Ana içeriğe atla

Sordun, Olmaz! *

Bu ülkede kimi zaman doğal kimi zaman da suni krizler çıkar ya da çıkarılır. Bu krizler bir müddet gündemi işgal eder, çözülür veya çözülmez sonra gündemden düşer. Çünkü fazla devam etmesinin bir anlamı yoktur. Zira bu vesileyle ya gündemden bir şeyler saklanmıştır ya da istenen olgu oluşturulmuştur. Kimi krizler bir daha gündeme gelmezken kimisi de ısıtılıp ısıtılıp tekrar önümüze konur. Bir krizimiz var ki değişmeyen kaderimizdir bu. Bunun adı ekonomik krizdir. Bu kriz bizi belirli periyotlarla yoklar. Her gelişinde de bazılarını ve fırsatçıları ihya etse de orta ve dar gelirliyi bitirir. Elinde avucunda ne varsa alır götürür.

Böyle bir kriz öncesi, ayağımı yerden kesecek LPG'li bir arabanın sahibi oldum. Hükümet, krizi aşmak için LPG'li araçlara medet bağlamış. Benzin ve dizel araçların dört katı MTV düzenlemesine imza attı. Bu karar, Anayasa Mahkemesinden döner düşüncesiyle çoğu LPG'li araç sahibi bu vergiyi yatırmadı. Ne olur ne olmaz, sonrasında bu katmerli verginin bir de faizini ödemeyeyim endişesiyle gidip gününde yatırdım. 

Bir duydum ki MTV'yi katmerli yatıranlar, dilekçe verdikleri takdirde Anayasa Mahkemesi ilgili düzenlemeyi iptal ettikten sonra fazla ödemelerini geri alabileceklermiş. Anayasa Mahkemesinin iptal kararları geriye işlemez ama bir umut deyip dilekçe yazmaya karar verdim. 

Dilekçe yazacaktım ama dilekçeyi kimin adına verecektim. Çünkü arabanın kaydını üzerime alamamıştım. Ne var ne yok, tüm artırdığımı bu eski modele vermiştim. Dilekçeyi kendi adıma mı vereyim, onun adına mı? Kendi adıma versem, araç üzerime kayıtlı değil. Arabanın resmi sahibinin adına versem, o kişiyle aynı ilde yaşamıyoruz. İlgili resmi kurum müdürünün yanına girip bu durumu izah ettim. Müdür bana “Arkadaş, bize bu durumu izah etmeden gelip dilekçe verseydin, kimin adına versen kabulümdü. Siz dürüstçe açıkladınız. Bu durumda olmaz" dedi. 

Müdür nezdinde dürüst olmam, dilekçemin işleme konmamasına sebep oldu. Gerçi katmerli vergiyi Mahkeme iptal etti. Dilekçe verenler de fazla ödemeyi geri alamadı. Üzerine bir bardak soğuk su içip hayatlarına devam ettiler. Bu vergiyi yatırmayanlar ise haliyle karlı çıktı.

*

2000’li yıllarda Adana’dayım. Aracımın muayene zamanı geldi. Günü geçtiği zaman faiz işlemese de bir kontrolde polisin aracımı bağlama durumu vardı. Yol bilmem, yolak bilmem, nereye gideceğim bilmem. Tanıdığım bir polise durumu söyledim. “Boş ver, binmeye devam et. Muayene yaptırmana gerek yok. Polis yakalarsa benim adımı söyle, yeterli” dedi. Abi, sağ olasın ama ben kaçak köçek işleri sevmem. Şunun muayenesini yaptıralım, dedim. “O zaman ruhsatı ver, ben hallederim,” dedi. İstasyon görevlileri, “Aracı bari görelim” demişler. Tanıdığım arabayı götürüp getirdi. Ödediğim cüzi miktar parayla aracım muayene edilmiş oldu.

Bir sonraki muayene zamanı geldiğinde tanıdığım polise tekrar yük olmaktansa bu sefer kendim yaptırayım dedim. Araç muayene istasyonunun yerini öğrenip gittim. Arabama bakılmadan aracımın muayenesi yapıldı. Ödemeyi yaptıktan sonra memur şurayı imzala diye önüme bir evrak uzattı. İmzalayacağım yerde ismim yoktu. Arabanın önceki sahibinin adı vardı. Çünkü hala aracı üzerime almamıştım. Polise, isim benim değil ama dedim. Polis bana, “Sordum mu? İmzala şurayı” dedi. Haklıydı adam. Sormamıştı zira. Şom ağızlığım, neredeyse pişmiş aşa su katacaktı. Hiç sesimi çıkarmadan imzaladım. Arkama bakmadan oradan ayrıldım.

Bu anekdottan anladığım, kamuda memura ve amire bir konuda “Efendim, mesele şöyle. Ben böyle yapabilir miyim” demeyeceksin. Çünkü kazara sorarsan zaten cevap hazır: Olmaz. Hazretli, sorarsa ancak o zaman cevap vereceksin. Sormuyorsa, ağzını açmayacaksın ve işini çıkaracaksın. Böyle yapmazsan, maazallah, sonucuna katlanırsın.


*03/02/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

 

 

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde