Büyükçekmece Adliyesi emanetinde bulunan 25 kilo altın ve 50 kilo gümüşü, adliyede çalışan bir temizlik görevlisinin, sabahın erken saatlerinde adliyeden çalması, beş gün sonrasında da İngiltere'ye sırrı kadem basması Türkiye'nin gündemine oturdu.
Altınların iç edildiğinden adliye 1 Aralıkta haberi olmuş.
Adalar Adliyesinin emanet bölümünde bulunan 12 silah da aynı Adliyede bulunan zabıt katibi tarafından alınıp satıldığı bir başka haber olarak gündeme oturdu.
Silahların ederini bilmiyorum ama giden altın ve gümüşün 147 milyon lira değerinde olduğu yazılıp çiziliyor.
Bu iki olayın da hiç kimsenin özellikle hırsızın bile aklına gelmeyecek bir yerde gerçekleşmesi akıl alır gibi değil. Yalnız hırsız içeriden olunca, kapı kilit tutmamış.
Adliyelerde pek işim olmadı. Yalnız ne zaman adliyelere girsem, alınan güvenlik tedbirlerinden içeriye girmek ne mümkün. Kemerine, bozuk parana varıncaya kadar üzerinde ne varsa bir kaba koyup hem eşyan hem de kendin X-Ray cihazından geçiriliyorsun. Yani öyle böyle değil, yüksek derecede bir güvenlik tedbiri uygulanıyor. Kapılarda bekleyen görevli polisleri zaten söylemeye gerek yok.
Uygulanan bu güvenlik tedbirlerinden, ülkenin en güvenilir yer ve kurumları adliyeler dersin. Çünkü yediemin burası. Ne demek yediemin? "Uyuşmazlık konusu malın, inceleme ve yargılama süresince korunması için geçici olarak bir güvenilir kişiye bırakılması" demektir.
Görünen o ki adliyelerin güvenirliği ve alınan onca tedbir dışarıdan gelenlere imiş. İçeridekiler için herhangi bir tedbir düşünülmemiş olmalı ki bir temizlik görevlisinin, bir zabıt katibinin, içeride ne kadar yediemine teslim edilen şey varsa onları iç etmesi hiçten değilmiş.
Adliyeler dışarıda suç işleyenlere ceza kesen bir yer iken, içeriden suç işleyenler ise elini kolunu sallayarak İngiltere'ye gidebiliyor. Nereden bakarsan üzücü bir durum.
Görünen o ki adli emanet ya da yediemin denilen yerde ekstre bir emniyet tedbiri düşünülmemiş. Sadece odanın anahtarı kendisinde olan temizlik görevlisi bir şekilde kasaların anahtarını temin etmiş.
Hırsızlığı göze alan biri bir şekil hırsızlığı yapmak ister. Yalnız adliyenin içinden bu kadar altın ve gümüşü bir kişinin dışarıya çıkarabilmesi anlaşılır gibi değil.
Görünen o ki alınan tedbirler yetersiz. Burada bir güvenlik zaafı söz konusu. Temizlik görevlisi bile olsa buraya bir kişinin değil, birkaç kişinin hakim veya savcı nezaretinde belli saatlerde girebilmesi gerekirdi. 24 saat bu kapıyı polisin beklemesi uygun olurdu. Polisin gireni, çıkanı, girerken ne getirdiğini, çıkarken ne çıkardığını kontrol etmesi gerekirdi.
İş işten geçtikten sonra akıl veren çok olur ama bu kadar kıymetli mücevherat aylar boyu adliyede niçin tutulur? Bu ne cesaret. Pekala daha güvenli ve yüksek tedbirlerin alındığı yerlerde muhafaza edilebilirdi.
Ne işe yaradı şimdi? En emniyetli yer olması gereken adliye; altın, gümüş ve silahla karizmayı çizdirdi.
Merak ediyorum, yurt dışı oylar Türkiye'ye getirildiği zaman oy sandıkları çalınmasın, oylar değiştirilmesin diye güvenli bir yere konur, buraya gitmek için tüm sandık görevlilerinde bir anahtar olur, anahtarın biri eksik olursa burası açılmaz. Oyların güvenliği için alınan bu tedbir niçin mücevherat için alınmaz? Bu demektir ki oy mücevherattan daha önemli. Nasılsa, bu altın ve gümüş vatandaşın. Yargılama sonucunda ya vatandaşa verilecek ya da devlete kalacak. Çalındığına göre geri gelmezse nasılsa devlete fatura edilir. Tüm 86 milyon bunu öderiz.
Abartılı tedbir alınmadığına göre belli ki adliyedeki işler de tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi güven esasına göre yürüyor. Nasılsa adliyeye; temizlik görevlisi, zabıt katibi, mübaşir vb. olarak girmek için en az lise mezunu, KPSS puanı, mülakata çağırılacak beş katı adayın içerisine girme, mülakat ve uygulamadan geçme, referans ve güvenlik soruşturması gibi yollar takip ediliyor. Mevcut çalışanların hepsi referansla alındığı için adliyeye girenler karıncayı bile incitmez şeklinde değerlendiriliyor olmalı.
Öyle zannediyorum, temizlik görevlisi de mülakat ve referansla alındı. Kendisine o kadar güvenilmiş ki adeta Karun hazineleri teslim edilmiş. Çevresinde tanıyanlara göre ilgili kişi çok güvenilir biri. Üstelik namazında ve niyazında. Oruç da tutuyor. "Bir şey istese neyim varsa veririm" diyen de hırsızı tanıyan biri.
Bizler güvenle tedbiri karıştırıyoruz nedense. Kişi güvenilirse tedbir almaya gerek yok diyoruz. Halbuki esas bizi yarı yolda bırakacak ve şaşkına çevirecek kişiler tedbir alınmaya ihtiyaç duyulmayan güvenilir kişilerdir.
Ne demek istiyorum. Nazarımda altınları alıp kaçan temizlik görevlisi dahil herkes güvenilirdir. Kişilerin güvenilirliği deneninceye kadardır. Çünkü her güvenilir kişinin aynı zamanda zaaf/ları vardır. Buna satın alınabilir tarafı da diyebiliriz. Hz Adem bile "Bu ağacın meyvesinden yersen ölümsüz olacaksın" sözüne zaaf göstermiş ve meyveden yemiştir. Öyle ya insanın en büyük zaafı ölüm korkusudur. Kim ölümsüz olmak istemez şu fani dünyada. Temizlik görevlisi de bencileyin dört gram altını yan yana görmemiş biri olmalı. Siz bu adamın iştahını kabartacak şekilde, geri kalan ömrünü hiç dünya gailesi çekmeden yaşamasına imkan verecek 25 kilo altın ve 50 kilo gümüşü alabileceği bir ortam oluşturursanız, bu insanı zaafı ile baş başa bırakmış olursunuz. Ve dört yıllık görevli bu zaafına yenik düşüyor. Dürüstlük ve güvenilirliği de buraya kadardır. Maalesef bu dürüstlük sınavını geçememiştir. Siz ne derseniz deyin, bu büyük hırsızlık olayında, ben gençten ziyade gence bu ortamı hazırlayanları sorumlu tutarım. Kısaca adliyenin tedbirleri zaafları barındırıyor. Bu hırsızlık vakasında hırsıza gelinceye kadar hırsıza al kaçır ortamı oluşturan üst sorumlular birinci derece sorumlu. Hırsızın hiç suçu yok mu demeyin. Lütfen başa dönmeyelim.
Sonuç olarak sunu söyleyeyim. Her türlü hırsızlık, alavere, dalavere bu toplumda vakayiadiyeden oldu. Toplum olarak her gün şok geçirmekten şok geçire geçire şok geçirmez olduk. Öyle görünüyor ki şeytan, bunlar beni geçti. Bunlar birbirlerine yeter, bana ihtiyaç yok deyip bu ülkeyi terk edeli çok olmuş. Tuz kokmuş tuz. Bu kokuşmuş halimizle, nerede hata yaptık, bu badireden nasıl kurtuluruz üzerine kafa yoracağımıza, suçluları dışarıya çıkaracak kısmi affı konuşuyoruz. Bari, suçsuzları içeri alalım da suçlular dışarıda gezip dolaşsın.
Not: 1.Yazılıp çizildiğine göre altınları iç edip İngiltere’ye giden zanlı, çalıştığı arkadaşlarına, “Altınları sattım. Çarşınız pazar olsun” mesajı gönderdiyse bu kişi bu hırsızlıkta yalnız değil. Büyük ihtimalle altınları üleşecek suç ortakları var.
2.Bir serzeniş de oğluma. Dört yıllık adliye tecrübesiyle bu kadar altının sahibi olan ve zenginler kulübüne giren bu genci görünce, 2011’den beri adliyede çalışmasına rağmen daha bana zırnık altın koklatmayan oğluma, ben gönül koymayayım da kim gönül koysun. (!)
Merhabalar.
YanıtlaSilTemizlik görevlisine ne diyeyim, adliyeye ne diyeyim, devlete ne diyeyim? Şİmdi bu olayı duyan tüm vatandaşlar temizlik görevlisine ne diyordur biliyor musun sayın hocam? Helal olsun! Evet, elbette helal olsun! Adliyeye ve devlete de yazıklar olsun! Emanet kasa soyuluyor ve adliyenin kaç gün sonra haberi oluyor. O zamana kadar da minareyi çalan kılıfını hazırlayıp İngiltere'ye kaçıyor.
Hocam bu hırsızlık olayının şu tarafını merak ettim. Çalınan altın ve gümüşler Türkiye'de mi satılıyor? Yoksa, İngiltere'ye o kadar altın ve gümüşü beraberinde götürmek mümkün değil.
Peki Türkiye o hırsızı İngiltere'den isteyecek, İngiltere o hırsızı Türkiye'ye iade etmeyecek mi? Mutlaka iade edecektir. Peki hırsız görevli tüm bunları düşünmedi mi? İngiltere'ye kaçmakla kendini kurtaracak mı sandı?
Bu hırsızlık işine ben pek akıl erdiremedim. Cenab-ı Hakk bu işte parmağı olan herkesin layığını versin. Allah'ın adaletine ve merhametine güvenmekten başka çıkar yolumuz kalmadı.
Selam ve saygılarımla.
As, merhabalar Recep Bey. Dediğin gibi halkın çalıp çırpana bakış açısı da değişti. İSKİ olayını hatırlarım. Günlerce konuşulup ayıplanmıştı. Sonradan İSKİ olayına rahmet okutacak yolsuzluklar ortaya çıktı. Ben olsam ben de yaparım deme noktasına geldi halkın çoğu. Maalesef bu bir dönüşüm. Eksiye doğru giden bir değişim.
SilÇalınan altınların bir şekilde dışarı çıkarıldığını düşünüyorum. Çünkü çok önceden oturum alıp bu işin planını yapan biri daha kendisi çıkmadan dışarıya çıkaracak bir plan da yapmıştır. Yalnız bu iş bir temizlikçinin tek başına yapacağı bir şey değil. Burada bir organize ortaya çıkar diye düşünüyorum. Altınlar Türkiye'de de saklanmış olabilir. Yarın gündemden düşünce satışa çıkarırlar.
Adam suçluların iadesi ile geri verileceğini bilmesine rağmen bu işi yapmıştır. Ya güvence verilmiş olabilir ya da birkaç yıl yatar çıkarsın, biz sana bakarız garantisi verilmiş olabilir. Ama adliyede suç ortakları var sanki. Belki bunun görevi dışarıya çıkarmak, bir başkası saklayacak vs.
Merhabalar.
YanıtlaSilOğlunuz Konya adliyesinde katip olarak mı çalışıyor. Eskiden savcıya müddeiumumi derlerdi. Benim 1919-(1995 ölüm) doğumlu amcam da memleketteki adliyenin müddeiumumi katibiydi.
Müddei :davacı demekmiş umumi de herhalde tüm davacıların başvurduğu merci olunca, savcı kelimesi herhalde böyle oluşmuştur.
Selam ve saygılarımla.
Merhabalar. Oğlan 2011'de şoför olarak girmişti adliyeye. Sonradan zabıt katipliğine geçti. Bugün müddeiumumi kelimesini pek değil, hiç kullanan kalmadı. Kullanan olsa da kimse anlamaz. Kamu adına iddiada bulunan kişi demekmiş. Kısaca savcı kelimesi bu şekilde bileşik kelşme ile ifade edilirmiş eskiden.
YanıtlaSilMerhaba Üstadım,
YanıtlaSilBu yazıyı okurken içimde tuhaf bir ürperti dolaştı. Çünkü anlattığınız şey “olağanüstü bir skandal” değil, artık neredeyse sıradanlaşmış bir çürümenin fotoğrafı. İnsan okudukça şaşırmıyor, sadece irkiliyor; çünkü bu ülkenin en güvenli olması gereken yerlerinde bile güvenlik yoksa, geriye ne kalıyor?
Adliye dediğin yer, devletin namusu. Orada bile altınlar, gümüşler, silahlar elini kolunu sallayan memurlara emanet ediliyorsa, biz sıradan vatandaş neye yaslanacağız? Temizlik görevlisinin beş günde İngiltere’ye kaçması mı daha trajikomik yoksa kimsenin bunu fark etmemesi mi… Vallahi karar veremedim.
“Şeytan çoktan terk etmiş” ifadesi bence tam yerinde. Çünkü şeytana bile bırakılmayacak işlerin bu kadar kolay yapılabildiği bir düzen, artık şeytanın bile uğramayacağı kadar karanlık demektir. Bu olayları sadece hırsızlık olarak görmek safdillik olur; bunlar devletin damarlarında oluşan çatlakların dışarı sızmış hali.
En acısı ne biliyor musunuz? Hiçbirimiz şaşırmıyoruz. Bu normalleşme duygusu, işte asıl felaket bu.
Kaleminize sağlık. Yüzümüze tokat gibi çarpılan gerçekler bunlar. Bu yazıları birilerinin mutlaka okuması, bir yerlerde bir vicdanı dürtmesi gerekiyor. Ben kendi payıma düşeni aldım.