12 Ocak 2023 Perşembe

Bir Münazara Hali

Önce münazara ne demek, bunu bir hatırlayalım. "Bir konu üzerinde, belli kural ve yöntemlere uyularak yapılan sözlü tartışma". "Bir konuda karşıt görüşleri savunan takımların fikirlerini çarpıştırdıkları bir sohbet ve tartışma platformudur". "Bir münazara kapışmasının konusu, tartışılabilecek her şey olabilir; ancak ağırlıklı olarak güncel, sosyal ve siyasi meseleler tartışılabilir".

Alıntı yoluyla yer verdiğim münazara tanım ve açıklamasına ortaokul ve lise bitiren herkes aşinadır. Sınıfımız ya da okulumuzun yaptığı münazaralar hoşça vakit geçirdiğimiz yarışma türlerindendir. Burada savunacağımız ve destekleyeceğimiz tez ise doğrunun ortaya çıkmasından ve iyi olanın kazanmasından ziyade kendi takımımızın kazanmasıdır. Diyelim ki birinci tez, karın beyaz, ikinci tez ise karın siyah olduğudur. Bize de karın siyah olduğunu savunmak düşse, karın beyaz olduğu aleni iken bizim takım siyah olduğunu savunacağı için takımımıza destek vermek için karın siyah olduğu tarafta saf tutarız. Çünkü münazara bu demektir.

Dinen, siyaseten ve toplumsal olarak kutuplaştığımız hepimizin malumudur. Fikir ve düşünceler esir alınmış, bireyselliğin yerini toplumsal refleks hali almış durumda. Yani algılarla yaşıyor, algılar üzerinden savaşımızı veriyoruz. Söze ve sözün doğruluğuna değil, söyleyene göre hareket tarzımızı belirliyoruz. Her ne kadar ilim müminin yitiğidir. Mümin onu nerede bulursa alır" sözünü prensip edinsek de şu sıralar bizim yaptığımız söze değil, sözün kim tarafından söylendiğidir. Doğruluk şiarımız da budur. Buna bir örnek vermek istiyorum. Fakültede felsefe derslerimize Fahrettin Olguner girerdi. Bazen tahtaya uzun bir cümle yazar, yorumlamayı bize bırakırdı. Biz de o cümlenin ne kadar doğru olduğunu bir güzel açıklayarak sözü onaylardık. Onaylama ve yorumlama bittikten sonra Hoca, yazdığı cümlenin altına sözün kime ait olduğuna dair isme yer verirdi. Sözün Karl Maks'a ait olduğunu gören bizler aniden çark ederek şartlanmışlığımızı ve önyargımızı bir güzel gösterirdik. Çünkü Karl Maks bize göre iyi biri değildi, o bizim gibi düşünmüyordu. Fikirleri ancak bizi zehirlemek için olabilirdi. Bizim kendi doğrularımız ve doğrularımızı savunan fikir adamlarımız varken kendimizi bu komünistin fikirlerine teslim edemezdik. Kendimizi inkar gibi bir şeydi bu.

Fakültede de olsak, gençliğin verdiği heyecanla fikirlerimiz tam oturmamış ve olgunlaşmamış olabilirdi. Yaşadığımız bu çelişkiyi bir yere kadar normal görebiliriz. Büyüdük, gördük, geçirdik, olgunlaştık, yaş kemale erdi. Ama fakültedeki şartlanmışlığımızın aynen durduğunu ve yaşadığımız bu hâletiruhiyenin pek değişmediğini gözlemliyorum. Yani yaş kemale erse de aynı oranda beyin, zihin ve ruhumuz kemale ermemiş. Bu konuda “Ben eskiden ne isem, hiç değişmedim. Aynı durduğum yerdeyim” diyenler bu tespitime en güzel örnektir. Tüm bunlardan, ortaokul ve liselerde bıraktığımız  münazara halini bugün de hala yaşadığımızı çıkarıyorum. Münazaralarda biliyorsunuz, tezin gerçekliği değil, konuşmacıların tezlerini en iyi savunmak ve karşıt tezi çürütmek esastır. Pekala karın siyah olduğu tezi münazaradan galip çıkabilir. Yani hala doğrunun peşinde değiliz. Birilerinin peşine takılarak tarafımızı seçiyoruz ve doğru yanlış demeden baktığımız taraftan bakıyoruz dine, ekonomiye, topluma, değerlere, siyasete, hayata dair her şeye. Bu da ruhen gelişemediğimizin bir göstergesidir. O halde gelsin bir münazara konusu daha...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder