Ana içeriğe atla

Öldürmeyi Emreden Din Olur mu?

Tarihte yurt edindikleri memleketleri iki defa baskına uğramış, memleketlerinde taş üstünde taş bırakılmamış, yurtlarından sürülmüş, memleket memleket dolaşmış, kolay kolay hiçbir ülke kabul etmemiş, hep horlanmış, itilmiş, kakılmış bir millet. 

Bu millet azınlık psikolojisi içerisinde birbirlerine kenetlenmiş, ölüm kalım savaşı vermiş, gittikleri ülkelerde bilim ve ticaretle uğraşmış. Hem buluş hem de üretim yönünden kendilerini ispatlamış. 

Farklı ülkelerde yaşamalarına rağmen lobicilik faaliyetlerine de önem vermişler. Bir zaman sonra bulundukları ülkelerde etkin konuma gelmişler. Para onlarda, şöhret onlarda, güç onlarda. Bunlara rağmen aleyhlerine karar almak mümkün değil.

Bir elleri yağda, bir elleri balda, her ülkenin etkili ve yetkili kişileri iken inandıkları dine göre kendilerine vadedilmiş toprakların verildiğini, orada bir devlet kurmaları gerektiğini hiç akıllarından çıkarmadılar.

Osmanlı'nın tarih sahnesinden silinmesiyle birlikte bunlara gün doğdu. Önce İngilizlerin sonraları ABD'nin desteğiyle Ortadoğu'da Filistinlilerin yaşadığı bölgede dünyaya ve yerli halk Filistinlilere rağmen silah zoruyla bir devlet kurdular.

1948 yılından bu yana devlet olmaya çalışıyorlar ama bir türlü devlet olamadılar. Ne kendilerinin yüzü güldü ne de işgal ettikleri insanların yüzünü güldürebildiler. Her türlü imkan olmasına rağmen yüzleri gülemez. Çünkü zulmettikleri insanların bir gün güçlenip kendilerini yok edeceği korkusunu yaşıyorlar. Öyle ya zulümlerinden dolayı kim abat olmuş ki bunlar abat olsun. Böyle bir son ile karşılaşmamak için dağdan gelen bayırdakini kovar misali, son kalan Filistinliyi yok edinceye kadar terör estirmeye devam ediyorlar.

1948 yılından beri İsrail'in uyguladığı devlet terörünü anlatmaya gerek yok. Çünkü 7 Ekimden bu yana Gazze'ye yaptığı, bu ülkenin geçmişi hakkında bize bilgi verir. 

Halihazırda Gazze ve Ortadoğu, İsrail ve en büyük destekçisi dünya kabadayısı ABD’nin insafına terk edilmiş durumda. Tüm dünya bunlardan akan kanı durdurmasını bekliyor. İsrail’den ve destekçisinden insaf beklemek safdillik olur. Çünkü hastaneyi bombalayacak kadar gözü dönmüş, siviller bomba yağdıran bir devletten böyle bir şey beklenemez.

Şu bir gerçek ki dünyanın Gazze’deki katliama seyirci kalması dünyanın bir ayıbıdır. Bu seyirciliğimiz bizimle beraber insanlığımızın da kalmadığının bir göstergesidir.

İsrail’in, dünyanın tepkisine rağmen eşit şartlarda olmayan bu orantısız güç kullanmasına ne kadar kızsak da İsrail bu terörün kaynağını inandıkları kutsal kitaplarından alıyor. Çünkü kitaplarında “En büyük düşmanınız Amalikalılardır” yazmaktadır. Amalikalılardan kasıt Araplardır, Filistinlilerdir. Çünkü Yahudiler Musa peygamberin öncülüğünde Mısır’dan çıktıklarında, geldikleri Filistin bölgesinde Filistinliler ve Araplar vardı. İlahi bir dinin kitabında vurun, kırın, öldürün, yok edin yazar mı? Maalesef ellerindeki tahrif edilmiş kitaplarında yazıyor.

Her şeyden geçtim. Yahudiler tarih boyunca horlanmış, itilmiş, kakılmış. Bugün başkalarının kendilerine yaptığını fazlasıyla Filistinlilere yapıyor. Halbuki eşekten düşen halden anlar denir. Yahudilerden beklenen, biz başkasından çektik, biz bari başkasına yapmayalım demeleri gerekirken görüyoruz ki başkalarının yaptığının hıncını zayıf Filistinlilerden alıyor İsrail. Tek kelimeyle yazıklar olsun!

Burada şunu da söylemek isterim. İster Yahudilik ister Hristiyanlık ister İslam ister diğer dinler, yaşatmayı değil de öldürmeyi emrediyorsa, böyle dinler olmaz olsun. Çünkü din dediğin, insana dünyada ve ahirette huzur ve mutluluk vermesi gerekir. Çünkü dinlerin amacı budur. Görüyorum ki teoride huzur ve mutluluk vadeden dinler inananları eliyle pratikte din adına kan kusturuyor. Veyl olsun böyle dinin inananlarına!

Yorumlar

  1. Merhabalar Sayın Hocam.
    Ellerindeki tahrif edilmiş kutsal kitaplarında en büyük düşmanları olarak Amalikaları işaret ediyorsa, onlar da Amalikalıları yok etmnek için ellerinden geleni yapmaya devam edeceklerdir.
    Selam ve saygılarımla.

    YanıtlaSil
  2. As. Görünen bu düşmanlığın kıyamete kadar süreceği.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde