Ana içeriğe atla

Arapların Bizi Arkadan Vurması

Ülkem insanının söz, eylem ve huyları zaman zaman değişse de değişmeyen bir yönü var. Dünya bir araya gelse de bu huyundan vazgeçmez. Bu da kutuplaşma hastalığı. Bu konuda aynı kazana atılsak kaynamayız. Mesela yılan hikayesine dönen güncel Filistin meselesine bakalım. Ne zaman Filistin, dünya ve ülke gündemine gelse, Ülkem insanından tarihsel ve dinsel inciler dökülüverir:

“Bunların ataları Birinci Dünya Savaşında bizi arkadan vurdu. Biz ne diye onlara yardım edelim”.

“Filistin Ermenistan-Azerbaycan savaşında Ermenistan’ın yanında yer aldı”.

“Filistinliler bizim din kardeşimiz. Onların derdi ile dertlenmeliyiz.” gibi.

Gelelim bu sözleri analize. Arapların bizi arkadan vurduğu doğru değildir. Çünkü tüm Araplar arkadan vurmamıştır. Şerif Hüseyin öncülüğünde bir kısım Araplar bizi arkadan vurdu demek daha doğru olur. Osmanlıya ayaklanmasının karşılığını da Ürdün diye bir devlet icat edilerek İngilizler tarafından Şerif Hüseyin ailesine hediye edilmiştir.

Farz edelim ki tüm Araplar bizi arkadan vurdu. Bizi arkadan vuran kimseler öldü. Toprak oldular. Halen yaşayanlar ölüp toprak olanların evlatları. Ne zamandan beri babanın, ataların yaptıklarından dolayı evlatlarını suçlar olduk. Atalarının suçunu oğullarına yıkmaya devam mı edeceğiz? Suçun bireyselliğini göz önünde bulundurmamız gerekmiyor mu? Hristiyanlıktaki asli günah gibi Hz Adem’in ilk günahından dolayı bu günahı babadan oğula sirayet ettirmeye devam mı edeceğiz? Bu işi Filistin İsrail meselesi gibi sürdürmeye, temcit pilavı gibi ikide bir gündeme getirmenin ne âlemi var?

Bir kısım Araplar bizi arkadan vurdu. İyi yapmadılar. Eyvallah. Niçin vurdular? Bunu sorgulamak lazım. Tüm Milletler gibi 1789 Fransız İhtilalinden Araplar da ulus devlet kurma fikrine kapılmış olamaz mı? Onlar da bir devletimiz olsun diye düşünmüş olamaz mı? Nitekim bugün bile devlet olamamış birçok ulus bağımsız bir devlet kurma mücadelesi vermiyor mu? Bunun için ayrılıkçı ve terör eylemlerine katılmıyor mu? Başka ülkelerin maşalığını yapmıyor mu? Her ulus bir devlet kurmak isteyebilir. Önemli olan bu isteğin eyleme dönüşmesine izin vermemek değil mi? Osmanlı boşluk bırakmasaydı, Araplar ayaklanabilir miydi? Gücü yerinde olsaydı, Şerif Hüseyin ve şürekası cesaret bile edemezdi.

Arapların bu isyanında Arapları suçlarken İttihat ve Terakki hükümetini de suçlamak gerekmiyor mu? Çünkü Şerif Hüseyin’in niyetini bilen II. Abdülhamit onu İstanbul’da tutarken, sonrasında iktidar olan İttihat ve Terakki, Şerif Hüseyin’in Hicaz’a gitmesine izin vermiştir. İttihatçılar bunu yapmasaydı, bu isyan belki de olmayacaktı.

Araplar isyan etmeseydi, Osmanlı’nın yanında savaşa katılsalardı, Osmanlı 1.Dünya Savaşını galip mi bitirecekti? Yenilginin sorumlusu Araplar mı? Bildiğim kadarıyla Çanakkale cephesi dışında Osmanlı diğer cephelerde pek bir varlık gösterememiştir. Üstelik bu savaş Osmanlıyı paylaşım savaşıydı. Bunu da başardılar.

Filistin devletinin Ermenistan’ın yanında yer almasına gelince, bu iddia doğru ise Filistin yanlış yapmıştır. Keşke Azerbaycan safında yer alsaydı daha iyi olurdu. Ki olması gereken de budur. Bu yönüyle Filistin’e kızalım ama bir hakkı da teslim edelim. Filistin bağımsız bir devlet olsaydı, hep beraber kızalım. Yalnız hepimiz takdir ederiz ki Filistin diye bir devletin adı var sadece. Üstelik para, pul her türlü ihtiyacını da İsrail karşılıyor. İşgal altındaki bir devletten özgür irade beklemek ne derece doğru olur?

Filistinliler bizim din kardeşimiz olduğu için desteklenme konusuna gelince, sadece din kardeşimize değil, tüm mazlum millet ve devletlere destek verelim. Çünkü nerede bir mağdur varsa, inancına bakmayalım. Ayrıca devletler arası ilişkilerde duygusallıktan ziyade ülkenin çıkarlarının göz önünde bulundurulması gerektiğini aklımızdan hiç çıkarmayalım. Bu son olayda İsrail’e kızarken aynı zamanda İsrail’in saldırmasına zemin hazırlayan ve fırsat veren Hamas’a da bir çift sözümüz olmalı değil mi?

Yorumlar

  1. Merhabalar Sayın Hocam.
    Ne zaman bir İsrail-Filistin sorunu zuhur etse, hemen "Arapların bizi arkadan vurması" konusu ön plana çıkar. Yazınızı okudum. Haklısınız. Ancak, eğer doğru ise, Filistin'in Ermenistan'ın yanında yer alması gerçekten affedilir bir davranış değil. Her Filistin-İsrail sorununda Türkiye Filistin'i savunurken; bu günkü Filistin'in, Türkiye-Azerbaycan-Ermenistan krizlerinde Türkiye ve Azerbaycan'ın yanında yer alması gerekir.

    Hamas'a gelince, ön yargılı olmak istemiyorum ama, Hamas bu saldırılarla ne yapmaya çalıştı? İsrail'in ekmeğine yağ mı sürdü? Diye düşünmekten kendimi alıkoyamaıyorum.
    Selam ve saygılarımla.

    YanıtlaSil
  2. Hamas bu son oyunun içinde. Sana fırsat. Gel bizi yok et dedi. Elinde bir güç yoksa, İsrail gibi insafı olmayan bir devlete saldırmanın başka bir izahı yok. Ermenistan meselesi elbette üzücü. Yalnız bugün bağımsız devletler bile bağımsız karar alamazken Filistin gibi bağımsızlığı olmayan, göbeğinden İsrail'e bağlı bir devletin diplomaside makul davranması, Azerilerin yanında yer alması çok zor diyorum.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde