8 Nisan 2016 Cuma

Çocuklarımızın hayatını karartmayalım


Uzun zamandır Tv'lerdeki tartışma programlarına bakmazdım. Gündemde ne var ne yok diye şöyle bir göz attım. Değişen bir şey yok. Bıraktığım gibi. Programdaki eşit sayıdaki bağımlı, fanatik grubun biri saldırıyor, diğeri savunuyor. Saldırı cephesi atağa geçmiş saldırgan tavrıyla gol atmaya savunma cephesi  ise postu deldirmemeye çalışıyor.

Saldıran ve savunan kelimeleri bu toprağa hiç yabancı değil. İçimize işlemiş iliklerimize kadar. Herkesçe suç kabul edilen olaylarda bile bu cepheleşme var maalesef. Konu cinsel sapıklık, taciz olayları. Böyle bir konuda bile aşırı uçlarda geziyoruz. Haklarını yemeyelim en azından cepheler tacizin kötülüğünde hem fikir. İhmal vardı, yoktu. Yok şöyle oldu, böyle oldu. Koruma var, yok. Konuş oğlum konuş.

Bizde olmuş ile ölmüşe çare bulunmaz derler.  Bütün dert bundan sonra olma ihtimali olan bu tür sapık ilişkilerin, istismarın önüne nasıl geçilir, nasıl engellenir. Bu tür sapıklar nasıl bilinir, özellikleri nelerdir, bu konuda anne- babalara düşen görev nedir, belli bir yaşın altındaki çocukların yurtlarda, misafirhanelerde kalması uygun mu, değil mi sorularına cevap aranacağı yerde; yurt resmi mi, değil mi, falan yetkili böyle bir yurt, ev yok dedi, efendim niçin görevden alınmıyor, ya da istifa etmiyor gibi sorular üzerine yapılan münakaşalar incir çekirdeğini doldurmuyor. Eşekten düşen başkası, ocağı  sönen başkası, hayatı kararan başkası. Bizimkiler hamasi duygularla türkü çağırıyor.

Bırakın tartışmayı da bu adliyelik olan olay yargıda normal seyrinde devam etsin. Bir daha böyle menfur olayların olmaması için yetkililerin alması gereken tedbirler nelerdir? Mevzuatta boşluk varsa milletin vekilleri oturup oy birliği ile yeni yasa çıkartsın. Siz konuşmaya devam ettikçe o mağdur aileler incinmeye devam edeceklerdir. Hakkınızı yemeyelim sizin tartışmanıza, sürekli gündemde tutmanıza en çok sevinen kim biliyor musunuz? Cezaevinde sizi izleyen sapık/lar. Yaptığımız halt ile kamuoyu oluşturduk. Herkes bizden konuşuyor diye ne kadar seviniyorlar bir bilseniz.  Adam niye sevinmesin. Hemen her yerde, her ortamda gündem sapık olayı. Sapıkla yatıp sapıkla kalkıyoruz. Sivrisinekle uğraşacağınıza bataklığı kurutmayı deneseniz olmaz mı?  Sonra her tartışma programında gazeteci var. Bu gazeteciler ne de çok şey biliyorlar. Bu ülkenin bilirkişileri mübarekler!  Bir konuda efendim bu konuda bilgim yok. Bu yüzden yorum yapamayacağım diyenin alnından öpmek gerek.

Gelelim anne-babalara... Daha ekmek alma sorumluluğu bile vermediğiniz 10-12 yaşındaki çocuğun  sırf okusun diye evinin dışında ikamet ettirilmesi doğru mu? Başka alternatif bulamadın mı? Hiç alternatif olmasa bile devlet okul olmayan yerin öğrencilerini taşımalı eğitim adı altında taşıyor, hatta yemeklerini bile veriyor. Daha iyi eğitim alsın diye kullandığınız bu tasarruf ne işe yaradı şimdi? Bundan sonra yat ağla, kalk ağla. Çünkü nur topu gibi bir çocuğumuz oldu artık. Maalesef sen ve çocuğun yaşama denirse buna, hayatınız boyunca çekeceksiniz. Ya o uçan kuştan bile esirgediğin çocuğunun bir ömür yaşayacağı sağlıksız psikolojisi ne olacak. Bu çocukların kaç tanesi bu toplumda bu psikolojiyle hayır edecek. Bilmen gerekir ki incinen gönül incitir, şiddet gören şiddet uygular, mağdur olan mağdur eder, tacize uğrayan tacize baş vurur. Sadece sırasını ve zamanını bekler.

8. Sınıfı okuyan bir öğrencim vardı. Teneffüste, öğle arasında içini çekerek içli içli ağlayan. Her sorduğumda da "Yok bir şey" diyen. Bu çocuk evleri şehir merkezinde olmasına rağmen yurtta kalan bir çocuktu. Ailesini çağırdık telefonla. Annesi geldi. Çocuğunuz yurt hayatını kaldıramıyor. Bünyesine uygun değil. Yurttan alıp yanınızda kalmasında fayda vardır dedik. “Babası istedi kalmasını. Yurttan da almaz çocuğu” dedi. Babası niye gelmedi dediğimizde “İşi var gelemez. Sonra gelse de laftan anlamaz” dedi. Eşinin numarasını aldım. Cumartesi iş çıkışı Kayalıpark’ ta buluştuk. Çocuğunu yurttan almaya ikna oldu. Pazartesi annesi kızını götürmek için geldi. Kızını sınıftan çağırdık. Haydi gidiyorsun dedim. Kız mutluluktan uçtu sanki. Yurtta hep cenaze hayatı yaşayan çocuğun yüzüne kan geldi. Cenneti kazanmış gibiydi.

Büyükler, gelin çocuklar üzerinden kavga etmeyelim. Bu çocuklara iyi bir gelecek hazırlamak için el birliğiyle hareket edelim. Birbirimize saldırıp yaralamayalım. Yeniçeri gibi kelle avcılığı yapmayalım. İhmali olan varsa temize çıkarmaya çalışmayalım. Kötülüğe giden yolları tıkayalım hep birlikte. 08.04.2016


6 Nisan 2016 Çarşamba

Şivlilik aldınız mı?


Önceki yıl Şivlilik günü sabahın erken saatlerinde  çocukların biri geldi, diğeri gitti.

Yine zilimiz çaldı, kapıyı açtık. Kapıda 55-60 yaşlarında bir beyefendi vardı: 6 ay önce üniversitede öğrenci olan çocuğunun yanında kalmak için gelen Ankaralı bir amca. Yani karşı komşumuz.

Bu yaşta komşumuz da mı Şivlilik almaya geldi diye düşünürken amca:
-Yahu komşu! Bu gün bir anormallik var. Benim bilmediğim bir gün mü bugün. Sabahtan beri kapı zili durmadı. Gelene açtım kapıyı. Her açışımda da  çocuklarla karşılaştım. Bir şey söylüyorlar. Ne dediklerini, ne istediklerini anlayamadım. Bir şey istiyorlar ama ne? Anlamadım.

-Ne diyorlar.
-Şi diyorlar ellerindeki poşeti açıyorlar. Şi ne ya?
-Şivlilik efendim.
-Ne demek o?
-Konya'ya has bir gelenektir. Üç ayların başlangıcı Recep ayının ilk günüdür bugün. Bu günde çocuklar arkadaşlarıyla bir araya gelerek ev ev dolaşırlar. Büyüklerin bugün için aldıkları hediyeleri toplarlar. Bugün öyle bir günkü çocuklar okula bile gitmezler; Şivlilik toplamak için.
-Ya öyle mi? Biz de öyle bir şey yok. Bilmiyordum. Haberim olsaydı ben de bir şeyler alırdım. Demek ki benim şi diye anladığım Şivlilik'miş. Ellerindeki poşet de topladıklarını koymak içinmiş. Ben anlamayınca gülüyorlardı zaar...

Yarın Şivlilik günü. Eğer Konya'da yaşıyorsanız Şivlilik almayı unutmayınız. Bilmiyordum mazeretini çocuklar kabul etmez. Yarın ziliniz çalar da kapıyı açtığınızda çocuklara verecek bir şeyiniz olmazsa işin ucunda  mahcup olmak da var. Benden söylemesi.  06/04/2016

Günde Kaç Kilo Süt Veriyoruz?*

Sıra dışı bir valimiz vardı: Rahmetli Recep YAZICIOĞLU.  Bir holdingin etkinliğine davetli olarak Konya’ya gelmişti. Sunucu: “Değerli devlet ve siyaset adamı Recep YAZICIOĞLU’nu konuşmasını yapmak üzere kürsüye davet ediyorum” şeklinde anonsunu yaptı.

Rahmetli eline mikrofonu aldı: “Ben siyasetçi değilim. Devlet adamıyım. Değerli miyim, değil miyim bilmem ama ben size devlet adamının durumunu  şöyle  anlatayım: İneğin biri günlük 40 kilo süt veriyormuş. Yetkililer ineğe gelip: ‘Biz seni devlet üretim çiftliğine alalım’ demişler. Günlük 40 kilo veren inek 4 kilo vermeye başlayınca, yetkililer: ‘İnek ne oldu sana? 40 kilodan indin geldin 4 kiloya. Bunun sebebi hikmeti nedir’ demişler. İnek: ‘Ben artık kadrolu oldum’ cevabı vermiş” şeklinde anlattığı fıkrayla  stadı kahkahaya boğmuştu.

Fıkradır gülünecek elbet. Fıkraların bir özelliği, güldürürken düşündürmek. Devlette çalışanların durumunu anlatmak için fıkra abartılmış. Bildiğim kadarıyla hiçbir inek günlük 40 kilo süt vermez. İnek üzerinden anlatılan bu fıkrada gerçeklik payı yok mu? Maalesef var. Yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için görevini layıkıyla yapmaya çalışan devlet görevlilerini tenzih ederim. Sayıları az da olsa var.

Şimdi elimizi vicdanımıza koyalım. Eğri oturup doğru konuşalım. Hangi devlet kurumuna gidersek gidelim görüntü itibariyle herkes hummalı bir çalışma içerisinde. Her birinin önünde bir bilgisayar. Peki üretilen katma  değer nedir? Devlette çalışıp da sırtı terleyenin sayısı ne kadardır? Devlete katkımız var mı? Bir an için düşünelim: Kendimiz devlet olsak kendimize iş verir miyiz? Biz orada çalışmazsak işler aksıyor mu? Ya işimize ya da mesaiye riayetimiz ne kadardır? Devlette çalışanın yaptığı devamsızlığı özel sektörde yapabilir miyiz?

Yıllar öncesi bir personelim 4 günlük bir mazeret izni talebiyle geldi. Sebebini sorduğumda “Bizim oralarda şimdi hasat mevsimi. Ben yıllık mazeret  hakkımı hep bu mevsimde kullanırım" dedi. Ailene yardım edecek yok mu” dediğimde, “Ben manevi destek olarak yanlarında olup katkıda bulunacağım.” dedi. Mazeret izni bir hak mı dedim. “Evet” dedi. Buradaki görevin ne olacak, burası mağduriyet yaşayacak dediğimde sessiz kaldı. Bildiğim kadarıyla eşin özel sektörde çalışıyor. Eşiniz kurumundan 4 gün izin alabilir mi dedim. “Alamaz” dedi. Peki alırsa ne olur deyince, “Ya işine son verirler, ya da  Milli Eğitime gönderirler” dedi.  O zaman devlette de özel sektör mantığıyla çalışmak gerekir dedim. Devlete ait her kurum böyledir iddiasında değilim. Her çalışan hep böyledir demiyorum. Maalesef genel itibariyle durumumuz budur. Madem fıkra ile başladık, yine fıkra ile bitirelim yazımızı:

Bir İngiliz, bir Fransız bir de Türk çocuğu kendi aralarında “Kimin babası daha hızlı” tartışması yaparlar.

İngiliz: “-Benim babam daha hızlıdır. Çünkü 100 metreyi 5 saniyede koşar” der.

Fransız: “-Benim babam daha hızlıdır. Silahı ateşler, mermi hedefine varmadan diğer eliyle yakalar” der.

Türk: “-Benim babam daha hızlıdır. Babam devlet hastanesinde çalışır.  Saat 5’de mesaisi biter. 3’te evde olur” cevabı verir.

Her nerede çalışırsak çalışalım; işini, gücünü layıkıyla yapanlar olmamız temennisiyle...

Sahi ne kadar süt veriyoruz günlük...?

Zülfüyâra dokunmuşsam af ola. 06/04/2016
*09/04/2016 tarihinde Anadolu’da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.