Toplum açıklık ya da kapalılık üzerinden kutuplaşa dursun. Bizler de bu kutuplaşmanın bir eseri olarak giyim şöyle olsun veya olmasın diyelim.
Şimdi bol keseden atmayı ve başkasına ayar vermeyi bırakıp arkamıza yaslanıp bir düşünelim.
Diyelim ki dindar, mütedeyyin ve de İslamcı bir kişiyiz. Evlenip çoluk çocuk sahibi olduk. Kızımız ya da kızlarımız oldu. Dinini, diyanetini öğrensin diye küçük yaştan itibaren onlara din eğitimi aldırdık. Yetmedi, ilave olarak nasıl olmaları ya da nasıl giyinmeleri gerektiğine dair nasihat ve telkinlerde bulunduk. Giyim kuşama dair çarşı pazardaki kötü örnekleri bir bir sıraladık. Maazallah çok açık giyiniyorlar. Bunların nasıl anne ve babası varsa çarşı pazara böyle gönderiyorlar deyip ayıpladık. Evlerden ırak dedik.
Kızınız istediğiniz şekilde hem ailenize hem de inancınıza göre giyiniyor, ibadetlerini de yerine getiriyor. Var mı sorun? Yok. Çünkü tam istediğiniz gibi kızınız.
Günler, aylar ve yıllar böyle giderken bir baktınız ki kızınız kara kara düşünüyor, eskisi gibi değil, ters ters cevaplar veriyor. Anlayacağınız kızınız isyanlara oynuyor.
Annesine, neyi var bu kızın diyorsun. "Ne olacak, tutturdu açılacağım diye. Üstelik sadece başörtüsünü çıkarmakla kalmıyor, dekolte giyinecekmiş" deyiveriyor.
Hiç beklemediğin bu istek karşısında başına kaynar sular dökülmüş oldu. Kızıp köpürsen de nafile. Nasihat etmeye kalkıyorsun, ayet, hadis okuyorsun. Nafile. Çünkü kızın karnı tok bunlara. Açılacağım da açılacağım diyor. Tehdit ediyorsun. Yine olmuyor. Konu komşu ne der, biz mazbut bir aileyiz diyerek damardan girmeye çalışıyorsun. Kızınız, bana ne, komşulardan ve akrabalardan. Ben bir bireyim. Dilediğimi yaparım. İsteseniz de istemeseniz de bunu yapacağım diyor. Yani Nuh diyor peygamber demiyor. Kızım, bunu ben değil, Allah istiyor. Allah'ın emrine karşı mı geleceksin diyorsun. Allah'ın emri ise emri. Sanki herkes Allah'ın emrine itaat ediyor. Bu toplumda herkes Müslüman, çoğu türlü türlü kötülük yapıp günaha giriyor. O kadar kişi açılıp açılıyor. Bir günah da benim olsun. Ne yapayım. Gelmeyin üstüme deyip odasına kapanıyor, sizinle konuşmuyor, sofraya gelmiyor.
Tüm bu olup bitenlere bir anlam veremiyorsun. Kızın gibi yemeden içmeden kesiliyorsun. Ben nerede hata yaptım da başıma bu geldi. Ağır bir imtihanla karşı karşıyayım diyorsun. İçine kapanıp ağzını bıçak açmıyor. Kara kara düşünüyorsun.
Son çare, açıl da bir göreyim. Gösteririm sana gününü, eve kapatır kimselere göstermem diyorsun. Nafile. Kızınız çok kararlı. Gemileri yakmış. Dediğini yapacak.
Evde kaçan huzuruna mı yanarsın, kızının bu haline mi yanarsın. Halbuki mutlu ve huzurlu bir aile idiniz daha düne kadar.
Sonunda kızınız hastalanıp yataklara düştü. Doktor doktor dolaştınız. Doktorlar bu kızın hastalığı psikolojik. Derin bir travma ve ikilem yaşıyor. Bu çocuğu bir psikiyatriye götürün dediler.
Her geçen gün iyice hırçınlaşan kızınıza psikiyatri doktoru sakinleştirici ilaçlar verdi. Kızınız sakinleşti ama ilacın etkisi geçince yine kırıp döküyor ve isyanlara oynuyor.
Sonunda bir yol ayrımında olduğunu anlıyorsun. Ya kızın gittikçe hastalıklara duçar olacak ya da açılıp saçılacak. Senin için iki ölümden birini seçeceksin. Ya bundan sonra geri kalan ömrünü doktor doktor dolaşarak geçireceksin ya da kızının açılıp açılmasına izin vereceksin.
Son çare, kızımın sağlığı daha önce gelir deyip istemeye istemeye açılmasına izin veriyorsun. Açıl ama gözüme görünme. Gittiğim yere gelme. Konu, komşu ve akraba görmesin diyorsun.
Ayrı ayrı takılıyorken hep böyle gidecek değil ya. Anne-kız, düğün derneğe, çarşı pazara birlikte çıkmaya başlıyor. Anne yani eşin tepeden tırnağa örtülü, kızın ise açılıp saçılmış. İkili öyle bir görüntü veriyor ki anaya bak, kızını al atasözü işlevini böylece yitirmiş oluyor.
Zamanla bu durumu ister istemez kabul edeceksin. Zira elin mahkum. Kızın ne de olsa. Atsan atılmaz, satsan satılmaz.
Aynı durum laik, seküler ve çağdaş düşünce ve giyim tarzını benimseyen aileler için de geçerli. Kız çocuğu, anne babası itiraz etmesine rağmen pekala kapanmayı seçebiliyor. Bu aile içinde de fırtınalar kopabiliyor.
Kısaca her ailenin, her anne babanın imtihanı farklıdır. Kimi bu süreci kolay atlatır kimi zor. Kimi bu süreci yaşar kimi yaşamaz. Bu işler öyle bekara avrat boşamak kolay misali mangalda kül bırakmamaya, esip gürlemeye benzemez. O yüzden herkes kendisini nasıl bir imtihanın beklediğini bin düşünüp bir konuşsun. Herkes karşıt düşünceye ayar vermeyi bıraksın. Kendine baksın. Zira ayıpladığımız başımıza gelebilir.
Anne babalar olarak, çocuklarımıza ve topluma açılacaksın ya da saçılacaksın söylemini bir tarafa bırakalım. Yani kişileri özellikle kadınları açık, saçık, müstehcen tasnifinden vazgeçelim. İnsanları dış görünümüne göre değerlendirme ön yargısından ve zihniyetinden kurtulalım. Açık da bu toplumun bir meyvesi, kapalı da. Bugün aşırı açıklık ve aşırı kapalılık kutuplaşmanın bir sonucudur. Bu aşırılıkları su akar, kaynağını bulur deyip zamana bırakalım. İnanın, zaman her şeyin ilacıdır. Bir zaman gelecek ki aşırı açığı da aşırı kapalısı da makul giyime geçerek normalleşecektir. Yeter ki biz onlara zaman tanıyalım. Unutmayın ki bugün açık ve saçık dediğimiz çocuklar, bizim ileriye attığımız oklardır. Attığımız ok bizim ok. İyi atmadık diye kendimize kızacağımıza, çocuklarımıza kızıyoruz.
Bu süreçte bize düşen, giyim kuşamdan ziyade çocuklarımızın topluma faydalı bir birey olmasını sağlamaktır. İyi, güzel ahlaklı olmalarını istemektir. Kötü ve kötülüklere karşı kendilerini koruyarak bu hayatta nasıl ayakta kalmalarını yaşatarak öğretmektir. Ötesi, bize, çevremize ve çocuklarımıza hayatı zindan etmektir.
Not: Benim kız çocuğum yok. Her kız çocuğu böyledir demiyorum. Çarşı pazarda bazen annesinin giyimiyle kızının giyimi arasında dağlar kadar fark gördüğümü söylemeliyim. Bundan esinlenerek böyle faraziye bir yazı kaleme aldım. Yoksa hangi evde ne fırtınalar kopuyor bilmem. Belki de hiç fırtına kopmuyordur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder