Kamu kurum ve kuruluşlarda, herkesin gelip geçtiği ve insan yoğunluğunun
olduğu yerlerde, büyük iş merkezlerinde, insanların WC ihtiyacını gidermesi
için yapılan kadın ve erkek tuvaletleri olmazsa olmazımızdır. Zira önemli bir
işlevi yerine getirmektedir.
Eski WC’lerde alaturka tuvaletler vardı. Son yıllarda engelli, çömelme
sorunu yaşayanlar ve tercih edenler için alaturka tuvaletlerin yanında klozet
dediğimiz alafranga tuvaletlere de yer verilmeye başlandı. Tercihim, alaturka
tuvaletlerden yana olsa da alafranga tuvalet alternatifi de güzel bir uygulama.
Umum tuvaletlerindeki alternatif bununla sınırlı değil. Bir de erkeklerin kullandığı, duvar kenarına
yerleştirilmiş sidiklikler var. Buna pisuar deniyor.
Bir umum tuvalete giren, ihtiyacını ister alaturka ister alafranga ister
pisuar yoluyla giderebilir. Gördüğünüz gibi hizmette sınır yok anlayacağınız.
Bu üç alternatiften, alaturka usulünü anlıyorum. Zira geçmişten günümüze
değişik mimaride evlerimiz yapılsa da Türk usulü tuvaletler halen geçerliliğini
koruyor ve kullanılıyor. Bu usulün yanında klozetler de bir ihtiyaç olarak evlerimizin
banyolarında yerini almaya başladı. Buna da eyvallah.
Umum tuvaletlerde yer verilen ayakta işeme yerlerine siz nasıl bakarsınız
bilmiyorum ama ben sıcak bakmıyorum. Umum tuvaletlerde pisuara ihtiyacını
gideren birini görsem, tövbe ya Rabbi! Ne günlere kaldık derim. Hayretim, ayakta
işemesine değil, tuvalet ihtiyacını kapalı kapının ardında gideren biri,
lavabonun önüne gelerek elini yıkarken arka tarafta birilerinin ihtiyacını
ayakta giderdiğini aynadan görebiliyor. Bu görüntüden sen mahcubiyet duyarken
ayakta işeyen kişilerin rahatlığına derman yetmiyor. Demek ki alışmışlar
herkesin gözünün önünde böyle ayakta işemeye.
Büyük konuşmayayım ama iyice sıkıştığımdan dolayı üzerime çişimi yaparım, herkesin
gözünün önünde yanımda birileri varken kolay kolay pisuara giderek ihtiyacımı
gidermem. İyice naçar kalırsam, başka da alternatifim yoksa WC’de kimsenin
olmamasına özen gösteririm.
Ayakta işemeye sıcak bakmasam da birileri bu işi ayakta yapacaksa, pisuarların
herkesin gözünün önünde değil de kapalı kapıların ardında olmasında fayda var.
Tuvaletlere kabin yapılırken klozet seçeneği gibi pisuar seçeneğine de yer
verilebilir.
Pisuar ve ayakta işeme işini abarttığımı düşünebilirsiniz. Ben abarttığımı
düşünmüyorum. Ne ara bu duruma geldik, anlamakta zorlanıyorum. Ki bu toplum,
tuvalete giderken bile utana sıkıla“Lavabonuzu kullanabilir miyim? Lavabonuz
müsait mi? Ayakyoluna gidiyorum. Ayakyolundan geldim. Hacet giderdim. Küçük abdestimi
bozdum…” derdi. Böyle bir üsluptan alenen ihtiyaç gidermeye geldik.
Gözle görülür yerlerde ayakta ihtiyaç gidermeyi eleştirdim ama en az bunlar
kadar hatta bunlardan daha fazla eleştiriyi, umum tuvaletlere pisuar
yaptıranlar hak ediyor. Pisuar olmasa pisuar severler, “pisuar yoksa ben
ihtiyacımı gidermem” demez. Gider, paşa paşa kapalı kapılar ardına, işini
bitirir ve kimse de görmez.
Bilmeyenler için söyleyeyim: Kuytu yerlerde ayakta idrar yapma varsa
da herkesin gözü önünde ihtiyaç gidermek kültürümüzde yoktur. Dinimiz de ayakta
işemeye sıcak bakmaz. Üstelik ayakta işemelerde idrarın bir kısmının mesanede
kalma durumu söz konusudur. Yine de tercih insanımızın.
Tercih onların ise de bizim de ayakta işeyenlerden istediğimiz, bu işi
kuytu yerlerde yapmaları. En azından Victor Hugo’nun gösterdiği hassasiyeti
onların da taşımalarıdır: “Yıl, 1887... Gazetecinin biri, Victor
Hugo’ya soruyor: “Eserleriniz ve siz bugüne kadar çok olumlu eleştiriler
aldınız, çok övüldünüz. Bunlar arasında sizi en çok hangisi hoşnut etti?” Hugo
anlatıyor: “Karlı bir kış gecesiydi. Eş dostla yiyip içmiştik. Mesafe kısa diye
evime yaya olarak dönüyordum. Fena halde sıkışmıştım. Hızlı adımlarla, malikânemin
bahçe kapısına vardım. Kapı kilitliydi. Var gücümle uşağıma seslendim:
İgooooooor!..
Defalarca haykırmama karşın İgor’un beni duyduğu yoktu. İdrar torbam Atlas
Okyanusu büyüklüğüne ulaşmıştı. Altıma kaçırmak üzereydim. Yaşlılık işte...
Çaresiz, bahçe duvarına yanaştım, etrafa bakındım, görünürde kimse yoktu,
fermuarımı indirdim ve su dökmeye başladım. Tam o sırada arkamda bir at arabası
durdu. Hiç kıpırdamadan, sessizce işimi görüyordum. Arabacı nefret dolu bir
sesle ‘Seni haddini bilmez, buruşuk o... çocuğu! O kirlettiğin, Sefiller’in
yazarı Victor Hugo’nun duvarıdır!‘ dedi.
İşte, hayatımda duyduğum en iltifat dolu söz buydu.” (Durmuş Odabaşı, Habertürk)
*30/01/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder