11 Haziran 2018 Pazartesi

Emanetin Neresindeyiz?


Bugün karşılaştığım ve kendisine değer verdiğim bir meslektaşımın “Hocam! Şu dilin kemiği yok da bir de ödünç alınan emanetlerin geri verilmesi üzerine bir yazı yazsan…” deyince sipariş üzerine yazı yazmıyor olmama rağmen konunun önemine binaen bu yazıyı kaleme almaya karar verdim. Zira dikkatimizden kaçan, çoğu zaman önemsemediğimiz bir ahlak ilkemizdir emanet.

Sanırım emanetin ne olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Biz yine de emanetin tanımıyla başlayalım yazımıza. TDK’ye göre emanet: “Birine, geri alınmak üzere, geçici olarak bırakılan, teslim alan kişice korunması gereken eşya, kimse vb.demekmiş. Emanet edilen veya emanet alınan şeyin değeri büyük veya küçük olabilir. Bazı emanetlerin hiç maddi değeri olmayabilir. Hatta bazı emanetlerin maddi değerinden ziyade manevi değeri kişiye göre paha biçilmezdir.

İdari bir görev deruhte eden meslektaşım masasından alınan bant, delikli veya tel zımba vb eşyasının geri gelmediğinden muzdarip. Dertli mi dertli! Hatta geri getirilmesi için zaman zaman tüm meslektaşlarının kayıtlı olduğu gruba, “Bantımdan sonra tel zımbamı da götürüp getirmeyerek öksüz bırakan arkadaşa teessüflerimi bildiririm.” şeklinde serzenişini ifade eden yazı da gönderiyor. Buna rağmen alınan emanet, bir türlü geri yerine konmuyor. Niye böyle oluyor ki? Niçin önemsemiyoruz emaneti? İhtiyacımızı giderdikten sonra geri sahibine vermek veya aldığımız yere koymak çok mu zor? Bunu zül mü addediyoruz? Emanet sahibi, verdiği emaneti aramak, duyuruya çıkma zorunda mı? Öyle zannediyorum, eşyayı kimin aldığını da biliyordur. Kimseyi kırmamak için kimin aldığını bilmezden gelerek genele duyuru yapıyor. Ki maddi bir değeri olmayan bant, daksil, zımba vb şeyler idarecinin eli ve koludur. Günde sayısız kere kullanması gerekir. Birçok duyarlılıklarımızı kaybettiğimiz gibi emanete karşı da duyarsız olmaya başladık maalesef.

En gereksiz olan bir eşyan bile olsa geri verilmek üzere biri tarafından geri alınmışsa, zamanında gelmezse, alan getirmezse, getirdiği zaman yıpranmış bir şekilde teslim edilmişse, ihtiyacın olduğu zaman yerinde bulamazsan veya habersiz alınmış geri getirilmemişse dert edinmemek elde değil.

Emanet alınan şeyi bir müddet bekledikten sonra ödünç alandan gidip isteyince bazıları, “kusura bakma, unuttum” diyeceği yerde “yedik mi” dercesine dik dik de bakabiliyor. Hiç unutmam öğretmenliğimin ilk yıllarında bir meslektaşım, not fişini yazmak için benden pilot kalemimi istemişti. Verdim, günlerce bekledim vermesi için. Maalesef benim kalem bir türlü gelmedi. İstesem mi istemesem mi derken cesarete gelip “Hocam! Kalemimle işiniz bitmişse geri alabilir miyim” dedim. “Verdim ben” dedi. “Hoppala, buyur buradan yak şimdi!” dedim kendi kendime. “Hocam, çantanıza bir bakar mısınız” dedim. Gözümün önünde çantasını açtı. Kapağını bile kapatmadan çantasına koyduğu kalemimi çıkardı ve “bu mu” dedi. Evet bu, dedim. “Al” dedi, uzattı.  “Kusura bakma, unuttum, teşekkür ederim” falan yok. İsteyip isteyeceğime de pişman olmuştum. Ama istemiş bulundum. Zira isteyenin bir, vermeyenin iki yüzü karadır. Normalde kalemin de bir değeri yok ama kalem bir öğretmenin olmazsa olmaz malzemesidir, askerin silahı neyse kalem de bir öğretmen için odur.

Bu anlattığımdan başka idarecilik yaparken “Hocam, kaleminiz var mı, şurayı bir imzalayayım” diye alınan ve geri verilmeyen nice kalemlerim gitmiştir. Çünkü imzalayan ya cebine koymuş, ya imzaladığı yerde bırakıp gitmiş, ya da bir başkasına vermiştir. Bir evrak imzalayacağın zaman verdiğin kalemden haberin oluyor. Çünkü bir o cebine, bir bu cebine…masanın gözüne bakıyorsun. Nafile! Aradığın kalemi bir türlü bulamıyorsun. Ardından homurdanıyor, kızıyor, buğzediyor, kendini geriyorsun. Giden kalemin üzerine bir bardak soğuk su düşüyor senin payına. Sonra yolun bir kırtasiyeye düşüyor, yeni bir kalem almak için. “Bir daha kimseye kalemimi vermeyeceğim” diyorsun. Ama kaşla göz arasında bir bakmışsın ki o kalemin de gitmiştir.

Basit ama mide bulandıran bu konuda biraz duyarlılık göstersek fena olmaz değil mi?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder