-Dostum, seni ziyarete gelmek istiyorum. Neredesin?
-Evime buyur gel.
-İşyerine makamına gelmek istiyorum.
-Benim bir makamım kalmadı artık. Ne bir koltuğum var ne de bir masam. Ne bir kaşem var ne de mührüm. Seni ağırlayacak kendime ait bir odam bile yok.
-Hep yokla gidiyorsun. Hayırdır?
-Bundan sonra tek yerim diğer meslektaşlarımla ortak kullandığım öğretmenler odası. Seni orada ağırlamak isterim. Süresi de teneffüsle sınırlı. Eğer geldiğin gün nöbetçi isem, seni nöbet mahallimde ayakta misafir etmek isterim.
-Müdürlüğü bırakıyor musun yoksa?
-Evet. Üzerimdeki ek görevden kurtuluyorum.
-Evine uzak diye mi?
-Hayır. Uzaklık mesele değil. Gönül isteyince uzak yakın olur.
-Uzaklık sana sıkıcı gelmedi mi?
-Aksine uzaklığı değerlendirdim. Kah kitap okudum, kah yazdım.
-Ne yazdın?
-Şu ana kadar 410 yazı yazmışım blogspotumda. Bunun yüzde 70'i okuldan işe, işten eve gelirken otobüste cep telefonuna yazdığım yazılardan ibarettir. Yolculuğun ne zaman bittiğini de çoğu zaman anlayamadım.
-Hangi konularda yazdın?
-Her telden.
-Çoğu müdür olmak ister, sen bırakıyorsun. Beceremedin mi yoksa?
-11 yıl yaptım bu görevi. Kendi çapımda elimden gelen gayreti gösterdim. Sırtımda yumurta küfesi yok. Zaten tali bir görevdi bendeki. Tadında bırakayım istedim.
-Tadı kalmadı mı müdürlüğün?
-Müdürlüğün tadı olmaz. Son 1.5 yıl hiç kalmadı zaten.
-Rahat edemedin mi?
-Ayrıldığım son müdürlük rahat olmaya çok rahat. Ama hiç zevk almadım.
-Niye?
-Öncekilerden de zevk almamıştım ama bir değeri vardı. Şimdikinin hiçbir anlamı yok.
-Önceki müdürlüklerim kendi emeğimin, çabamın bir mahsulü idi. Şimdiki son görevim ise sanki bir ulufe, bir bahşiş gibiydi. Önceki görevimde kimseye minnet etmedim, çünkü bir sınavla geldim, kimsenin hakkını yemedim. Şimdiki göreve ise bir mülakat sonucu geldim. Mülakatlarda bir görevi hak etsen de, etmesen de kamuoyu nezdinde referans, torpil akla gelir. Birilerinin himmetiyle bir yere geldiğin imajı oluşur. Aslında bedava sirke baldan tatlı olur. Çünkü hiç emek sarf etmedim.
-Yani?
-Sınav kazanarak yaptığım görevlerde vicdanımı daha rahat, sınavsız geldiğim görevlerde ise kendimi sığıntı hissettim. Avantadan bir yere gelmiş gibi oldum. Belki birilerinin ayağına basarak çıktım, hakkını yedim. Başkasının mutsuzluğu üzerine mutluluk kurdum kim bilir?
-Nasıl olması lazım bu makamların?
-Objektif kriterlere dayalı bir sınav olmalı. Kazanan atanmalı. Atanan kimse sık sık denetlenmeli. Görevini yapmayan, aksatan ve savsaklayan kim olursa olsun önce rehberlik yapılmalı, halen aksama devam ediyorsa uyarılmalı, fayda sağlamıyorsa soruşturulmayla üzerinden yöneticilik görevi alınıp öğretmen olarak atamasının yapılması sağlanmalıdır. Görevden almalarda toptancı davranılmamalı. Pireye kızıp yorgan yakılmamalı.
-Yönetici ataması bu şekilde olsa nasıl olur?
-Adalet ve hakkaniyet tam oluşmaz. İnsanlar birilerine yaranmaya, gözüne girmeye çalışır. Bu da, insanı kendisi olmanın ötesinde gösterir. Kişiliğini zedeler. Başkasına minnet borcu olan her zaman, her yerde olması gerektiği gibi davranamaz.
-Öğretmenliğe hoş geldin o zaman. 31.05.2016
31 Mayıs 2016 Salı
29 Mayıs 2016 Pazar
Ha ne olur?
1.Sanal alemdeki gezinti, paylaşım, beğen ve yorumunu mesai saatleri dışında yapsan,
2.Sanal alemdeki profiline başkasının değil de kendi fotoğrafını koysan,
3.Yok fotoğraf koymayacağım diyorsan manzara resmi koysan ya da boş bıraksan,
4.Kurum sayfanı sadece tanıtım ve bilgilendirme amaçlı kullansan,
5.Yediğin, içtiğin sana özel olsa da gördüğünü anlatıp aktarsan,
6.Sanal alemdeki her türlü paylaşımdan haberdarsın, sadece gezineceğine biraz da beğen-yorum-paylaşım yaparak icraatını göstersen,
7.Beğendiğini başkası ne der demeden beğensen, biraz etliye-sütlüye karışıp gerekirse zülf-i yâre dokunsan, kınayanın kınamasına aldırmasan, biraz rengini belli etsen,
8.Kurduğun grubu beğenmem için baskı yapmasan,
9.Her hangi bir kimse, kurum, kuruluşun ve siyasetin yılmaz savunuculuğunu yapmasan... 01/08/2015
2.Sanal alemdeki profiline başkasının değil de kendi fotoğrafını koysan,
3.Yok fotoğraf koymayacağım diyorsan manzara resmi koysan ya da boş bıraksan,
4.Kurum sayfanı sadece tanıtım ve bilgilendirme amaçlı kullansan,
5.Yediğin, içtiğin sana özel olsa da gördüğünü anlatıp aktarsan,
6.Sanal alemdeki her türlü paylaşımdan haberdarsın, sadece gezineceğine biraz da beğen-yorum-paylaşım yaparak icraatını göstersen,
7.Beğendiğini başkası ne der demeden beğensen, biraz etliye-sütlüye karışıp gerekirse zülf-i yâre dokunsan, kınayanın kınamasına aldırmasan, biraz rengini belli etsen,
8.Kurduğun grubu beğenmem için baskı yapmasan,
9.Her hangi bir kimse, kurum, kuruluşun ve siyasetin yılmaz savunuculuğunu yapmasan... 01/08/2015
Çocukluğunu yaşamamış gençlik*
Bir
ülkenin geleceğinin olumlu inşası sağlıklı nesillerin yetişmesine bağlıdır. Türkiye
hızlı bir şekilde çağa ayak uydurmaya çalışmaktadır. Her birimizin yetişme
şartları diğerine göre değişiklik göstermektedir.
90
öncesi nesil ülkenin imkanları çerçevesinde okumada, çalışmada, iş bulmada ve
ev kurmada epey zorlukla karşılaştı.
Kardeşlerle
aynı oda paylaşılırdı, televizyon her evde yoktu, tek kanallı siyah beyaz
televizyon akşam 18.00’den sonra yayına başlar, o da bize hitap etmezdi.
Okuldan sonra ve hafta sonları okul ve mahalle arkadaşlarıyla bir araya gelir,
ortak alınan naylon topla top oynardık. Körebe, uzun eşek, dokuz taş, bilye,
aşşık oynardık; çember sürer, ay çiçeği kafasından yapılan araba ile yarış
yapardık. Kışın annemizin patik ayakkabılarını gizlice götürüp yamaçlarda
kayardık. Uzun kış gecelerinde evlerde baranalar olur, şehir bulmaca yarışması
yapılır, bilmeceler sorulurdu. Ayrıca kişiye özel çalışma odası yoktu. Anne ve
babamız okumamız için okul ve öğretmen seçmez, veli toplantılarına bile doğru
dürüst gitmezdi. Toplantıya gidilirse de önce “Çocuğumun ahlakı nasıl?”
denirdi. Çocuk okula “Eti senin, kemiği benim!” sözleriyle kayıt yaptırılır ve
öğretmenine teslim edilirdi. Herkes mahallesindeki okula gider, "Şu okul
iyi, bu okul kötü!" denmezdi. Elbise ve ayakkabı her zaman alınmaz,
bayramdan bayrama alınır, bir bayramda alınmışsa diğerinde alınmazdı. Bayram
bitince de diğer bayramda giymek üzere annemiz tarafından kaldırılırdı.
Evlenen
çocuklar, anne babasının yanında kalır, düğünde çoğu eşya alınmaz ve ayrı ev
tutulma yoluna gidilmezdi. Yokluk içerisinde yaşandı ama insanlar mutlu idi.
90
öncesi nesil büyüdü, anne baba oldu. Yokluk içerisinde büyüyen bu nesil, "Ben
çok çektim, bari çocuğum çekmesin!” demeye başladı. Doğan çocuğu için gelecek
endişesi duymaya başladı. "Çocuğum hangi öğretmende okusun, hangi okula
vereyim, hangi dershaneye göndereyim?” denmeye başlandı. Okul ile birlikte
çocuklarımızın hayatına dershane de girdi. Okula başlayan çocuk 2-3 yıl
içerisinde dershane ve özel ders ile tanıştı. Anne ve baba olarak tüm
hedefimiz, çocuğumuzun iyi bir okul kazanması, geleceğini kurtarmasıydı. Önce
"bilgi" diyorduk, artık. Çocuğumuz erkenden okula gitti, okuldan eve
gelmeden dershanenin yolunu tuttu, eve gelince de okul ve dershane ödevlerini
yapmak için gecenin bir vaktine kadar çalıştı. Yetiştiremediğini de ertesi gün
okulda yapmak üzere yatağına girdi. Her türlü yardımcı kaynağı aldık, çocuğumuza
ayrı oda tahsis ettik, ödevlerini yapması için önce masaüstü bilgisayar, ardından
dizüstü bilgisayar, ardından tabletler aldık. Elektronik oyun ve oyuncakların
her birine çocuğumuz küçük yaşta kavuştu. Okula servisle gitti, geldi. Cebinde
en kalitelisinden cep telefonunu oldu çocuğumuzun; ama toplumsal hayattan
çocuğumuzu tecrit ettik, akrabaya gidip gelmeyi kestik, çocuklarımız birinci
derece dışındaki akrabayı neredeyse tanımaz oldu.
Her
türlü imkansızlıklar içerisinde okuyan bizler, her türlü imkanı,
"Okusunlar!" diye çocuklarımıza sunduk; ama bütün bunlara rağmen
çocuklarımız hala mutlu değil. Bizler hafta sonunu iple çekerken, evde rahat
bir şekilde istediğimiz televizyon kanalını izlerken çocuklarımız dershanenin
yolunu tutuyor. Çocuklarımız bu gün bizden daha bilgili, çok şey biliyorlar;
ama olaylar arasında bağlantı kuramıyorlar...Ödev yapılsın diye alınan
bilgisayarlar çocuklarımızın sanal alemi oldu, arkadaşları sanal oldu. Sanal
alemde kendince bir yazışma ve konuşma dili icat etti. İletişim kuralım diye
alınan cep telefonu teneffüste, serviste müzik dinleme aracı oldu. Kısacası bu
neslin beyni dolu. Dolu beyin yeni bilgi almaz. Bu nesil mutlu değil, bu nesil
çocukluğunu yaşamamış nesildir. Yaşı büyüse de ,boyu uzasa da, anne baba da
olsa; bu nesil, maalesef, büyümüyor; mutlu da olamıyor. Küçük yaşta her türlü
imkana kavuşan nesil, büyüyünce haz almamaya başlıyor hayattan. Ders çalışma
dışında hayattan tamamen kopuk yaşadıkları için ve sıkıntıya katlanmayı,
problemleri çözmeyi de başaramıyorlar. Başarısızlığın nedenlerini de hep
beraber bulduk. Suçlu hep karşımızdaki... Öğretmen iyi anlatmıyor, okul iyi değil,
çevre iyi değil, eğitim sistemi kötü... Hiç kimse öz eleştiri yapmıyor. Müdür,
öğretmeni; öğretmen, öğrenciyi ve idareyi; veli ve öğrenci; okulu, müdürü, öğretmeni
eleştirerek bahanelerin arkasına sığınıyor. Aslında herkes , kendini tatmin
etmeye, bahanelerine inanmaya ve etrafını inandırmaya çalışıyor.
Bu
nesil büyüdü, çoğu evleneceği kişiyi kendi buldu. Düğünler yapıldı, ayrı evler
tutuldu, her şeyleri alındı. Anneler de çalışmaya başladılar.
Nereye
gidiyoruz, düşündük mü gerçekten? İyi iken yanımızda kalmayan bu nesil,
yaşlanınca ve hastalanınca bakar mı bize? Bugün Konya’da tek olan huzurevi
sayısı 20-30 yıl sonra kaça ulaşır düşündünüz mü? Okullarımızın ve
okuyanlarımızın sayısı arttı, hapishanedeki suçlu sayıları da arttı, parçalanmış
ailelerimiz çoğaldı. Gerçekten nereye gidiyoruz? Sağlıklı bir gidiş mi bu?
Her
türlü eleştiri, muhasebeyi ve değerlendirmeyi yapalım; ama önce kendimizden
başlayalım. Çünkü; "İnsanlar kendi kendine değişikliğe uğramadıkça, Allah
hiç bir topluluğu değiştirmez."
Çocukluğunu
tam anlamıyla yaşamış sağlıklı nesiller temennisiyle...
* 30/08/2015 tarihinde konyaegitim.com sayfasında yayımlanmıştır.
2013-2014 öğretim yılında çıkan Karatay Mehmet Hanife Yapıcı Anadolu Lisesi okul dergisi olan Sözün Rengi'nde yayımlanmıştır.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)