Bu sene de çıkmadı Hacc, kur'a da...Umutla bir başka bahara kaldı. Tıpkı sevinç, mutluluk ve heyecanlarımızı ötelediğimiz gibi...
Halbuki ne kadar umutlanmıştım kur'aya. Çünkü kur'alarda şansım yüksekti:
* Dedemin mirasını paylaşırken taşlı çakıllı tarlayı ben çekmiştim.
* Kahta KML'de ücretsiz gözetmenlik yapmak için ihtiyaç olan 2 gözetmenlik için talip olmayınca 20 kişi arasında çekilen kur'a da bana çıkmıştı. (O zaman da demiştim kur'a çekecekseniz ben gönüllü olayım diye. Gönüllü olmamı kabul etmemişlerdi.)
* Bir yemekte çıkması muhtemel kıl, taş hep bana çıkardı.
* Adım Mehmet değildi Ama. Alavere, dalavere Kürt Memet nöbete idi namı diğer adım.. vs.
* Hasılı sorumluluk isteyen her yerin ve şeyin kur'asında vardım.
Tüm bunlara bakarak işimiz kur'aya kalmışsa şansım, bahtım yüksek diyordum. Diğer tüm sorumluluklarda adım geçiyor. Nedense Hacc kur'asında yokum. Demek ki sorumluluğunu taşıyamayacağımı biliyorlar. Tek umudum müracaatı belli bir seneyi dolduranları kur'aya dahil etmeden alıyorlarmış. Eğer o zamana kadar kuralı değiştirmezlerse...
TC'nin ve Suud'un alacakları olsun... O kur'aların da...
Umutsuz olma be Ramazan, Nasibin seneyedir inşaallah!...02/03/2016
2 Mart 2016 Çarşamba
1 Mart 2016 Salı
Vize Notum 40: Postu Deldirmekten Gücün Kurtuldum
1986-1987 öğretim yılında Kayseri’de üniversite öğrencisiyim. Aynı dersimize iki farklı öğretim görevlisi geliyordu. Bir tanesi: “Benim dersime girme. Ara sıra bir görün...Benim sana verebileceğim bir şey yok” dedi. Canıma minnet dedim. Ara ara göründüm. Öbürü: “Sen de bana fazla görünme. Ama odama gelip bana ezber vereceksin” dedi. Eyvallah dedim. Ara sıra odasına gidip ezber okudum. O da dinledi.
Bir gün hocamız sınıfa geldi. İki arkadaşı odasına götürdü. Geriye geldiklerinde arkadaşların kucağında kucak dolusu kitap vardı. Masasının üzerine koydular. Sonra: “Haydi bu kitaplardan birer tane herkese verin” dedi. Herkesin sırasının üzerine birer tane bırakıldı. Diğerlerine kitap dağıtımı yapılırken kitaba bir göz attım. Kitap, hocamıza ait bir tecvid kitabıydı. Sahasında hazırlanmış ender kitaplardan biriydi. Ebatı da kalın. Emek sarf edilmiş, kaliteli bir kitaba benziyordu. Ne iyi insanlar var dedim. Daha fakülteye başlar başlamaz böylesi bir kitabı kazandırmıştı bize. Üstelik cömert de dedim. Kitaplar dağıtılınca: “Haydi biner lira topla” demez mi? Şaşırdım birden. Kitabı elime aldığım gibi “Siz bunu bize ücretiyle mi veriyorsunuz” dedim. Evet deyince, “Ben almıyorum” dedim.
Kitap güzeldi aslında. Ama kendi bastırdığı bir kitabı öğrencilerine emri vaki ile satması bana biraz garip gelmişti. Bin lirayı da basite almayın. Konya-Kayseri yol ücreti 2500 lira idi o zamanlar. Neredeyse benim memlekete gitme paramın yarısı idi.
Ocak ayına girdiğimizde hocamız her bir öğrenciyi odasına çağırmış. Koltuklarının altına 5’er, 10’ar kitap sıkıştırmış; 15 tatiline memlekete gittiğinizde satın gelin diye. Verdiği kitapların parasını da peşin almış. Beni çağırmadı nedense. Adam beni çağırıp da ne yapacak: Bir kitabını bile satamamıştı. Boşa kürek çekmiyordu anlaşılan.
Baktım bizim Karadenizli arkadaş da koltuğunun altında 5 adet tecvid kitabıyla geldi. Görüntüsüne göre düşünceli ve üzgündü. “Hayırdır” dedim. “Ben ne yapacağım bunları, hem de 5 tane. Sonra ben köyde yaşıyorum, kim alır bunları parayla, köye falan götürmeyeceğim, zaten parasını verdim” dedi. “Almayaydın mübarek, mecbur muydun” dedim. “Canın isterse, ne olur ne olmaz” dedi. Kitap güzel bana ver dedim. Uzattı hemen “Al” diye. Ne kadardan vereceksin dedim. Para istemem dedi. Olmaz, fazla da zarar etme. Ben 500 liradan alayım. Yarı yarıya paylaşalım zararı dedim. “Sen nasıl satacaksın” dedi. Ben satmayacağım. Benim kitabım yok. Bir tanesini ben kendime ayıracağım. Diğerlerini de eşe dosta hediye ederim dedim. Anlaştık. Ben aynı anda 2500 lira kaybederken Karadenizli arkadaşım 2500 lira birden kazanmıştı. Aynı zamanda hocanın da gözüne girmişti. Hocaya bin lirayı vermeyen ben Konya’ya dönüş biletinin parasını bir çırpıda vermiştim. Üstelik kitabını aldığımı hocamız da görmemişti.
Efendim, şimdi kitap faslını bitirelim. Muhabbet iyi de vizeler geldi çattı. Hocamın dersinden sınav var. Hem de sözlü mülakat. Sırayla alıyor içeriye herkesi. Sıra bana geldi, ben de girdim içeriye. Kendinden bir parça olan kitabı da masanın üstündeydi. Zaten tecvitten bu kitaptan sorumluyduk. Kur’a usulü çektirdi soruları. Sordu da sordu. Ne kadarına cevap verdim bilmem. Bildiğim bir şey var. Vize sonuçları açıklandı. Vize notum 40 idi. 40’dan aşağı alan zaten dönemi bitiriyor, o dersten finale giremiyordu. Sağ olsun sınırda puan vermişti bana.
Kitabını alıp memlekete götüren ve parasını peşin veren arkadaşların keyfine diyecek yoktu. Arkadaşlar akıllıymış nidecen. İşi o zaman bitirmişlerdi. Ben, vize sonuçları açıklanınca işin vahametini anladım ama iş işten geçmişti bir kere.
Sınfta kitabını geri verdiğimde bana manidar bir bakışı vardı. O bakışın nedenini vize sonuçlarıyla daha iyi anlamıştım. Sanki: “Sen şimdi benim kitabımı alma, ben sana gününü gösteririm. Senin bana, benim de sana verebileceğim bir şey yok” demek istemişti. Anlayışım biraz kıt. Ne yaparsınız…
Belki de bu anlattığım benim hüsnü kuruntum. Başarısızlığıma kılıf bulmak. Başarısızlığı kim kabul eder ki... 01/03/2016
Yaşarsam şayet, yaşlılığım çok kötü olacak!
8’e giden çocuğumun
kontörü bitmiş. Yüklemek için telefonu elime aldım. Telefon ve kredi kartı
bilgilerini girdim. Yüklemek için gönder
butonuna bastım. Hemen mesaj geldi: “15 lira kart harcamanıza ait şifreniz” diye.
Çocuğa: “Git oğlum
telefonu al gel de, gelen şifreyi gireyim” dedim. Çocuk bir türlü gitmedi, bana
bakıyor. “Telefonu al gel diye tekrarladım, biraz da sesimi yükselterek.
Çocuktan yine tık yok. Sadece bakıyor bana. 3.defa söyledim. Nihayet çocuk
gözüyle elimdekini işaret etti. Baktı hala ben bekliyorum. Sonunda: “Baba! Telefon
elinde ya” demez mi? Evet baktım. Telefon elimde. Ne diyeceğimi şaşırdım.
Halbuki ne de hazırlamıştım hemen gidip telefonu getirmeyen oğluma kızmaya. Sonunda
ne mi yaptım. Kızamadığıma kızdım. Düşündüm: “Oğlum Ramazan, şayet yaşarsan
ihtiyarlığın çok kötü olacak” diye. Kendisine: “Gel oğlum bu sır olarak kalsın
aramızda. Bak sana kontör de yükledim
şimdi” dedim. Çocuk: “Baba, denk geldi bir defa. Ben böyle bir anı bir daha
yakalayamam. Kusura bakma anlatırım” demez mi? Ne olacak zamane çocuğu işte. Bir de daha yeni iyilik yaptım güya.
Şartlanmışlık böyle bir
şey işte. Genelde kontör yüklemeyi masaüstü bilgisayardan ya da laptoptan
yaparken başka bir odada şarja takılı olan telefonu almaya giderdim; gönderilen
mesajı girmek için. Bazen insan elindeki bir şeyi arar ya. İşte ben de elimdeki
cep telefonunu aradım.
Gülme kardeş gülme! Gülünecek bir
şey değil. Bak sıra sana da gelir. Sonra bu yazdığım, bir sır haberin olsun.
Buraya yazılan sır olur mu dersen. Olur niye olmasın. Zaten kimse okumuyor ki.
İnsana sır vermekten daha iyi. Ya kazara, yolunu şaşıran biri okursa... Evet ben
de ondan korktum zaten. Olur ya biriniz benim oğlanla karşılaşır. Bunu benim oğlandan duymaktansa
ilk önce benden duysun. Şayet yolunu şaşıran varsa.…Alo, var mı yolunu şaşıran... Kim kabul eder yolunu şaşırdığını. Düşmez kalkmaz bir Allah! Ne diyelim... 01/03/2016
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)