Berberlere
kısıtlamanın olmadığı yılların birinde saç tıraşı olmak için berber koltuğuna
oturdum. Berber koltuğuna oturmuşsan berber seni rahat bırakıvermez. Bir
taraftan tıraşını yaparken aynı zamanda olup bitenlerden haberler verir, ardından
seni konuşturur. Çünkü piyasanın nabzının attığı yerlerden biri de berber
salonlarıdır. Şuradan, buradan derken söz döndü dolaştı, havaların soğuk gittiğine
getirdi berber. Mevsim kıştı zira. Zaten orta yerde konuşacak bir konu yoksa
diğer konulara girmek için havalardan bahsedilir önce. Ardımda sıra bekleyen
konuştu, berber konuştu. Evsiz barksız, odun, kömürü ve kıyafeti olmayanlara acınıldı.
Mevsimine göre giyinmek gerektiği, bazılarının dekolte giyindiği belirtildi.
Tüm
bu konuşmaları ben sessizce dinliyorum. Bana “Öyle değil mi arkadaş? Sen ne
düşünüyorsun bu konuda dedi. Ben de üzerimdeki kıyafeti görüyorsunuz,
alabildiğine giyindim. Bu halimle üşüyorum. Dışarıda bu havada dekolte giyinen
bazıları, kuruma veya çalıştığı işyerine geldiği zaman “dondum” diyerek kendini
kalorifer peteğinin yanına atar dedim. Ardından çalıştığım kurumda başımdan
geçen bir anekdotu anlattım: Mart ya da nisan ayında derecelerin 17-18’i gösterdiği,
hafif bir esintinin olduğu, güneşin kah açtığı kah kapandığı bulutlu bir gündü.
Hizmetli odama gelerek kaloriferi yakayım mı dedi. Ben üşümüyorum. Arkadaşlara
bir sor. Üşüyoruz diyorlarsa yakabilirsin dedim. Görevli az sonra odama geldi.
Kimse üşüdüğünü söylemedi dedi. O zaman kalsın dedim.
İşimize
koyulduk. İşe öğleden sonra gelen bir hanımefendi odama gelerek “Kaloriferin
niye yanmadığını” sordu. Ben de sabah ki olup biteni kendisine aktardım. Bana
olur mu? Üşüyoruz burada dedi. Bunun üzerine personeli üşütmeyelim diye birkaç
saatliğine kaloriferleri yaktırdım. Kurumda bu personelden başka bayanlar da
vardı. Onların üşümeyip bu hanımefendinin üşümesi normaldi. Çünkü alabildiğine
dekolte giyinmiş, giydiği eteğin altına incesinden de olsa çorap bile giymemiş.
Bu giyim ve kuşamı görünce “Mübarek! Keşke biraz iyi giyinseydin” demek geçti
içimden. Ama söyleyemedim dedim. Benden sonra tıraş olmak için bekleyen, “Kadının
çorap giymediğini nereden gördün. Ben bugüne kadar kimin ne giydiğine hiç bakmadım”
demez mi? Bunun üzerine siz bakmayabilir veya görmeyebilirsiniz ama ben gördüm
dedim.
Yedi
yıl önce başımdan geçen bu anekdotu anlatmamın sebebi, 25 Haziran tarihli
gazetemizde “İfrat ve Tefritte En Güzeli, Ortası Olmaktır” başlıklı yazıma M.G.
rumuzlu bir okuyucumun, yazımın altına yaptığı şu yorumdur: “İnsan baktığını
görür derler. Kendi adıma hiç göbeği açık kadın görmedim. Çünkü hiçbir kadının
göbeğine bakmıyorum. Konuşmam gerekiyorsa da yüzüne bakıyorum. İnsanların
göbeğinin açık olması da kimseyi ilgilendirmez”. Okuyucum bir hassasiyetini
dile getirmiş. Konunun hassasiyeti, aynı zamanda beni itham etmesinden dolayı
kendisine kısa bir cevap yazmak istedim ise de belki bu konuda başka
okuyucularım da aynı kanaatte olabilir düşüncesiyle bu konuyu ayrı bir yazı
konusu edinmek istedim. Yazım, salt kendisine cevap olmaktan ziyade genel bir
değerlendirme olacaktır. Bu imkanı verdiğinden dolayı kendisine buradan
teşekkür ediyorum.
Yazımı
okumayanlar için kısaca özetleyeyim: Bazı hanımefendilerin göbeğini
gösterdiğini, sanırım moda olduğunu, bu şekil olanlara yani modaya uyanlara
baktığımız zaman ince belli yani zayıf olduklarını işlemeye çalıştım. Ardından
giyim ve kuşamda ne çok açık ne de çok kapalı olmak yerine bunların ortasının
daha uygun olacağını ifade ettim. Bu tespitte bulunurken de yazıma yarı mizah
kattım. Baskı yok, ayıplama yok. Okuyucum, kusura bakmasın, bu durumu -sorun
olarak- görmeyebilir, ben veya başkası bunu sorun olarak görebiliriz. Ben
gördüklerimi ve herkesin bildiğini kendi üslubumla kaleme alıyorum. Yazarken de
bir amme hizmeti görevi ifa ettiğimi düşünüyorum. Zira yazmaya başlarken
kendimin ve toplumun dert edindiği her şeyi dağarcığım el verdiği müddetçe
yazacağıma dair ilk yazım “Girizgah”ta da yer verdim. Görüşlerim, analizlerim,
tespitlerim, öncelik ve hassasiyetlerim beni bağlar. Yazdıklarım yüzde yüz
doğru tespittir iddiam hiç olmadı. Siz katılır veya katılmazsınız.
Yazarken
de sadece bakmam. Aynı zamanda 2,75 gözlük numarama rağmen görürüm. Görmekle de
yetinmem. Aynı zamanda gören gözlerimle fotoğrafını çekerim. Fotoğrafla da
yetinmem. Aynı zamanda analiz eder, anlarım. (Görmek demek, seyretmek değildir.)
Yeri gelir, konuşmalara kulak misafiri olurum. Okurum, konuşanı dinlerim ve
ihtiyaç hissedersem yazı konusu edinirim. Durum bundan ibaret. Dinlerken de ne
göbeğine bakarım ne de ayağına. Herkes gibi ben de yüzüne bakarım. Ama giyim-kuşam
ve kılık-kıyafeti de dikkatimi çeker. Yani bakar kör değilim, trene bakar gibi de
bakmam. Görürüm ama seyretmem.
Giyim-kuşamda
herkes istediğini giyme özgürlüğüne sahiptir. Ama “İnsanlar kıyafetleriyle
karşılanır. Fikirleriyle uğurlanır”. Ben de kişileri fikirleriyle tanımak
isterim. Önemli olan da budur.
Yazıma
son verirken kısaca bakmak ve görmek fiilinden de bahsedeyim. Çünkü zaman zaman
bakmak ve görmek fiillerini birbirinin yerine aynı anlamda kullansak da bu
kelimeler aynı anlamlara gelmez. Bakmak ile görmek arasında fark vardır. Bu
konuda Eyüp Salih "İnsan bakar da baktığını göremeyebilir. Çünkü bakmak ve
görmek birbirinden ayrı şeylerdir. Bakmak, göz organının yüzeysel bir işidir.
Görmek ise aklın, mantığın, kalbin, gönlün, ruhun, birlikte bakmasıyla karar
vermesi ile olur. Bakmak her zaman yetmeyebilir, görmeyi de bilmek işin
aslı." der bir yazısında.
Sonuç
olarak dünya sadece bakan gözlerden ibaret olsaydı, insanların -bu kadar-
giyinmesine bile gerek kalmayabilirdi. Çünkü her bakma görme değildir. Bakan gözler
olduğu gibi gören gözler de vardır. Üstelik gören gözler bakan gözlere oranla
daha fazladır.
***27/06/2020 tarihinde Pusula haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.
***27/06/2020 tarihinde Pusula haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder