Ana içeriğe atla

Sosyal medya etiği **

Sosyal medya hayatımıza hızlı bir şekilde girdi. Çoğumuz da kendini orada buldu. Kimi izleyici, kimi paylaşımcı durumunda. Kiminin de adresi var ama pasif durumda. Kimi de işin içinde ama iz bırakmadan kaçak güreşiyor.

Sosyal medyaya magazin  dense yeridir. Türkiye veya dünya gündemi aynen oraya yansır. Her türlü paylaşımı orada bulabilirsiniz. Kimin, nerede, ne zaman, ne işle uğraştığı; kimin hobi ve fobilerinin ne olduğu, kimin nelerden zevk aldığı, fikir ve zikrinin ne olduğu hakkında birinci elden kanaat sahibi olabilirsiniz. Kimlerin bir yerlere gelmek için kimlere göz kırptığını görürsünüz. Hiç paylaşımda bulunmayanla ilgili bir  kanaate ihtiyaç olursa neyi ve kimleri beğendiği bile kendisi hakkında bir fikir verebilir.

Türkiye ve dünya gündemini takip etmek için sanal medyaya göz atmak yeterli olmaya yeterli. Ama doğru haber ile yanlış haberin karıştığı bir haber merkezi. Çoğu kimse gördüğü haberin doğruluğunu araştırmadan paylaşma yoluna gidebiliyor, yeter ki kendi fikrini desteklesin. Sevmediği görüşü, ya da kişileri eleştirsin.

Sosyal medya hayatımızın bir parçası oldu iyice. Hiç girmem diyen günde en az bir defa göz atar bu aleme. Kimi de kendini kaptırdı mı sabah akşam orada artık. Herkesin elinden cep telefonunun düşmemesinin nedeni bu olsa gerek. Paylaşımların sayısı günde öyle zannediyorum milyonları geçiyor. Bu alem sayesinde insanlar çok şeffaflaştı. Neyi paylaşacağını şaşırıyor. Çoğu paylaşımları çok yerinde görmekle beraber bazı paylaşımlar için çoğunuz "Bu da paylaşılır mı" demeden edemiyor. Yemek paylaşımı konusunda bir kısım insanımız gerekli itinayı göstermekle beraber hala yediğini, içtiğini paylaşan insanımızın sayısı da az değil. Öyle paylaşımlar görmeye başladık ki garipsediğimiz yemek görüntüleri, yanında çok masum kalır. Geçen gün birisi zekerat halindeki bir büyüğü adına takipçilerinden Kur’an okumalarını ve dua etmelerini istiyordu. “Ne var bunda?” diyebilirsiniz. Doğru. Bunda bir sakınca yok. Pekiyi, bu paylaşımın altında ölmek üzere olan kimsenin fotoğrafı da paylaşılmış desem ne dersiniz? Öyle zannediyorum, tepki gösterirsiniz. Ben de görünce el insaf, bu kadar da olmaz, dedim. Ömrüm kifayet eder de istemeden girdiğim ve aktif bir şekilde kullanmaya başladığım bu alemde daha ne paylaşımlara şahit olacağım, bunu da zaman gösterecek.

Her anını düşünmeden paylaşan insanlar acaba her şeyin depolandığı bir arşiv olarak mı görüyor bu alemi? Bunun başka bir izahı yok gerçekten. Yoksa bu insanlar yalnızlara oynuyor da paylaşımlara yorum ve beğeni geldikçe bir nebze de olsa yalnızlığını mı gideriyor? Merak ediyorum, her anını paylaşanlar ölünce ölüm anlarını kim çekip paylaşacak? Herhalde şu anda çözümsüz kalan problemleri bu olsa gerek.

İnsanın girdiği her alanda mutlaka bir etik değerler olmalıdır. Eskiden, şimdilerde görgü kuralları denilen bu kurallara adabı muaşerat denirdi ve okullarda ders olarak okutulurdu. Nedir görgü kuralları? İnsanların günlük hayatta birbirleriyle olan ilişkilerinde uymaları gereken kurallar demektir. Çoğumuzun kullandığı sosyal medyada da mutlaka bir adabı muaşerat olmalıdır. Neyin paylaşılıp neyin paylaşılamayacağının bilindiği kriterler konmalıdır. Herkes bir şey paylaşmadan önce iki defa düşünmek durumunda kalmalıdır. Yoksa bu gidişle içimizi dışımıza çıkaracak şekilde, hiçbir mahremiyetimiz kalmayacak. 09/05/2017

** 13/05/2017 günü Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde