Ana içeriğe atla

Büst Atatürkçülüğü mü Yaptığımız?

Atatürk bu ülkede yeterince tanınamayan kişilerden biri. Seveni çok, sevmeyip nefret edeni de. Kimi taparcasına sever, anlata anlata bitiremez, kimi de her kötülüğün altında Atatürk'ü arar. Aşırı uçlardayız anlayacağınız.

Mezarından kalkıp gelse üzerinde tartışma yapan insanları görse "Bu anlattığınız kişi ben miyim? Gidin işinize! Üzerimden ellerinizi çekin. Yaptığınız işlere beni alet etmeyin" der.

Nefretinden Atatürk'e lanet okuyan aşırı uçları bir tarafa bırakırsak Atatürk'ü anladığını sanan, her vesileyle onu çok sevdiğini söyleyen ve kendilerini Atatürkçü olarak lanse eden birkısım zevata gelince bunlar da evlere şenlik durumda. Çünkü bunlardaki Atatürk sevgisini ben büst Atatürkçülüğüne benzetiyorum. İşleri güçleri nerede Atatürk'ün büstü var, nerede yok, nereden kaldırıldı, kaldırılan büstler nerede, ne şekilde muhafaza ediliyor araştırması yapmak. Bir cadde açılsa, bir havaalanı yapılsa, bir okul bina edilse oraya niçin Atatürk'ün ismi verilmedi. Her geçen gün Atatürk unutturulmaya çalışılıyor derler. Milli bayramları iple çekerler. Acaba hangi il, ilçe ve beldede milli bayram gününde kutlandı, kutlarken Atatürk'ün ismi zikredildi mi, törenler sönük mü geçti, çelenk töreninde nizami davranıldı mı hesabı yaparlar. Cuma ve bayram hutbelerinde niçin Atatürk'e yer verilmez derler.

Atatürk'ü çok sevdiğini söyleyen bu zevat gerçekten seviyor mu? İşte bunda bir tereddüt yaşıyorum. Seviyorlarsa da sevgileri onun anlaşılmasını sağlamaktan ziyade şekil Atatürkçülüğü veya kaporta Atatürkçülüğü sanki. Çünkü sevgileri büstle sınırlı sanki! Belki de Atatürk'ün yeterince anlaşılamamasında hatta nefret edenler ordusunun artmasında büst Atatürkçülüğü yapanların payı büyük diye düşünüyorum. Zira bu tipler kendi fikirlerine uymayan her tavrı Laiklik veya Atatürkçülüğe aykırı olarak gösterdiler hep. Aslında birçoğunun yaptığı Atatürk'ün yolundan gitmekten ziyade Atatürk'ü kendi emellerine alet ettiler. Bunun için hep Atatürk'ün arkasına saklandılar.

Sonuç, anlaşılamayan veya anlaşılması istenmeyen bir Atatürk var karşımızda. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde