10 Haziran 2018 Pazar

Öğretmen, Öğrencisinin Vücutça Büyümüş Şekli

Yalova Esenköy HİE'nde tüm illerden ortaöğretim müdürlerinin kursiyer olarak katıldığı isteğe bağlı bir seminerdeyim. Okulunda geciken öğretmene ve öğrenciye niçin geciktiklerini sorgulayan müdürlerin çoğunun, planlanan saatte seminer salonuna gelmediklerini ve gecikmeli olarak içeriye geldikten sonra kürsüde konuşmacı sunumunu yaparken yanındakiyle koyu bir muhabbete daldıklarına çokça şahit oldum. Hatta bir defasında Ortaöğretim Genel Müdürlüğünde Şube Müdürü olarak görev yapan konuşmacı, "Arkadaşlar, öğretmeniniz toplantıya sizden sonra gelse, geldikten sonra da sizi dinlemeyip yanındakiyle konuşmaya devam etse bu durumda ne yaparsınız" demişti. Üzülmüştüm bu lafları işittiğime.
*
Okul müdürü sene sonu toplantısını yapıyor, gündemle ilgili konuşuyor. Salonda bulunan öğretmenler konuşan bizden biri, dinleyelim demiyor. Habire yanındakiyle sohbet edeceğim diye uğraşıyor. Okul müdürü, nezaketinden kimseye bir şey söylemiyor. Gürültüye rağmen hafif duraklıyor, insanların gözünün içine bakıyor...Nafile. Koltuğa oturmuş öğretmenimiz keyif çatmaya devam ediyor. Konuştuğu sanki aylarca görüşmediği veya az sonra ayrılıp bir daha görüşmeyeceği biri. Hiç istifini bozmadan kelam etmeye ve gülmeye devam ediyor. Haydi müdür saatlerce konuşsa, ara vermese de öğretmenimiz sıkılsa diyeceğim. Toru toplamı 45 dakika süren bir toplantının başı da bu şekil, ortası da, sonu da.

İki tanesini anlattığım örneğin yüzlercesiyle karşılaştım öğretmenlik hayatımda; kimi zaman öğretmen, kimi zaman da müdür pozisyonundayken. Böylesi durumlarda her defasında meslektaşlarım adına mesleğimden utandım. Diyelim ki konuşmacı, hepimizin bildiği rutin konuşmasını yapıyor. Farz edelim ki bu işleri müdürden daha iyi biliyoruz. Konuşan müdür de olsa, şube müdürü de olsa bizden biri. Bir meslek erbabı kendi meslektaşına eziyet eder mi? Onu dinlemeyerek o kimsenin onurunu incittiğimizin farkında mıyız? Biz birbirimizin konuşmasına tahammül göstermez, biz bize saygı duymazsak kim bize saygı duyar? Niçin bir empati yapmıyoruz? Düşünün ki kürsüde konuşan kendimiziz. Salondakiler bizi dinlemeden yanındakiyle konuşuyor. Ne hissederiz bu durumda? Sınıfta ders işlerken bizi dinlemeyen öğrenciye tepkimiz nasıl olur? Konuşun çocuklar, ne de güzel konuşuyorsunuz mu diyoruz. Yeri geldiği zaman yeni nesil söz dinlemiyor, bizi iplemiyor, çok şımartıldı, hiçbir şey yapamıyoruz, öğretmenliğin itibarı kalmadı diyoruz. Biz dinlemeden kendimizi dinletmeyi, saygı göstermeden bize saygı duyulmasını nasıl sağlayacağız? Unutmayalım ki bir meslek grubunda itibar kaybı varsa bunda payın büyüğü o meslek grubunun kendisindedir. Hiç sağa sola kızmaya, gönül koymaya kalkmayalım.  Merak ediyorum Allah bize konuşmamız için bir dil, dinlememiz için iki kulağı niçin verdi? Bir konuşun, iki dinleyin diye değil mi? Ya hayır konuşsak, ya da sussak nasıl olur?

Bir tespit yapayım diye verdiğim bu örnekler yine beni bir başka tespite götürüyor: Öğretmen, öğrencinin vücutça büyümüş şekli. Yeter ki sıraya oturmaya görsün. Durum değişmiyor. Daha sorumluluğunu tam üstlenmemiş, doğru ve yanlışı tam ayırt edemeyen öğrencinin konuşmasını bir yere kadar dinleye dinleye "sıkılmıştır" diyebilir ve yanlış da olsa makul görebiliriz. Ya ev-bark sahibi olmuş, sorumluluk sahibi büyüklerin konuşmasına ne diyelim? Sanırım bunun makul tarafı olmadığı gibi izahı da yok...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder