Ana içeriğe atla

Darbenin baş aktörü Türkiye'ye iade edilsin mi?

Baştan söyleyeyim, iade edilmesin. Hatta iade için girişimlerde bulunulmasın. Zaten istediğin kadar delil sun, vermeyeceklerse vermezler. Haydi, karşı tarafı ikna edip suçluyu aldık diyelim. Sonrası ne olacak? Bunu da düşünmek lazım.

Şeytana pabucunu ters giydirecek şekilde yetişmiş/yetiştirilmiş elebaşı bize yaptığı her haltı anlatacak mı? Doğru konuşacak mı bir defa? Ya da konuşacak mı? Haydi, o konuşsa da konuşmasa da kesin suç delillerini ortaya koyarak yargıladık diyelim. Örgütü çözebilecek miyiz? Örgütü çökertebilecek miyiz? Örgütün ağa babalarına ulaşabilecek miyiz? Örgütün arkasındaki devletleri ortaya çıkardık. O devletlere gereken yaptırımı yapabilecek miyiz? Örgütün başını yargıladıktan sonra cezasını nasıl vereceğiz? Öldürdükleri, hayatını söndürdükleri insanlar adına ona idam cezasını uygulayacabilecek miyiz? 

Malumunuz; idam cezasını kaldırdık, onun yerine suçlulara müebbet cezası veriliyor. İdam cezasını geri getirsek bile anayasamıza göre cezalar geriye doğru uygulanamıyor. Geriye ne kalıyor o zaman? Suçluyu hapse gönderip orada bakmak. Başına bir şey gelmemesi için etrafında dört dönmek, her türlü tedbiri almak. Neler yapacağımızı tek tek anlatmaya gerek yok. Bu konuda bizim bir tecrübemiz var, biliyorsunuz. Bugün biz 40 bin kişinin katili olarak yargıladığımız kişi için bir adayı ona tahsis ettik. Sağlığına, başına bir şey gelmemesi için her türlü imkanı seferber ediyoruz. Günlük devlete maliyeti 130 bin lira imiş. Öyle zannediyorum, FETÖ lideri getirildiği takdirde farklı bir muamele yapılmayacaktır. O zaman ne yapalım? 

Elimizdeki kötü tecrübeden hareketle FETÖ liderini istemeyelim. ABD yetkilileri ile onu, orada yargılamak için görüşmeler yapalım. 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili olayın azmettiricisi, planlayıcısı, elebaşısı olarak hazırlanan iddianame gereğince bizim mahkeme heyetimiz ABD'ye giderek o zatı orada yargılasın. Mahkememizin verdiği cezayı ABD yetkililerine tebliğ edip suçluyu hapse koymalarını isteyelim. Görüşüm size garip gelebilir ama bir delikten ikinci defa girmeyelim. Birini yıllar yılı İmralı'da beslediğimiz gibi onu da getirip burada beslemeyelim. Hatta size bir ilerisini daha söyleyeyim. Ben olsam cezasını veremeyeceğim, içeride beslediğim bu tip suçluları serbest bırakırım. İnanın, içerideki rahatlarını bulamazlar dışarıda. Hem PKK liderinin hem FETÖ liderinin mağdur ettiği insanların sayısı az değil bu ülkede. Dışarıda rahat gezemezler, nefes bile alamazlar, insan içerisine çıkamazlar. Haydi, taraftarlarının himayesinde dışarı çıktılar diyelim, inanın bir kör kurşuna maruz kalırlar. Üstelik kim vurduya gider. Ya da ben yaptım diye gelir kendisi teslim olur.

ABD, elebaşını yalvarsa götürün diye; biz, "Sizin olsun, alın turşusunu kurun" dememiz lazım. Bundan sonra bu tür ihanet şebekelerinin bir daha bu topraklarda neşvünema bulmaması için gözümüzü dört açalım. Biliyorum, yaptığım öneriler size garip gelebilir. Fakat kökten çözüm olacağını düşünüyorum. Denenmesinde fayda vardır. Üstelik devlete masrafı da olmaz.  09/05/2017


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde