Ana içeriğe atla

Cami mi yoksa Dilenci Merkezi mi?


Eskiye oranla camilerimizde şu ya da bu yer adına yardım toplamak için açılan sergilerde bir azalma söz konusu. Son haftalarda bir haftada olmasa da iki-üç haftada bir, cumalarda yardım yeri dikkatimi çekiyor: "Muhtelif cami inşaatı ve Kur'an Kurslarına yardım." Eskiden cami adı belirtilirdi. Şimdilerde adı muhtelif oldu. 

Sanırım yapımı başlanan camilerin ve Kur'an Kurslarının ihtiyacı var ki sergiye ihtiyaç duyuluyor. İnsanımızın cebindeki bozuk paraları atmak suretiyle ihtiyaçlar tam karşılanmıyor olmalı ki bu iki yere belirli periyotlarla yardım toplanmaya devam edilmektedir.

Cami, Kur'an Kursu vb yerleri inşa etmek ve buraların işlevini yerine getirebilmesi için camilerde sergi açmanın dışında başka yol bulunamaz mı? Bugün cami veya Kur'an Kursu yapımına ihtiyaç var mı? Mevcutları yeterli gelmiyor mu? İllaki her dört evin bulunduğu mahalle, bir cami kondurmak zorunda mıyız? Mevcut camilerimizin doluluk oranı nedir? İbadet yapmak isteyen vatandaş, mesafesi biraz uzak olan camiye gidemez mi? Mevcut Kur'an Kurslarının sene içerisindeki doluluk oranı nedir? Camilerimiz ibadet edilen yer dışında Kur'an öğrenilen yer şeklinde daha profesyonel bir işlevi yerine getirecek şekilde planlanamaz mı? Bu soruların netameli sorular olduğunu ve yanlış anlaşılmaya ve başka taraflara çekilme ihtimalinin olduğunu biliyorum. Yine de bu konuda düşüncelerimi serdetmek istiyorum.

Öncelikle planlama yapılmadan cami ve Kur'an Kursu yapılmamalıdır. Mevcutlar geniş bir kitleye hitap edecek şekilde planlanmalıdır. Mevcut Kur'an Kursları sekiz yıllık kesintisiz ve on iki yıllık zorunlu eğitimin ardından önceki işlevlerini yerine getirmekten uzaktır ve neredeyse yılın on ayını öğrencisiz geçirmekte ve atıl durumdadır. Bu kursları amacına uygun şekilde işlevsel hale getirmek için DİB ile MEB, ortak bir protokol imzalayarak mevcut Kur'an Kurslarını İHO okullarına dönüştürmelidir. Buralardaki mevcut öğreticiler Kur'an derslerine ve hafızlık eğitimi alan çocukların derslerine girmelidirler. Yine buralar yaz dönemlerinde kısa dönem Kur'an eğitimi almak isteyen geçici öğrenciler için müftülüklere planlama ve organize yapma görevi verilmelidir. İHO'ya dönüştürülemeyecek şekilde küçük olan Kur'an Kursları, öğrencilerin barınmaları için tahsis edilmelidir. Yaz dönemlerinde mevcut Kur'an Kursları talebi karşılamada yeterli gelmediği takdirde MEB'in okullarından müftülükler yararlanmalıdır. 

Camilerimiz, günlük toplamda 2-3 saatlik ibadet için açılıp kapanmanın ötesinde namaz vakitleri dışında örgün eğitim verecek şekilde Kur'an talimi için açık tutulmalıdır. Cami görevlileri namaz vakitleri dışında en az altı saat daha camiyi açık bulundurmak suretiyle yeni bir işleve kavuşturulmalıdır. Bina ve derslik ihtiyacı olan okullarda Kur'an ve din dersleri camilerde işlenmelidir. 

Mevcut cami ve Kur'an Kurslarından azami derecede faydalanıldıktan sonra ihtiyaca cevap vermezse yeni cami ve Kurs inşaatına başlanmalıdır.

Cami ve Kur'an Kurslarının gider ve ihtiyaçlarını karşılamak için camilerde sergi açmanın dışında vicdani sorumluluk çerçevesinde bir yardım şekline geçilmelidir. Bunun için Batı'da Hıristiyanların maaşlarından otomatik kesilen kilise vergisi bize uyarlanabilir. Kendisini Müslüman kabul eden kişilere "Din hizmetleri" vergisi konabilir. Bir fonda biriken bu vergi; cami yapımı, cami giderleri, Kur'an eğitimi, öğrenciye burs, Kur'an Kursu inşaat ve giderlerinin karşılanmasında kullanılabilir. Böylelikle cami ve kursların ihtiyaçları tek elden karşılanabileceği gibi bu yöntem camilerimizi dilencilik merkezi olmaktan da kurtaracaktır. İmamlarımız her hafta dilenci gibi hutbede cemaatten para istemeyecektir. Önerdiğim bu yöntem din hizmetlerinde bizi profesyonelleştirebileceği gibi toplanan paralar, daha şeffaf olacaktır. Kimse durmadan para toplanıyor, bu para nereye gider diyemeyecektir.

Var mısınız camilerimizi ve Kur'an Kurslarımızı daha işlevsel hale getirmeye ve buraların giderlerini tek elden karşılamaya?


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde