Bugün karşılaştığım ve
kendisine değer verdiğim bir meslektaşımın “Hocam! Şu dilin kemiği yok da bir
de ödünç alınan emanetlerin geri verilmesi üzerine bir yazı yazsan…” deyince sipariş
üzerine yazı yazmıyor olmama rağmen konunun önemine binaen bu yazıyı kaleme
almaya karar verdim. Zira dikkatimizden kaçan, çoğu zaman önemsemediğimiz bir
ahlak ilkemizdir emanet.
Sanırım emanetin ne
olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Biz yine de emanetin tanımıyla başlayalım
yazımıza. TDK’ye göre emanet: “Birine, geri alınmak üzere, geçici
olarak bırakılan, teslim alan kişice korunması gereken eşya, kimse vb.” demekmiş. Emanet edilen veya emanet
alınan şeyin değeri büyük veya küçük olabilir. Bazı emanetlerin hiç maddi
değeri olmayabilir. Hatta bazı emanetlerin maddi değerinden ziyade manevi
değeri kişiye göre paha biçilmezdir.
İdari bir görev deruhte eden meslektaşım masasından alınan
bant, delikli veya tel zımba vb eşyasının geri gelmediğinden muzdarip. Dertli
mi dertli! Hatta geri getirilmesi için zaman zaman tüm meslektaşlarının kayıtlı
olduğu gruba, “Bantımdan sonra tel
zımbamı da götürüp getirmeyerek öksüz bırakan arkadaşa teessüflerimi bildiririm.”
şeklinde serzenişini ifade eden yazı da gönderiyor. Buna rağmen alınan emanet, bir
türlü geri yerine konmuyor. Niye böyle oluyor ki? Niçin önemsemiyoruz emaneti?
İhtiyacımızı giderdikten sonra geri sahibine vermek veya aldığımız yere koymak
çok mu zor? Bunu zül mü addediyoruz? Emanet sahibi, verdiği emaneti aramak,
duyuruya çıkma zorunda mı? Öyle zannediyorum, eşyayı kimin aldığını da
biliyordur. Kimseyi kırmamak için kimin aldığını bilmezden gelerek genele
duyuru yapıyor. Ki maddi bir değeri olmayan bant, daksil, zımba vb şeyler
idarecinin eli ve koludur. Günde sayısız kere kullanması gerekir. Birçok duyarlılıklarımızı
kaybettiğimiz gibi emanete karşı da duyarsız olmaya başladık maalesef.
En gereksiz olan bir eşyan bile olsa geri verilmek üzere biri
tarafından geri alınmışsa, zamanında gelmezse, alan getirmezse, getirdiği zaman
yıpranmış bir şekilde teslim edilmişse, ihtiyacın olduğu zaman yerinde
bulamazsan veya habersiz alınmış geri getirilmemişse dert edinmemek elde değil.
Emanet alınan şeyi bir müddet bekledikten sonra ödünç alandan
gidip isteyince bazıları, “kusura bakma, unuttum” diyeceği yerde “yedik mi”
dercesine dik dik de bakabiliyor. Hiç unutmam öğretmenliğimin ilk yıllarında bir
meslektaşım, not fişini yazmak için benden pilot kalemimi istemişti. Verdim,
günlerce bekledim vermesi için. Maalesef benim kalem bir türlü gelmedi. İstesem
mi istemesem mi derken cesarete gelip “Hocam! Kalemimle işiniz bitmişse geri
alabilir miyim” dedim. “Verdim ben” dedi. “Hoppala, buyur buradan yak şimdi!” dedim
kendi kendime. “Hocam, çantanıza bir bakar mısınız” dedim. Gözümün önünde
çantasını açtı. Kapağını bile kapatmadan çantasına koyduğu kalemimi çıkardı ve “bu
mu” dedi. Evet bu, dedim. “Al” dedi, uzattı. “Kusura bakma, unuttum, teşekkür ederim” falan
yok. İsteyip isteyeceğime de pişman olmuştum. Ama istemiş bulundum. Zira
isteyenin bir, vermeyenin iki yüzü karadır. Normalde kalemin de bir değeri yok
ama kalem bir öğretmenin olmazsa olmaz malzemesidir, askerin silahı neyse kalem de bir öğretmen için odur.
Bu anlattığımdan başka idarecilik yaparken “Hocam, kaleminiz
var mı, şurayı bir imzalayayım” diye alınan ve geri verilmeyen nice kalemlerim
gitmiştir. Çünkü imzalayan ya cebine koymuş, ya imzaladığı yerde bırakıp
gitmiş, ya da bir başkasına vermiştir. Bir evrak imzalayacağın zaman verdiğin
kalemden haberin oluyor. Çünkü bir o cebine, bir bu cebine…masanın gözüne
bakıyorsun. Nafile! Aradığın kalemi bir türlü bulamıyorsun. Ardından homurdanıyor,
kızıyor, buğzediyor, kendini geriyorsun. Giden kalemin üzerine bir bardak soğuk
su düşüyor senin payına. Sonra yolun bir kırtasiyeye düşüyor, yeni bir kalem
almak için. “Bir daha kimseye kalemimi vermeyeceğim” diyorsun. Ama kaşla göz
arasında bir bakmışsın ki o kalemin de gitmiştir.
Basit ama mide bulandıran bu konuda biraz duyarlılık
göstersek fena olmaz değil mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder