Ana içeriğe atla

Mânâsız Mahlaslı Şair Mustafa Varel *


İnsanın unutamadığı kişiler vardır hayatta. Hiç içinden çıkmaz. Hep içinde bir özlem duyar: Ah bir görsem, bir araya gelsem, der durur. Her daim onu hayırla yâd eder. Çünkü gözünü ilk onda açmıştır; ilk okumayı, ilk yazmayı ondan öğrenmiştir. Küçük yaşta kendisine bir ufuk çizmiştir. Her şeyden öte sevmiş ve sevdirmiştir.
Kendisini ilk defa 1970-1971 öğretim yılında öğretmenim olarak tanımıştım. Dünyamız ondan ibaretti. Hem anamızdı, hem de babamız. İlkokul 1-3'ü onda, 4.ve 5.sınıfları ise başka öğretmenlerde okumuştum.  4 ve 5'te beni okutan öğretmenler bende bir iz bırakmadı. İlk öğretmenim ise bende  olumlu ve derin izler bıraktı. İlk sazı onda gördüm. Saz eşliğinde bize "Çırpınırdı Karadeniz/ Bakıp Türk'ün bayrağına…" marşını ilk ondan dinledim. O çalar biz sınıf olarak ona eşlik ederdik.
Adını unuttuğum bir hikaye kitabından zaman zaman bize bölümler okurdu. Kitaptan tek aklımda kalan hikayenin kahramanı Hayri Dede idi. O, koşa koşa cuma namazına gider, arkasına takılır ben de namaza giderdim. Namaz çıkışı hızlı adımlarla okula gider, ben de ardından ona eşlik ederdim.  
Evimize gelir biz de ona giderdik. Büyükle büyük, küçükle küçüktü. Ne kibir vardı, ne de enaniyet. Akşamleyin mahallelinin bir araya geldiği baranalara katılır, onlarla hemhal olurdu.
Karasınır'la ilgili “Destanı Karasınır” başlıklı, "Karasınır'ı dolan da gör bey/Ondaki her şey boldur ha boldur" dizeleriyle başlayan şiiri, herkesin dilindeydi.  Öğrencisi olarak bu şiiri ezberlemiştim. Gittiğim her yerde haydi bir oku derler, ben de seve seve okurdum.
Bir bayram dolayısıyla okumamı istediği Arif Nihat Asya'nın, "Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek" şiirini kürsüye çıkarak ezberden okumuş, dünyalar benim olmuştu.
1973 yılından beri görüşmediğim öğretmenimin 2017 yılında numarasını bularak önce telefonla görüşmüş, ardından üç arkadaşla Karaman’a giderek evinde ziyaret etmiştim. Telefonla haberleşip buluşmasaydık onun beni, benim de onu tanımam mümkün değildi. Çünkü ne bendeki sarı saçlar kalmıştı, ne de onun küçüklüğümdeki siması. Yaşını sordum 69 yaşındayım demişti. Çocukluğumda gördüğüm sinekkaydı tıraşının yerini bembeyaz sakallar almıştı. Öğrencisi iken kendisinin okuyup bizim dinlediğimiz hikayenin kahramanı 'Hayri Dede' gibi göründü bana. Zira o da tıpkı hocamız gibi nur yüzlü, piri fani birisi idi. "Size şiir okuyayım mı" dedi bize. Elbette dedik. Biri 80 öncesi anarşi ortamını anlatan şiir olmak üzere kendi yazdığı iki şiirini kendi sesinden dinledik.
Ziyaretten sonra irtibatımız telefonla devam etti. Ben aramasam o beni arardı. Bazen müsait olup olmadığımı sorar. Hocam, müsaidim deyince “O zaman sana bir şiir okuyayım” der, bana telefonda şiir ziyafeti verirdi.
Öğretmenim bir şairdi zira. Nerede bir müsvedde kağıt bulmuşsa onun arkasını değerlendirip şiir yazmaya devam etmiş. Mânâsız mahlasıyla 600’den fazla şiire imzasını atmıştı. En büyük hayali üç bölüm halinde şiir kitaplarının yayımlanması, okumaları için eşe-dosta hediye etmesi idi. Maalesef kitabını bastıramadı. Zira dövizin dalgalanmasıyla birlikte baskı fiyatları artınca maddi imkansızlıktan dolayı kitabın yayımlanması askıya alındı.
4 Şubat 2020 günü Meram Tıp Fakültesine kontrole geldiği gün beni aradı. “Şiirlerimi fotokopi ederek kitap haline getirdim. Hastaneye uğrarsan bir tanesini sana hediye edeyim” dedi. 360 sayfadan ibaret şiir kitabını ve bilgisayar ortamına aktarılmamış çok sayıda el yazması şiirini “okursun” diye hediye etmişti bana.
En son bayramını kutlamak için Kurban Bayramının birinci günü aramıştım. Daha önceki görüşmelerimizden farklı olarak konuyu babam rahmetliye getirdi.  Babamın samimi bir Müslüman olduğundan ve kendisini çok sevdiğinden bahsetmişti.
Bu görüşmemizin ardından görüşmediğim öğretmenimiz, 12 Ağustos günü covid 19’a yakalanarak yoğun bakıma alınmış ve 20 Ağustos günü de bu hastalığa yenik düşerek 72 yaşında iken maalesef vefat etmiştir. Üzüntüm büyüktür gerçekten. Unutamayacağım insanlardan biri olarak hayatımda yer almaya devam edecektir. Aynı şekilde yazdığım bu yazı da benim için zor yazılardan biri olarak aklımda kalacaktır.  
Erken yaşta kaybettiğim muhterem hocama bu vesileyle Allah’tan rahmet diliyorum. Hastalığında ve kontrollerde her daim yanında olan eşi Hatice Teyze’ye, oğlu Ali Haydar’a ve ailesine başsağlığı diliyorum. Allah onlara sabır versin inşallah. Öğretmen camiasının, tüm şiir severlerin ve Karamanlıların da başı sağ olsun.
Hocam! Biz senden razıydık. İnşallah Allah da razı olur. Mekanın cennet olsun inşallah.
Not (Oğlu Ali Haydar’ın 14 Ağustos tarihli paylaşımından alıntıdır): “Belki de bazılarınıza maske takmak zor geldiği için babam, yoğun bakımda yatıyor şu an. Emin olun bunun vebalini ödeyemezsiniz. Bu duruma vesile olan ve acı çekmemize sebep olan kim varsa üzerinde, zerre hakkım varsa hiçbirine hakkımı helal etmiyorum. (Bu sözler kural tanımayan ve kul hakkına riayet etmeyenlere efendim! Duyurulur.)

*22/08/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde