Ana içeriğe atla

Konya'da Oruç

Ramazan dolayısıyla işimden evime, ev ile cami arasında mekik dokuyorum. Çarşı-pazar dolanmıyorum. İhtiyacımı giderdik tek sonra kendimi eve hapsediyorum. 

Bugün işten sonra eve uğramadan üç km' lik bir yere bir görüşme için yürüdüm. Bir pastanenin önünden geçtim. İşletme, içerideki kısımdan daha büyük bir kısmı kapsayacak şekilde dışarıya masa sandalye atmış, ramazan olmasına rağmen bir kısım insanımız dışarıya oturmuş; çayını yudumluyor, dondurmasını yiyor, sigarasını içiyor. Az daha ilerledim bir kafe. Bu da dükkanın önünü kapatmış. Müşterileri sigarasını tellendiriyor, çayını içiyor ve nargile keyfini gideriyor. Tam gideceğim yetin yanında baktım yine bir oturan topluluk. Burası neresi diye kaçanı kaldırdım. Bir muhallebici dükkanı. İnsanımız tatlı yiyip tatlı tatlı sohbetini yapıyor.

Gördüğüm her üç işletme zevke hitap eden yerler. Buralar açık olmasa, insanımız çayını-sigarasını içmese, muhallebesini yemese acından ölmez. Adımladığım yer bir hastane civarı ve otogar veya gar mevkii değil. Güpegündüz ihtiyacını giderenler ne yolcu, ne de hasta anlayacağınız. Çarşı merkezi hiç değil. Kendi halinde sakin bir mahalle.

Gördüğüm bu manzara, insanımızın kendini aştığını gösteriyor. Allah'ın bildiğini kuldan niye saklayayım. Sen orucunu tutarsan tut, ben senin için zevkime ket vuramam dercesine aleni bir şekilde istifini bozmadan yaşantısına devam ediyor.

Bu gördüğüm üç manzara "Ah ben de oruçlu olmasaydım" dedirtti mi bana? Canımı çekti mi? Orucuma halel mi getirdi? Hayır. Onlara ne gıpta ettim, ne de heveslendim. Aksine garipsedim. Mahallemize oruç gelmemiş, belki bugünler daha iyi günlerimiz, dedim. Sanırım böyle giderse biz oruç tutanlar azınlıkta kalacağız, muhitimizde ramazanın manevi iklimi hakim olmayacak. Gördüğüm bu manzara Konya'da muhafazakar bir semt. Varın ötesini siz düşünün.

Eski Konya'da açık olan lokantaların cam ve kapısı gazete kağıdı ile kapatılır, kapısı hafifçe açık olur, oruç tutmayan girer, içeride ihtiyacını giderirdi. Şimdilerde gazete kağıdı ile kapatılmış lokanta vb yerler kalmadı. Bari içeride yeseler diyorum. 

İsteyen oruç tutar, isteyen tutmaz. Tutan kendisine tutar. Kendimi bildim bileli orucumu tuttum. Allah sağlık verdiği müddetçe tutmaya devam edeceğim. Belki eskiden de oruç tutmayanımız çoktu. Ama toplum içinde oruçlu görünürdü. Şimdilerde aynı hassasiyeti göremiyorum. Ne oldu dünkü hassasiyetlerimize? Dünküler yanlış düşünüyordu da bugünküler doğruyu mu buldu? Merakım bu! 

Sahi kaç kişi kaldık yüzde 99'u Müslüman olan bu ülkede? Aleni bir şekilde zevk ve keyfimizi gidererek neyi amaçlıyoruz? 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde