Ana içeriğe atla

Alın Bu Çocuğu Eğitin, Ben Sizin Alnınızdan Öpeyim!


Öğretmenler odasında otururken Fen Bilimleri öğretmeni geldi yanımıza. Oturdu. Yüzünde bir tedirginlik vardı. Hoş-beşten sonra yavaş yavaş açıldı: "Nasıl eğiteceğiz? Bunlara her şeyi öğretsek ne olacak, eğitemiyoruz" dedi. Dertliydi belli ki! Yüzündeki tedirginlik de böylece anlaşılmış oldu. Hayırdır, ne oldu dedik.

“Derse girdiğim esnada en önde oturan öğrenci yediği yiyeceğin ambalajını yere atmış veya sıranın gözünden düşürmüş.  En önde olduğu için dikkatimi çekti. Düşürdün, al onu dedim. İçi boş dedi. O zaman al, çöpe atıver dedim. Hiç istifini bozmadı, almam der gibi oturmasına devam etti. O zaman yerden al, bana ver, ben atayım dedim. Çocuk yerden aldı, bana verdi. Ben de çöpe attım. İşin ilginci bu duruma 40 kişilik sınıftan hiç tepki gelmedi” dedi.

Bu olay 7.sınıfta meydana gelmiş. Dersin öğretmeni de öğretmenliğin hakkını fazlasıyla veren duyarlı ve sakin biri. Kendisiyle zaman zaman başka konuları mevzubahis eder ve kendisini daima takdir ederim. Kendisine bu olayın ardından hiç sinirlenmeden, kimseye bir şey demeden ve hiçbir şey olmamış gibi ders işlemeye devam ettin mi dedim. Evet, başka ne yapacaktım ki dedi.

Olay aynen bu şekilde cereyan etmiş. Bereket öğretmen "Sen yerden al, ben atayım" dediğinde çocuk "Ben alamam, kendin al dememiş." Lütfedip yere eğilmiş, gönülsüz de olsa alıp öğretmene vermiş.

Atan öğrenci büyük biri değil, daha çocuk! Bu çocuk, bu yaşlarda, bu sıralarda eğitilmeyecek de ne zaman eğitilecek? Ağaç yaşken eğilir atasözünü ağzımızdan düşürmeyen bizler daha bu yaşta bu çocuğu eğemiyorsak büyüyünce nasıl eğeriz? Sahi siz öğretmen olsaydınız bu durumda ne yapardınız? Bu çocuğa nasıl davranırdınız? Öğretmenimiz, öğrencisi adına alıp çöpe atmış ve güzel bir örnek olmuş. Daha başka ne yapabilirdi? Eğer siz bu çocuğu eğitebilirseniz sadece şapka çıkartır ve alnınızdan öperim.

Çocuk kimdir, nasıl biridir, nasıl bir ailenin çocuğudur bilmem. Belki de öğrenci derslerinde başarılı biridir. Çocuk ortamdan veya ailesinden etkilenmiş olabilir. Belki ailesi onu okula gönderirken "Sen hizmetli değilsin, o işi bir başkası yapacak. Sen sadece derslerine odaklanacaksın. Hizmetliler bizim vergilerimizle görev yapıyor. Eğer öğretmenin sana mıntıka temizliği yaptırırsa asla yapmayacaksın. Ben sana para vereceğim, sen kantinden alıp yiyeceksin ve yediğinin ambalajını olduğun yere atacaksın, hiç keyfinden ödün vermeyeceksin" dedi. Bu kısmı bilmiyoruz. Belki de ailesi çocuğunun bu yaptığını duyunca "Böyle bir şeyi nasıl yapar? Biz böyle yetiştirmedik" diye çocuğuna tepki gösterecek. Velinin bakışı nasıl olursa olsun orta yerdeki bu mevcut durum geleceğimiz adına esef verici bir durum maalesef.

Yediğini çöp kutusu yerine yere atan bu tip öğrenciler yanında yediğini çöpe atan, hatta başkasının attığını yerden alıp çöpe atan öğrencilerin sayısı da az değil. İşin mutfağında olan bizleri biraz teselli eden  de bu tür öğrencilerdir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde