Ana içeriğe atla

Bu Kur'an Nasıl Bir Kitap Böyle!


Erkeklerin çoğu özellikle eskiler askerlik anılarını anlata anlata bitiremezler. Benim kayda değer bir anım yok. Olanı da pek anlatmam. Başımdan geçen ilginç bir hatıratım var ki paylaşmak istiyorum.

93 yılında Burdur’da askerim. Botları ve asker elbisesini giyerek asker oldum. Niyetim “Mantığın bittiği yerde askerlik başlar” şeklinde ifade edilen kışla yasaklarından bahsetmek değil. Son yıllarda askerlik yapmak ne kadar kolaylaşsa da bazı yasaklar kalksa da askerlikteki yasaklar hac ve umredeki ihram yasaklarına benzer. Normal hayattaki serbestlik burada yasaktır. İhram yasakları bizim için Allah’ın koyduğu birer sınav. Askeriyenin yasaklarında ise çoğu zaman mantık aranmaz. “Namazdan önce askerlik gelir, gerekirse namaz geriye bırakılır… arazide namaz kılmayalım. Çavuşlar söyleyin bunlara burada namaz kılmasınlar…” şeklinde garip uygulamalara şahit oldum. Yine yemek duası yaparken bir askerin “Tanrımıza hamd olsun” yerine “Allah’ımıza hamd olsun” demesi üzerine bir üst rütbelinin duayı yenileterek ardından “Arkadaşlar içimizde Hristiyan olanlar da var, bunu yapmayalım” şeklinde bir açıklama yapması olaylara ne kadar basit yaklaştığının bir göstergesiydi bana göre. Sanki Hristiyan’ın Allah’ı başkaymış gibi!

Askerlik anılarına değinmeyeceğim demiş olmama rağmen konu askerlik olunca ister istemez giriyorsun gördüğünüz gibi. Neyse biz gelelim esas anımıza.

Askerlik sürem boyunca fırsat buldukça mescitte Kur’an okurdum. Cebimde de küçük Kur’an’ı hiç eksik etmedim. Mescit içinde veya dışında uygun zaman buldukça okudum. Hatta bu vesileyle yıllardır tekrarlamadığım hıfzımı askerde sağlamış oldum. Koğuşumda Afyonlu bir asker vardı. Sivil hayatta esnaflık yapıyormuş. Beni camide Kur’an okurken gören bu Afyonlu arkadaş bana bir gün “Kur’an okumayı bilmiyorum. Bana yardımcı olur musun” dedi. Olur dedim. Günlük fırsat buldukça elif-ba cüzünü okuduk birlikte. Kabiliyetli bir arkadaştı. Kısa zamanda Kur’an’a geçti. Bir ara bugün-yarın derken birkaç gün Kur’an okuyamadık birlikte. Daha doğrusu kendisini dinleyemedim. “Hocam kaç gündür bir türlü okuyamadık” şeklinde serzenişte bulundu. En üst katta koğuş nöbetçisiyim. İstersen oraya gel dedim. “Olur” dedi. Bir sayfa kadar o okudu, ben dinledim. Zaman zaman yanlışlarını düzelttim. Ardından arkadaş yatmaya gitti, ben ise nöbetime devam ettim.

Nöbet bitimi bir alt katta tıpkı benim gibi koğuş nöbetçisi olan aynı koğuştaki asker arkadaşım yanıma geldi. “Olmaz böyle şey, sizin yerinize benim adımı aldı komutan” dedi. Hayırdır ne ismi, ne oldu dedim. Başladı anlatmaya: “Siz yukarıda Kur’an okurken ben de lavaboda çoraplarımı yıkıyordum. Sesiniz de aşağıya kadar geliyordu. (Biz ne kadar kısık kısık okusak da betonarme bina yankı yapmış demek ki)  Giriş katın kapısında üst teğmen yanındaki çavuşa ‘Yukarıda Kur’an okuyanlar var. Git onların isimlerini al gel” dedi. Ben bunu duydum. Az sonra çavuş benim yanıma geldi. İsmimi sordu. Niye alıyorsun dedim. Komutan istedi dedi. İyi de ben bir şey yapmadım. Üstelik komutanın dediğini ben buradan duydum. Komutan yukarıdaki Kur’an okuyanların adını al-gel dedi. Sen benim adımı alıyorsun dedim. Çavuş, ‘Hayır senin adını istedi’ dedi. Baktım ikna olmayacak. İsmimi vermek zorunda kaldım, bu ne iş” dedi. Asker arkadaşım anlattı, ben ise güldüm bu duruma. Hem güldüm, hem de düşündüm. Çavuşa yanlış isim aldırtan vardı mutlaka! Kur’an bizi ele vermedi dedim.

Benim için vazgeçilmez askerlik anım bu işte. Sizinle paylaşmak istedim. Gerçekten bu Kur’an nasıl bir kitap böyle, be dostlar!


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde