Ana içeriğe atla

Nice Yıllara Evlatlar!

Bundan 27 yıl önce ilahiyat son sınıfta öğrenciyim. Mezun olmama ramak kaldı, finaller haftasındayım. Günde iki finale girip çıkıyorum. 

Eşim, iki yıl önce doğan ilk çocuğumdan sonra ikizlerime hamile. Doğum eli kulağında. Finalleri bir atlatsaydım derken doğum bekler mi? Sabahında Türk Eğitim Tarihi dersinden sınava gitmeye hazırlanırken doğum sancısı başladı. 

Kimim kimsem yoktu Konya'da. Hastanede eşime refakat etmesi için pazartesi gününün alaca karanlığında halamın evine giderek ziline bastık. Okul arkadaşlarım sınava gitmeye hazırlanırken biz ise arabası olan bir komşuya rica ederek Konya Doğum Evinin yolunu tuttuk. 

Bir saat kadar bir beklemenin ardından doğum haberi geldi. Halam, "Hayırlı olsun, yaşı uzun olsun balım" dedi. Sağ ol hala, dedim. Beklemeye koyulduk. Epey bir süre geçtikten sonra "Hala, doğum haberi gelmedi" dedim. "Az önce doğdu ya" dedi halam. Biliyorum hala. Bir daha olacaktı" dedim. Nihayet ikinci doğum haberi de geldi. İkizlerimin sağlıklı olduğunu duyunca "Şükürler olsun! Hala, burası sana emanet. Ben sınava gidiyorum" dedim. Sınava 45 dakika kala fakülteye gittim, sınavımı oldum.

İkizlerim doğdu, içim içime sığmıyor, mutluluktan uçuyordum. Ama çok sevinemedim. İçimi bir üzüntü kapladı. Zira birkaç gün sonra eşim taburcu olacak ve benim sosyal güvencem yoktu. Cebimde sınıf arkadaşlarımın cebime sıkıştırdığı biraz para vardı. Ama hastane burası. Bana ne kadar masraf çıkacaktı bilmiyorum. Zira o güne kadar hastaneyle pek işim olmamıştı. Yıl 91. Çoğu kimsenin hastane masrafını ödeyemediği için hastanede rehin kaldığı yıllardı. 

Darda kalan için Allah bir sebep halk ederdi. Öyle de oldu gerçekten. Hastanede başhemşire olarak görev yapan hemşire hanımın eşi bir akrabam çıktı. Orada tanıştık. Halam durumumdan bahsetmiş kendisine. Başhemşire, 600-700 lira tutacak olan hastane masrafı için benim durumumla ilgili hastane yönetimiyle görüşmüş. Yönetim, öğrenci olduğumdan yetkisini kullanarak 100-150 lira ile taburcu olabileceğimizi söylemiş. Taburcu günü gelince 150 lira ödeyerek hastaneden ayrıldık.

İşte böyle bir günde doğmuştu benim ikizlerim. Bundan 27 yıl önce hastanede gözlerini açmışlardı. Bugün Kadir gecesi ve 28'e adım attıkları doğum günlerinde ikizlerim yine hastanede. Bu sefer ne eşim doğum sancısı yaşıyor, ne de onlar hasta. Dün kendilerine şifa olması için sebep olan doktoru, ebesi ve hemşiresi gibi bu gece onlar hastanede yatmakta olan hastaların şifa bulması için mesai harcıyor. Hem de doğum günlerinde. Üstelik unutmuşum hiç unutmadığım doğum günlerini. Hastanede hasta başında hastalarla ilgilenirken gruptan birbirlerini sanaldan doğum günlerini kutlarken haberim oldu.

Nice yıllara sağlıklı bir şekilde girmeniz ve hayatınız boyunca huzur bulmanız dileklerimle "nice yıllara" inşallah! İyi ki doğdunuz evlatlar!.. Ben sizden razıyım, Allah da sizden razı olsun, emeğinizi yağlı etsin.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde