı düşünüyorsun?
-Gecenin bitmesini bekleyeceğim.
-Sen biraz dertli gibisin sanırım.
-Hele şükür! Gibisi fazla.
-Nasıl olmalı bu işler?
-Kişi kendince değerlendirmeli bu geceyi.
-Kutlama yoluyla seni de anmış oluyor böylece. Fena mı yani?
-Keşke öyle olsaydı. Çünkü dostum toplu mesaj gönderiyor gözü kapalı. Bana gönderdiğini bile bilmiyor. Üstelik aynı yazı binlerce kişiye gönderiliyor; noktasına, virgülüne dokunulmadan.
-Sen ne istiyorsun?
-Bir şey yapılırken biraz zahmet çekilmesi lazım. Şimdiki kutlamalar hep sanal. Eskisi daha iyi idi. Bir büyüğümüzün, tanıdığımızın böylesi günlerini kutlamak için postanenin önüne gider tebrik kartı beğenir. Hemen arka tarafına tükenmez kalemle yazar. Mektup zarfının içine koyar. Ağzını yapıştırmadan postacının önüne koyardık.
-Ağzını niye yapıştırmazdınız?
-Tebrik kartı olduğunu belli etmek için açık bırakılırdı. Çünkü tebrik kartları normal mektuplara göre daha ucuza gönderilirdi. Bize de böylesi tebrik kartı geldiğinde dünyalar bizim olurdu. Yıllarca hatıra olarak saklardık. Manevi değeri vardı böylesi tebriklerin. Hem maliyet, hem zahmet vardı bu işlerde. El yazısı ise samimiyet ifade ederdi.
-Şimdi?
-Şimdi her şeyimiz sanal.
-Senin bu yazın da sanal.
-Evet maalesef.
01.07.2016

Karşı olduğum bir mezuniyet törenine ben de katıldım

Anamın ikiz torunlarının;
1.2009 'da başlayan maratonlarının 1. etabı tamamlandı. Mezuniyet törenleri yapıldı.

2.Aynı aileden hekim seçme hakkınız var artık.
3.Cezası sudan ucuz hekim dövme hakkı elde ettiniz.
4.Haziranın sonunda giydiğim takım elbise, mevsim kış gibi olduğu için bana sıkıntı vermedi.
5.Bana, katılmadığım ve kutlamadığım babalar günü hediyesi verildi.
6.İki çocuktan ucuz ve masrafsız olanın mezuniyet törenine katılmak nasip oldu. Diğeri tasarruf tedbirlerine takıldı.
7.Anneleri ödül olarak iftara menemen yemeği hazırladı. Fakülteleri de sahte bir diploma hediye etti.
8.Vatana ve millete hayırlı olsun. Rabbim bana ve herkese hayırlısını nasip etsin. Sıratı müstakim üzere yaşamayı ve ölmeyi nasip etsin. 01.07.2016

30 Haziran 2016 Perşembe

"Ben İsa Mesih'im tamam mı?"

İşe gitmek için otobüs durağında beklemekteyim.  Sabah sabah sanal alemden haberleri okuyorum kaldırımın bir köşesinde.  Birinin "Selamün aleyküm kardeş" demesiyle sesin geldiği tarafa baktım. Kaldırımın yola bakan kısmında biri idi selam veren. Selamını alırken elini de kaldırdı boyunun hizasına.

30 yaşlarında orta boylu, gözünde siyah bir gözlüğü, üzerinde kumaş bir pantolonu,  pantolon üzerine sarkıtılmış kareli bir gömleği vardı. Alıcı gözüyle baktım kendisine kimdir, neyin nesidir diye. İçten bir selam verme ve el kaldırma idi. Fakat tanıyamadım kendisini. Çünkü ilk defa görüyordum.  Tanımadığıma göre para isteyecek biri olmalı diye geçirdim içimden. Fakat şimdinin çoğu dilencilerine de benzemiyordu. Zira yeni nesil dilenci nazikçe yanına yaklaşıp: Efendim, özür dilerim. Size bir şey söyleyebilir miyim" diye sizi durdurur. Ardından meramını anlatır. Bana 3-4 metre mesafede ve temiz giyimli biri idi. Ben; bu kimdir, kimin nesidir, sabah sabah bana niye selam verdi diye düşüne durayım.

Düşünmek durumundayım. Çünkü tanımadığım adam niye selam versin ki. Çünkü bizde güpegündüz tanımadığına selam verilmez. Asık suratımızla baktığımız yeri ve kişiyi yakarız. Kolay kolay selam vermeyiz hele bir de işe gidiyorsak. Sanki işe değil idam sehpasına gidiyoruz. Ciddiyet ve resmiyet hayranıyız zira. Sayısı az olmayacak kadar daha selam vermeden yüzüne bakıp, " Hemşehrim sen nerelisin" deyip adamlığına karar vermeye çalışan ve seninle kontak kurmak isteyen kişiler istisna tabii bu durumdan.

Adam hemen sırtını döndü bana. Yolun karşı tarafına dikey bir şekilde geçmeye başladı. Yolun ortasına varınca tekrar döndü bana: Ben İsa Mesih'im, tamam mı" dedi. Ben de başımı salladım, tamam der gibi. Başka da ne söyleyebilirdim ki. Adam bana zaten noter görevi vermişti. Tasdiklemekten başka da bir görev vermemişti zaten. Başka da bir şey söylemeyip önce karşı kaldırıma geçti. Ardından kaldırım boyu yürümeye devam etti sabah sabah tebliğ görevini yapmanın huzuru içerisinde. Bereket "Düş peşime, Deccal'ı yok edeceğiz" demedi... Bakalım  bu hizmetten akşama kadar daha kimler faydalanacak?

Beklediğimiz İsa bu muydu acaba? Üstelik bu kimdir diye içimden geçirdiğime cevap olarak kendisinin İsa Mesih olduğunu söyledi. İçimi de okudu anlayacağınız. Adam söylemese zaten merakımdan çatlayacaktım. Hani adam çok da yabana atılacak birine benzemiyordu. Ne dersiniz İsa Mesih olabilir mi?
***
Beklediğim güzergahın otobüsü geldi. Bindim. Yine elime telefonumu almışken benden bir- iki durak sonra 40-45 yaşlarında biri bindi. Bir elinde paket, diğerinde ise poşet. İki Türk Bayrağını ucundan bağlamış, boynundan sırtına geçirmiş, hem önünden hem de ardından  ay yıldızlı bayrağımız görünen bir giyinme şekli vardı üzerinde. Bu da kim demeye kalmadan bindiği gibi bir durak sonra indi. Hasılı bu merakımı gideremedim.
***
Türkiye’de çeşit çeşidiz. Bugün nasibime bu kadar düştü...Ne ararsan var. Belki fakir bir ülkeyiz ama renkliliğimize diyecek yok… Bütün derdimiz bu olsun. Allah kimseye akıl noksanlığı vermesin. 30/06/2016