Ana içeriğe atla

Osman Utkan *

Bugün size bir profilden bahsedeceğim: Osman Utkan. Nizip İHL'den öğrencim olan Nizip doğumlu Utkan, liseden sonra SÜ. İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümünü bitirir. Ardından EÜ. Radyo TV Sinema Anabilim Dalında yüksek lisans ve iletişim bilimlerin de doktorasını yapar. Halen aynı üniversitede öğretim üyesi olarak çalışmakta olan Utkan iyi bir şairdir ve gazetelerde köşe yazarlığı yapmaktadır. Yayımlanmış Yitik Şiirler isimli bir şiir kitabı ve Siyasal Halkla İlişkiler adında bir kitabı vardır. 

Bu profili ele almamda, 24 Kasım Öğretmenler Günü münasebetiyle Osman'ın gönderdiği kutlama mesajının ardından,  aynı gün Kayseri Anahaber gazetesinde İlkokul Çilesi başlıklı gönderdiği yazıdır. Yazıyı dönüp dönüp okudum. Çok etkilendim. Merak edenler için yazının linki: https://www.kayserianahaber.com/-yeni-ilkokul-cilesi-_m5509.html?yazar=2507

Herkes gibi okul hayatı heyecanla başlamış Osman'ın. Müdürü eli sopalı görmüş. İlk teneffüste müdürün bir çocuğu iki kulağından tutup havaya kaldırdıktan sonra çocuğu daha yere indirmeden yüzüne şaplakladığına şahit olmuş. Tüm mesele müdürün dayakçılığı ile kalsa iyi. Öyle bir öğretmene düşmüş ki düşman başına. Varsın düşmanına da düşmesin böyleleri. Günübirlik dayak yemiş. Kendisinden büyük cetvelle ellerine vurmuş da vurmuş. Hızını alamayıp tokatlamış, kafasını tahtaya çarpmış, tek ayak üstünde durdurmuş. Okumaya geçmemesi üzerine bu işkenceler artmış. Tüm bunlar yetmezmiş gibi tembel sırasının en arkasına koymuş. Hızını alamayıp tembellerle arasına bir metrelik mesafe koydurarak geri zekalı muamelesine tabi tutmuş. 

Maruz kaldığı şiddete dayanamayan Osman çareyi okuldan kaçmakta bulmuş. Her gün okul saatinden evden çıkıp başka yerlerde beklemiş. Okul dağılınca eve gitmiş. Ailesi durumu öğrenince zorla okula götürmüş. Gelmediği günün dayağını da ilave etmiş öğretmen. Okula gitmemek için evin damına saklandığı da olmuş. 

Öğretmenin dayakla terbiye etme ve şiddetle okuma öğretme yöntemi, elleri daha doğru dürüst kalem tutmayı dahi beceremeyen Osman'a sökmez. Öğretmen de bu çocuğun yaşı okul çağına uygun mu, acaba bu çocuk hiperaktif mi dememiş, bu çocuk korkudan böyle yapıyor olabilir mi diye hiç kafa yormamış. İki yıl boyunca bu mini minnacık çocuğa tek bildiği şiddet yöntemini uygulayarak öğretmenliğe devam etmiş. Ne çare ki Osman okumaya geçememiş. Ne müdür ne başkası ne de ailesi bu çocuğun derdi nedir, bu çocuktan ne istiyorsun, bırak okuma bilmezse bilmesin dememiş. Çünkü geçmiş anlayışa göre bu çocuğun eti öğretmenin, kemiği ailenindi. Öğretmenin vurduğu yerde gül biterdi. Öğrettiği bir harf için 40 yıl kölesi olmaya değerdi. Zira dayak cennetten çıkma idi. 

Osman'ın kurtuluşu, bu geri zekalı(!) çocuğu öğretmenin sınıfta bırakması olmuş. Belki de öğretmenin Osman'a yaptığı en büyük iyilik bu. Sınıfta kalan Osman yeni öğretmeni sayesinde okumayı söker, ortaokul ve lisede bilgi yarışmalarına katılarak sınıf ve okulunu en güzel şekilde temsil eder. 

Yediği dayaklardan içine kapanan Osman, okuma merhalesinin diğer kademelerinde ne kadar efendi çocuk ne de sessiz iltifatlarına mazhar olmuş. Başkası ne bilsin ki Osman'ın yediği dayaklardan dolayı içine kapandığını, öğretmeni görünce ödünün koptuğunu. 

Aslında Osman'ın başından geçenler 90 öncesi neslin şu ya da bu şekilde çoğu öğrencinin başından geçmiş bir hikayedir. Bu nesle Anadolu'nun sahibi olmayan mazlum çocukları gözüyle bakıyorum. Osman'ın talihsizliği  bazı öğrenciler gibi pedagoji nedir bilmeyen, çocuk psikolojisi ve gelişiminden anlamayan bir öğretmene düşmesi. 

76 doğumlu 46 yaşındaki Osman, 1981 ve 1982 yıllarından bu yana 40 yıl geçmiş olmasına rağmen ilkokul 1 ve 2.sınıfta yaşadığı korku dolu sendrom ve yılları unutmamış ve bir 24 Kasım Öğretmenler Gününe denk getirerek yaşadığı bu travmayı anlatıyor. Nasıl unutsun? Yazarken yediği dayaklar, maruz kaldığı geri zekalı muamelesi bir film şeridi gibi gözünün önüne gelmiş, belki de ağlamıştır. Hayatı boyunca da bu travmayı yaşayacaktır. Bu yazısını sosyal medyada paylaşırken de "Yaşanan her şeye rağmen bütün öğretmenlerimizin günü kutlu olsun" deme nezaketini göstermeyi de ihmal etmemiş. 

Merak ettiğim, yaşadığı bu dramatik hayata rağmen Osman'ın okuduğunu, fakülte bitirip bugün üniversitede öğretim üyesi olduğunu ilk iki sene okutan öğretmeninin bilip bilmediği. Şayet biliyorsa, küçücük bu çocuğa çektirdiği işkencelerden dolayı pişman olup olmadığı, Osman'ı arayıp "Oğlum, sana yaşattıklarımdan dolayı özür dilerim, çok üzgünüm" deyip demediği. Gerçi bu kafa yapısındaki bir öğretmen gönül almaz, nedamet duymaz ve mahcup olmaz. Yanına gidip "Senin geri zekalı muamelesi yapıp her gün dövdüğü çocuk şimdi bir akademisyen. Üstelik şair ve yazar. Bu konuda ne düşünürsün" dense, "Dövmeseydim, okumazdı. Dövdüğüm için başarılı" deyip belki de kendine pay çıkarır. Allah insan psikolojisinden anlamayan, pedagoji bilmeyen bu tür öğretmenlerin elinden çocuklarımızı korusun. 

Son söz de Osman nezdinde cennetten çıkma denilen dayakla terbiye edilmeye çalışılmış, Anadolu'nun boynu bükük milyonlarına olsun. Yaşadığınız travma büyük. Unutulmaz bilirim. Geçmez ama yine de hepinize geçmiş olsun diyorum. Geçmiş bu tip dayakçı ve öğretmen demeye bin şahit lazım öğretmen müsveddelerine rağmen hayatın birçok alanında başarılı oldunuz. Allah başarılarınızı daim eylesin. Sabi yaştaki sizlere dayak atanlar, yaptıklarından utansın. 

*28. 11. 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde