Toplum olarak yatıp kalkıp Z kuşağından dert yanıyoruz. Vay efendim, çok ilgisizler. Gündemi takip etmiyorlar. Ruh gibiler. Gece sabaha kadar dijital ortamda oyun oynuyorlar, çetleşiyorlar. Gece yatmıyorlar, gündüz kalkmıyorlar. Hiç sorumluluk almıyorlar deyip duruyoruz.
Gece sabahladıkları doğrudur. İnternet ve oyunla vakit geçirdikleri de doğrudur. Ama gündemi takip etmedikleri, duyarsız oldukları külliyen yalandır.
Ülkenin ve dünyanın gidişatına dair çok iyimser olmadıkları bir gerçektir.
İş beğenmedikleri de bir gerçektir. İş buldularsa parayı da beğenmiyorlar.
Niye beğenmiyorlar? Çoğu okumuş bu gençlerin ya alanında iş yok. Olsa da hakkının tam verilmediği de bir gerçektir. Çünkü teklif edilen para ile bu gençlerin ev bark kurmaları ve ev geçindirmeleri mümkün değil.
İlgisiz ve sorumsuz gibi durduklarına bakmayın. Hem ilgileri var hem de sorumlulukları. Çoğu şeye sessiz tepki veriyorlar. Bizim gibi bağırıp çağırmıyorlar. Sorumluluk verilirse de kaçınacaklarını sanmıyorum. Yeter ki sorumluluk vermeyi, sorumluluk verirken yol, yordam usul bilelim.
Bu gençleri bizden farklı kılan, bu neslin şeytanının bizden fazla olması. Bizim Bir şeytanınız vardı, bunların çok. O kadar şeytanın içinden kendilerini kurtarması çok zor.
Biz istiyoruz ki bizim yetiştiğimiz gibi yetişsinler. Anlaşmazlık da burada ortaya çıkıyor. Halbuki her nesil kendini çağının ruhuna uygun yetişmek zorunda. Değilse çağı yakalaması mümkün değil.
Dine biraz mesafeli oldukları da doğrudur. Bu konuda bu gençleri suçlamaktan ziyade biz din adına ne yaptık ki bu gençler dine bu kadar mesafeli demek lazım.
Sıkı sık eleştirdiğimiz bu gençleri iyi gözlemlemek, dinlemek ve anlamak lazım. Yoksa körler ve sağırlara oynarız. Biz onları, onlar bizi anlamadan yolumuza devam ederiz.
Neyse geleyim sadede. Siz ne kadar giyim, kuşamına ve yaptıklarından dolayı bu Z neslini eleştirseniz de ben o kadar değil diyorum.
Gece yatmıyorlar mı diyorsunuz?
Evet gece yatmıyorlar ama bu yatmadıklarının faydası var. Mesela dün akşam ben gördüm bunun faydasını. Şöyle ki;
Temmuz 2024 idi sanırım. Burundan ameliyat olacağım. Öncesinde konsültasyon hazırlanması gerekiyor. Göğüsten de görüş alalım dendi. Göğüs doktoruna görünmüştüm. Muayene etti. Şikayetin var mı dedi. Yok dedim. Şu şu tahlil ve tetkikleri yapalım dedi. Horlama şikayetim var dedim bir de. Onun için uyku testi randevusu alalım dedi.
Uyku testi için 20 Ocak yani altı ay sonraya gün verildi.
Diğer tahlil ve tetkikleri yaptırdıktan sonra burun ameliyatı oldum.
Uyku testinin tarihini bile unutmuştum ki benim Y nesil oğlum haber verdi. Sağ olsun. Gideyim bari dedim.
20 Ocakta otobüse atlayıp akşam 08.30 sularında uyku ünitesine giriş yaptım.
İlgili görevli işlemleri yaptıktan sonra uyuyacağım odayı gösterdi. Az sonra gelip yatıracağım dedi.
O gelinceye kadar pijamamı giyip dişlerimi fırçaladım.
Görevli beni yatağa oturttu. Kafama, yüzüme, göğsüme ve parmaklarıma gerekli aletleri yerleştirdi. Yerinde durması için her birini yapıştırdı. Yüzüm ve başım mantar tarlası gibi oldu. Başıma yerleştirilen kabloları saymam mümkün değil. Vücudumdaki kabloları da. Kendimi bir an için vücuduna bomba yerleştirilmiş bir kişi zannettim.
İş bittikten sonra uzanabilirsin. Odamda olacağım. İhtiyaç olursa bu numaradan ararsın. Telefon yanında. Sabah dörtte üzerindekileri sökmeye gelirim. Ondan sonra gidebilirsin. İstersen burada uyumaya devam edebilirsin dedi.
Yatağa uzandım. İyi de sabah dörtte hastaneden çıkınca ne yapacaktım. Sabah gün ağarıncaya kadar yatırırlar diye arabayla da gelmemiştim.
Sabah dörtte kim hastaneden alabilirdi beni. Alsalar da kimi uyandırırsın o saatte? Hemen aklıma benim gece kuşu Z nesli oğlan geldi. Dedim bu uyumaz o saatte. Mesaj yazdım. Evlat sabah dörtte işim bitiyor. O saate uyumazsan beni alabilir misin dedim. Ne cevap vereceğine bakmadan telefonu bıraktım. Kah sağa, kah sola kah sırtüstü dönerek uyumaya çalıştım. Zaman zaman uyandım. Üzerimi de örtmeden yattığım için bir iyi üşümüşüm. Örtmeye kalksam da yatakta nevresim yoktu.
Bir ara uyandım. Saat kaç olmuş diye baktım. Üçe çeyrek vardı. Çalışan klima beni ısıtacağı yerde dondurmuştu. Bu hastaneye sağlam geldim ama çıkışım hastalanarak olacak demeye başladım. Ne yapayım derken hafifçe kafamı kaldırdım. Ayaklarımın altında ince bir nevresim gördüm. Hemen onu ayak yardımıyla kendime çektim. Üzerime geçirdim. İnce de olsa ısındığımı hissettim.
Gelen görevlinin sesiyle uyandım. Gözümden uyku akıyordu. Üzerime nevresimi geçirinceye kadar üşüdüğüm için uyuyup uyumadığımı pek anlamamıştım. Keşke önce görseydim de bu nevresimi üzerime örtseydim. Bir güzel uyku çekmiş olurdum. Geçen geçti artık.
Görevli gitse de vurup kafayı, bir güzel uyku çeksem dedim. Üzerimdeki kablolar çıkarıldıktan sonra oğlan ne yazmış. Bakayım da görmediyse mesajı silip yatayım. O da gelmesin dedim.
Gördüm ki oğlan evden yola çıkmış, yolu yarılamış.
Mecburen uykulu uykulu elimi yüzümü yıkadım. Görevlinin bıraktığı bantları da çıkardım. Üzerimi giyinip hastaneden çıktım. Bu arada yüzümdeki bantların sayısı az değildi.
Sağ olsun ben hastaneden çıkmadan gelmiş oğlan. Uyumamış o saate kadar. Birlikte eve döndük. Geri kalan uykuyu evde devam ettirdik.
Gördünüz değil mi Z neslini. Bir de beğenmezsiniz. Bu Z nesli şöyle böyle dersiniz. Kim alırdı beni o sabahın dördünde? Kim beklerdi beni o saate kadar uyanık?
Bu demektir ki geceyi bilgisayar başında geçirmenin bazen böyle faydası oluyor.
Sağ olasın, var olasın benim Z nesli oğlum.
Bu arada Y nesli olan evlatlarım da beni alırdı. Ama onlara haber vermedim. Z nesli olmasaydı da yine onlara haber vermezdim. Çünkü sabah işe gidecekler. Gece uykuları bölünecekti. Beni almaya geldikleri zaman uykum var dercesine esneyeceklerdi. Onlar esnedikçe ben mahcup olacaktım. Vara çağırmayı hastanede sabahlasaydım pişmanlığı duyacaktım. Ama Z neslinin hiç uykusu yoktu. Yanımda esnemedi de.
Yorumlar
Yorum Gönder