Ana içeriğe atla

Siz Olsaydınız Bu İhaleyi Kime Verirdiniz?


Bir tanıdığım, fi tarihinde resmi bir kurumda satın alma işlerinden sorumlu iken kurumuna yüklü miktarda araç lastiği alınması gerekir. 

Tanıdığım, ihale için gerekli evrak ve şartnameyi hazırladıktan sonra hazırladığı teklif mektuplarını, teklif vermeleri için firmalara verir. 

Verdiği teklif mektuplarını geri alırken daha önceki lastik ihaleleri hep kendisinde kalan bir firma sahibi tanıdığıma "Sen ne dolaşıp duruyorsun, başkasından teklifler alıyorsun? Nasılsa ihtiyacınız olan lastikleri benden alacaksınız" diyor.

Tanıdığım, "Olur mu öyle şey? En uygun teklifi kim verirse ihale onda kalır” der. Firma sahibi "Sen görürsün" cevabını verir.

Gelen teklif mektupları açıldığı zaman görülür ki en uygun teklifi bir başkası vermiştir.

Lastikler ihalenin kaldığı kimseden alınacağı zaman kurumun amiri, satın alma işlerini tevdi ettiği tanıdığımı çağırır: "Lastikleri daha önceki aldığımız falan firmadan niçin almıyoruz" sorusunu sorar. Tanıdığım, "Efendim, dediğiniz firmanın teklifi yüksek. Şartname gereği en uygun teklifi veren firmadan almamız gerekiyor" der.

Kurum amiri, "Verdiği teklif uygun olmasa da biz lastikleri bizim adamımıza vereceğiz. İhale onda kalacak" deyince tanıdığım, "Efendim, bu durumda kurum zarara uğrar. Çünkü lastikleri pahalıya almış oluruz" şeklinde itiraz eder. Kurum amiri "Pahalı olursa olsun. Dediğim yerden alınacak. İhaleyi ona göre düzenleyelim" talimatı verince buna ortak olmak istemeyen tanıdığım, bu talimatı hazırlama yerine, hazırladığı emeklilik dilekçesini kurum amirine sunar ve o gün emekli olur. 

Tanıdığım genç yaşında emekli olduktan sonra lastik ihalesi kimde mi kalmış? Herhalde kitabına uydurularak kurum amirinin dediği yerden alınmıştır. Gördüğünüz gibi ihaleye fesat karıştırma durumu yok. Yani işlem temiz... Bu temiz işe fesat karıştırsa karıştırsa tanıdığım karıştırmış olur.

Bana göre bu ihale sürecinde tanıdığımın takındığı tavır yanlış. Bizim adam varken bizden olmayan birinden lastik almak da neyin nesi? Nerede görülmüş böyle bir şey. Bizimki aklı sıra eski köye yeni âdet getirecek... Bizimkinin hesaba katmadığı bir şey daha var: Emekliliği de gelse işinde acemi gayri, belli. Kurum amirinin bir bildiği var, değil mi? İşte bunu hesaba katmıyor. Ah bizim insanımız! Bunu akıl etse hazırladığı o kadar evrak boşa gitmezdi. Yazık değil mi o kağıtlara! Boşa giden her bir evrak milli bir servet. Maalesef cebimizden çıkıyor. Bir lastik için yorgan yakılır mı hiç? Sonra ne diye emekli oluyorsun? Sallasan başını, alsan maaşını olmaz mıydı? İhaleyi yabancıya vererek göğe mi erecektin? Hasılı kurum amirlerinin işi zor. Bu tür memurlarla bu işler nasıl yürüyecek? Sonra da millet iş yapmıyor diye kurum amirine kızıyor. Ah işin iç yüzünü bir bilseler...

Sanırım bu satışta siz de benim gibi düşünüyorsunuz? Teşekkür ediyorum. Biliyordum...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde