Ana içeriğe atla

Hangi İnsanlara Bu Dünyada Yer Yok?

Canın tez mi? Muhatabının leb demeden leblebiyi anlamasını, ya da sen bir şey demeden karşındaki veya yanındaki kişilerin halden anlamasını, senin hassasiyetini kavramasını mı istiyorsun? Çok beklersin? Çünkü karşında seni anlamamak ya da seni kendilerine çekmek isteyen, kendileri gibi olmanı isteyen binler var. Koca bir duvar veya bir ordu. Bu durumda ne duvarı aşabilir, ne de bu koca orduya galip gelebilirsin.

Mağlup olacağını bile bile bu binlerin içinde yaşamaya devam edeceksin. Çünkü elin mahkum. Çekip gitsen nere gideceksin? Sanki bu dünyadan başka bir dünya mı var? Sonra başka yere gidince yeni karşılaşacakların mevcutlardan daha mı iyi olacak? Naçar bu deveyi gütmeye devam edeceksin. Başka da çaren yok zaten. Bu durumda yine ezilen, horlanan, ayıplanan sen olacaksın. Adın sabırsıza, sinirliye çıkacak. Sana geçimsiz, anlaşılmaz diyecekler. Diyecekler oğlu diyecekler ve bu dünyadan anlaşılmadan gideceksin. Üstelik gidişin daha hızlı olacak. Çünkü kızgın sirke ancak küpüne zarar verir. Sana bu dünyayı dar edenler ise gailesiz, dertsiz bir şekilde bu dünyada kalabalık etmeye devam edecekler. Bu dünyanın kanunu bu. Sen yırtınacaksın, onlar şen-şakrak yaşayacak. Çünkü top patlasa, dünya yıkılsa umurunda olmuyor böylelerinin.

Kimsenin seni anlamadığı bu durumlarda keşke Eyüp gibi sabırlı olaydım diyorsun. Ama olmuyor. Çünkü herkes Eyüp gibi sabır küpü olamaz. Keşke sağır-dilsiz olaydım da top patlasa, insanlar çatlasa...hiç olmazsa ruhum duymazdı diyorsun. Bir yere kapanıp kimseyle iletişim kurmayayım diyorsun. Ama bu sosyal varlık olan insanın yaratılışına ters. 

Hikmetinden sual olunmaz ama Allah belki de sana Ulül Azm peygamberlerinden Musa peygamber gibi sinir verdi. Hani o, İsrailoğullarına bakarak olsun diye kardeşi Harun'u bırakmıştı başlarına. Kırk gün sonra kavminin arasına gelince bıraktığının yerinde yeller estiğini görünce öfkelenip  bu ne hal dercesine kardeşi Harun'un yakasından tutmuştu. Belki de Allah seni bu şekilde imtihan ediyordur.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde