21 Ocak 2025 Salı

Hem Geri Alınmaz Hem de Değiştirilmez Mal (1)

Cumartesi evden çarşıya çıkarken alışkanlık olsa gerek, alınacak bir şey var mı dedim. El-yüz havlusu alayım demiştin bir ara. Onu al bari dendi. Ne zaman demiştim alacağımı dedim. Bir ara havlu almıştın da hoşuna gitmişti, birkaç tane daha alayım demiştin, unuttun mu dedi ev ahalisi. Dememem lazım ama alayım olmazsa dedim. Siyasetçi değilim ama söz vermişim demek ki zamanında. Herkes siyasetçilere böyle sözünü hatırlatsa, çözülmedik sorunumuz kalmaz.
Neyse alacağım artık havluyu. Cebimdeki sıkışan parayı vereceğim. Hem ev sevinecek hem de esnafın yüzü gülecek. Böylece piyasa hareketlenecek.
Çıktım yola. Akşama kadar şura, bura derken yorulup eve döneceğimde havlu alacağım aklıma geldi.
Hemen kırdım ayaklarımı. Daha önceki havlu aldığım esnafa yöneldim. Bu sefer gençten bir tezgahtar vardı içeride. Her zamanki yaşlı tok satıcı yoktu.
Delikanlı, el yüz havlusu alacağım dedim. Üst tarafında 110, 100, 90, 80 TL fiyatı yazan havluları gösterdi. Bir de kiloluk havluları gösterdi. Dedim en iyisi, sık dokunanı hangisi? (Hepsi iyiymiş bu arada). İşte şu. 100 lira yaparım dedi. Şu renk, bu renk derken karar vermede biraz oyalandım. Sevmezsin böyle müşteriyi değil mi dedim. Estağfurullah Abi. Biz neleri gördük. Dört yaşındaki çocuğa bornoz beğendirmek için saatlerimi verdim dedi. Sonunda üç renk beğendim. Kredi kartı ile ödeme yapacağım dedim. Tamam dedi. Ödemeyi yapıp evin yolunu tuttum.
Sofra hazırmış. Yemeği yiyip odaya geçerken havluları aldım. İşte şurada deyip odaya geçtim.
Az sonra bu havlular öncekilerden değil. Bambu alsaydın, bunlar yıkayınca sertleşir dedi hanım. Buldu havluyu, havlu beğenmez şimdi. Değiştirmek pek adetim değil ama pazartesi değiştireyim dedim.
Pazartesi havlu poşetini alıp esnafın yanına tekrar vardım. İki kadın müşterisi varmış. Epey bekledim.
Beklerken gözüm sağı sola kaydı. Gözüme, "Satılan mal geri alınmaz ve değiştirilmez. Toptan satış hariç" yazısı ilişti. Bari bir de “Değiştirilmesi dahi teklif edilemez” ilavesi yapsalardı dedim kendi kendime.
Eyvah ki eyvah dedim. Boşa geldim. Madem ki buraya kadar geldim. Şansımı deneyeyim diye bekledim.
Kadınlardan bir tanesi tek kişilik çarşafın fiyatını sordu. 160 dediğini duydum. Diğer alacaklarını da aldıktan sonra birlikte kasaya geldiler. Esnaf hesaplarken az önce 160 dediğini 170 olarak telaffuz edip hesap makinesine yazdı. Kadınlar fark etmedi. Birinin 790, diğerinin 890 tuttu alacakları. Kredi kartı yoktu değil mi sizde? Evet dedi esnaf. Bakayım nakidim var mı diye çantasından nakit çıkardı. Varmış deyip esnafa uzattı.
Kadın çantasına bakarken hafif sağ tarafa doğru dönünce, büyükler para çıkarırken ve satarken parayı kimseye göstermemek için sırtını dönüp öyle sayarlardı dedi. Esnaf da o da bir şey mi dedi. Benim imam hatipte okumama sebep olan dedemden para istediğimde, valla torunum yok. Ama dur komşudan isteyip geleyim diye öbür odaya geçerdi. Siyah poşeti cebinden çıkarır, vereceği harçlığı içinden alır, diğerlerini geri koyar, gelir verirdi harçlığı. Tüm parasını kimse göremezdi dedi.
Birlikte gülüştüler. Kadınlar ödemeyi yapıp çarşıya çıkmamak var bu devirde deyip giderlerken esnaf bana döndü.
Delikanlı, bu havluları cumartesi almıştım. Bambu olacakmış evin istediği. Bunlar bambu değilmiş dedim.
Genç tam bakalım tavında iken şom ağızlığım tuttu. Gerçi sizin değiştirmeme prensibiniz varmış. Bunu da az önce gördüm deyince, evet dedi. Biz satılan ürünü değiştirmeyiz demez mi. Tamam, bu prensibiniz eyvallah. Pazar kapalı olduğu için gelmedim. Cumartesi akşama doğru aldığım bu havlular daha açılmadı, kullanılmadı. Değiştirsen olmaz mı dedim. Ne bileyim yıkanmadığını dedi. Dün bir bugün iki. Ne ara yıkayalım. Üstelik değişmesi gerekeni niçin yıkayalım dedim. Baktı havlulara. Amca, prensibimiz ama bu defalık değiştireyim. Bunları kaçtan vermiştik dedi. 100'den dedim. Bambular şunlar. Hangisinden istiyorsun dedi. Bunların hepsi havlu. Hangisiydi nereden bileyim. Yalnız şu kısımdan almıştım dedim. Kaça almıştın dedi. 125'e dedim. İstediğim renkleri bulamadım ise de üç tane havlu seçtim. Üste ilave verip ayrıldım.
Başımdan geçen havlu alma ve değiştirme işi aynen böyle oldu. Diğer yazımda da günümüzde son demlerini yaşayan bu esnaf türü için birkaç kelam etmek isterim. 

20 Ocak 2025 Pazartesi

Okulu Asan Dört Kafadar

Dört kafadar okulu kırmış bir öğleden sonra.
Gezip dolaşmışlar. Bir iş de yapmamışlar.
Akşama doğru Kızılay’a gidip kan gruplarını öğrenmişler günün kârı olarak.
Ertesi gün okula gitmişler ama okulun koyduğu kural gereğince, müdür yardımcısı, gidin velinizi getirin deyip bunları okula almamış.
Öyle ya. Veli okula gelecek. Benim bilgim dahilinde çocuğum okula gelmedi deyip teskere doldurup imza atacak. Değilse derse girmek ne mümkün.
Bilmeyenler ve unutanlar için Konya İHL’nin bir dönem böyle bir kuralı vardı. Sanırım bu kuralı iki, üç sene uyguladılar. Öyle zannediyorum, bu kural sadece bu okulun o dönemki yönetiminin nevi şahsına münhasır bir uygulamasıydı. Sonrasında bir veli, size ne, benim çocuğum gelmediyse. İş mi bu yaptığınız deyince okul bu uygulamadan vazgeçti. Ama vazgeçinceye kadar çoğu öğrenci ne çekti. Bunu ancak yaşayanlar bilir.
Bu dört kafadar babalarının yanına nasıl varsınlar da biz dün okula gitmedik desinler. Dediler diyelim. Kaç veli okula kadar gelip durumu izah eder.
Ben de kaçardım ama çarşamba günleri milli maç için kaçardım. Yaşar’ın kalemizi koruduğu ve 8 gol yediğimiz yıllardı.
Maçı seyreder, fazlasıyla golü yerdik. Yediğimiz gol yetmediği gibi ertesi günü de laflarıyla müdür yardımcısı bizi döverdi. İşin içinde milli maç için kaçma olunca, sağ olsun velimizi getirtmezdi. Karşılığında bir çuval laf yerdik.
Neyse biz dönelim tekrar bu okul kaçaklarına.
Dışarıda biraz oyalanmış bu dört kafadar. Ne yapalım ne edelim derken kafadarlardan bir tanesinin baba yarısı amcası varmış. Mahalli bir gazetenin sahibiymiş. Onun yanına gidelim, o bir çözüm bulur demiş bizimkiler.
Varmışlar gazete patronuna. Durum böyle böyle demişler. Gazeteci de okulun ilgili müdür yardımcısına, bunlar benim yeğenlerim. Bilgim dahilinde okula gelmediler demiş. Müdür yardımcısı da ikna olmuş. Tamam gelsinler okula demiş.
Dört kafadar soluğu okulda alırlar. Haliyle bir sevinmişler bir sevinmişler. Nasıl sevinmesinler. Babalarının haberi yokken bir telefonla işlerini halletmişler.
Müdür yardımcısının odasına girerler. Müdür yardımcısı da bunları beklemekte zaten.
Bunları görünce, müdür yardımcısı ayağa kalkar. Eline gazeteyi alır. Bir hışımla gazeteyi masaya çarparak, mahalli basına gitmişsiniz. Olmadı, ulusal basına çıkaydınız, olmaz mıydı, niye oraya gitmediniz demiş.
Dört kafadarın başından geçen bu anekdotu kafadarlardan bir tanesi anlattı. Hoşumuza gitti. Bize de katıla katıla gülmek kaldı.
Biz de gülelim. Yalnız gülünecek bir yer bulamadık derseniz, yazma diliyle konuşma dili farklıdır. Bunu 86/7C’li dört kafadardan dinlemek zorundasınız. Bunu en iyi yaşayan anlatır. Ben sadece nakilciyim.
Tamam, onlardan dinleyelim ama biz bu dört kafadarı bilmiyoruz derseniz, onlar kendilerini iyi bilir. Belki de bu yazıyı okuma zahmetine katlanırlarsa bizdik o kişiler derler. Şu var ki isimleri bende mahfuz.

19 Ocak 2025 Pazar

7 Ekim İşaret Fişeği miydi?

07.10.2023 tarihinde başlayan ve 15 aydır devam eden Hamas-İsrail savaşı, ateşkes anlaşmasıyla son buldu. İnşallah bu ateşkes sürekli olur da Gazze'de yaşayan Filistinliler rahat bir nefes alır. Fakat görünen o ki Gazze'yi tamamen insansızlaştırmayı kafaya koyan İsrail, yarım bıraktığını tamamlamak için bir bahaneyle ateşkesi bozacak gibi.
Ateşkesin ardından, kamuoyunda bu savaşı İsrail mi kazandı, Hamas mı tartışması gündemde. Kan ve ölüm durduktan sonra kazananın ve kaybedenin hangisi olduğunu konuşmanın bir anlamı yok ise de en azından analiz bakımından yazıp çizmede fayda var. Bu sorunun cevabı konuya neresinden baktığımıza bağlı.
Gazze'yi insansızlaştıracağım hedefiyle yola çıkan İsrail, bu hedefine ulaşamadı. Bu yönüyle bu savaşı İsrail kaybetti denebilir.
Yine İsrail ve Hamas'ın imkan ve imkansızlıkları göz önüne alındığı, İsrail'in silah, techizat, teknoloji ve imkan yönünden her yönüyle Hamas'tan daha güçlü olduğu, yani İsrail'in tek favori olduğu bu orantısız savaşın, 15 ay sürdüğü göz önüne alındığında, kaybedenin yine İsrail olduğu düşünülebilir. Çünkü savunma sanayi yönünden çok güçlü olan İsrail'in arkasında aynı zamanda ABD ve Batı ülkeleri vardı. Buna rağmen hedefine ulaşamadı.
Savaşın bilançosuna baktığımızda, İsrail'in 1200 ölüsü, 5 bin civarında yaralısı var. Gazze'nin ise 50 bine yakın ölüsü, 100 binin üzerinde de yaralısı var. İsrail'de yıkılan bina sayısı bir elin parmağını geçmezken, Gazze'nin yüzde 70'i yerle bir oldu. İsrail tüm savaşı Gazze'de yaptı. Gazze'nin bomba düşmeyen hiçbir yeri kalmadı. Hastane, kilise, cami, sivil yerleşim yerleri yerle bir oldu. Kayıp yönüyle bakıldığında Hamas bu savaşın mağlubudur.
İmkansızlıklar içerisinde Hamas’ın İsrail’e on beş ay direnmesi yönüyle Hamas başarılı denebilir.
Bu savaşın suçlusu kim? Uyguladığı soykırım dolayısıyla Uluslararası Ceza Mahkemesinin Netanyahu’nun hakkında verdiği yakalama kararı göz önüne alındığında bu savaşın suçlusu Israil’dir.
Hamas’ın siyasetini, izlediği yolu tasvip etmesem de bu savaşın mağduru ve haklı olanı Filistin halkıdır.
İsrail’e karşı başarı elde edemeyeceğini bildiği halde Hamas’ın bu savaşı başlatması bir acizliğin, çaresizliğin sonucudur. Ne de olsa bu halk yıllar yılı Israil’in esareti altında. Her millet gibi bu halkın da özgür yaşama hakkı var.
Bu kısa değerlendirmelerin ardından, konuyu zamanı veya değil, Hamas’a getireceğim. Hamas ne derece Filistinlinin yanında? Bir örgüt kazanamayacağı savaşı niçin başlatır? Değdi mi Gazze’nin yerle bir olmasına, o kadar çoluk çocuk ayrımı yapılmadan insanın ölüp yaralanmasına? Kazanamayacağını bildiği halde Hamas’ın bu savaşı başlatması intihar değil mi? Nitekim 7 Ekimde başlattığı bu savaşta uzun süre dünya kamuoyu Hamas’ı suçlu buldu.
Sözün özü, davaları ne kadar haklı, mücadeleleri ne kadar kutsal olsa da kazanamayacağı bir savaşı başlatması yönüyle Hamas bu savaşın fitilini ateşledi. Dört gözle bunu bekleyen İsrail’e gel beni yok et dedi. Çünkü İsrail kanla beslenir, kanla büyür ve genişler. Adeta yaşam felsefesi bu.
Nitekim bunu fırsat bilen İsrail, harekete geçti. Gazze’ye orantısız güç kullandı. Gazze’yi adeta haritadan sildi. Bölgeyi yaşanmaz şehir haline getirdi. Orada insanlık dramını yaşattı. Hamas’ın liderlerini nokta atış bir bir öldürdü. Bununla da yetinmedi. Hamas’a destek veren Lübnan Hizbullah’ını bitirdi. Ne kadar Hizbullah lideri ve potansiyel lider adayı varsa tek tek öldürdü. Bu savaşta değişik saldırı araçlarını silah olarak kullandı.
İran’a yöneldi. İran’ı kaç defa vurdu. İran’daki Hamas liderini vurdu.
Suriye’nin üzerinde boza pişirdi. Ne kadar stratejik öneme sahip yer varsa hepsini yok etti. Golan Tepelerine işgal etti.
Görünen o ki 7 Ekimde Hamas tarafından atılan işaret fişeğiyle, İsrail kendisi için potansiyel tehlike olan tüm komşu ülkelerinin hepsine ayar verdi, bir daha kolay kolay kendilerine gelemeyecek, kendisi için tehlike arz etmeyecek şekilde bölgeyi dizayn etti. Şimdi kaldı Gazze bir başına. Sanırım ateşkesle bir nefes alacak. Dünya kamuoyunun tepkisini bertaraf edecek. Bir zaman sonra Hamas yine suyumu bulandırdı deyip yarım bıraktığı Gazze’ye tekrar yönelecek.
Yazımı okuyan belki bana kızacak ama Hamas bilerek veya bilmeyerek 7 Ekimde İsrail’e saldırarak kana ve toprağa doymayan İsrail’e gollük pas verdi. Al da at dedi. İsrail de tıynetinin gereğini yaptı.
Keşke böyle olmasaydı.
Not: Ölen Gazzelilere Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. 

İmralı Heyetinde Ben de Olmalıyım

Tüm Türkiye Öcalan'ın silah bırakma açıklamasına odaklandı. Şimdi yapılan her şey bu ortamı hazırlamaya yönelik çalışmalar.
Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder ve Ahmet Türk’ten oluşan DEM heyeti, İmralı ile Meclis arasında mekik dokuyor. İlkini gerçekleştirdiler. Şimdi ikincisine hazırlanıyorlar.
Bunlar bu yaşında bu hummalı çalışmalarıyla gıpta edilesi çalışmaya hizmet ederken, bense ülkemin geleceğini inşa ve imar konusunda hiçbir şey yapamamanın ezikliğini yaşıyorum. Çünkü bomboş oturuyorum.
Merak ediyorum, İmralı heyeti illa üç kişiden mi oluşması, hepsinin de DEM'li mi olması gerekiyor? 4.kişi olarak beni de yanlarına alamazlar mı? Benden bağımsız ve objektif birini mi bulacaklar? Koca İmralı'ya beni sığdıramazlar mı?
Ha ben de gitsem yanlarında. Ben de Öcalan'la görüşsem. Tarihe şahitlik etsem.
İlk defa bir terörist hem de başıyla karşılaşsam.
Onun tecrübelerinden faydalansam.
Bir örgüt nasıl kurulur, bunun yağı, tuzu nereden geliyor, buna niye gerek gördün, bu senin aklın mı yoksa bir akıl hocan var mı desem.
Eylem nasıl yapılır, canlı bombayı nasıl ayarlıyorsunuz, nasıl öldürüyorsunuz diye sorsam.
Ayrıca örgüte silah bıraktıracak mısın, örgütün ardında kim var desem.
Seni Beka vadisinden kim kaçırdı, Rusya ve İtalya’da niçin tutunmadın, Kenya’da ne işin vardı desem,
Seni derdest edip bize teslim ettiklerinden sonra yüzündeki bandajları çıkarırken canın yandı mı, o anda ne hissettin desem,
Yine kendisine, yeter çektiğin, biz seni çıkarmak istiyoruz ama sen niye çıkmak istemiyorsun, bu rahatlık niye? Bülbül bile altın kafesten çıkmak isterken, sen niye böyle yapıyorsun desem,
O konuşsa ben notlar alsam.
Bir fırsatını bulup İmralı'yı gezsem, çevreyi temaşa etsem,
Öcalan'ın gezip dolaştığı yerleri dolaşsam,
Yediğini, içtiğini görsem,
Günde kaç paket ve hangi marka sigara içtiğini, iki paket Marlbora içtiğin doğru mu diye sorsam, ikram ederse karşılıklı içsem,
Gündemi nasıl takip ettiğini öğrensem,
Dolaşırken günlük rutin yürüyüşümü de İmralı'da yapsam,
Geçmiş o kadar hizmetine karşılık sana bu dört tarafı nazır adayı, hizmetinin karşılığı olarak mı verdiler desem,
Beslemeyelim de asalım mı desem,
Görüyorum ki yediğin önünde, yemediğin arkanda desem,
Hitap ederken Sayın diye hitap etsem,
Dışarıya çıkınca terörist başı ile görüştüm desem,
Pervin, Sırrı, Ahmet'le birlikte Öcalan'ın mesajını gerekli yerlere iletmek üzere yola çıksam,
Muhteşem üçlü Bahçeli ile görüşmeye doğru giderken, ben de “Öcalan’la 45 dakika” başlıklı kitabımı yazmak için yanlarından ayrılsam; gittim, gördüm, yazdım desem,
Tv’lere çıkıp izlenimlerimi aktarsam,
İyi olmaz mıydı? 
Kısaca bu çorbada benim de tuzum olsaydı, fena mı olurdu? Sonra tüm yükü bu üç garibana yıkmak ne derece doğru?
Sözün özü, Öcalan nasıl devletin emrinde ise ben de bu taşın altına elimi koymak suretiyle devlete hizmet etmek isterim.
Lütfen yeni izin alınırken heyetin içinde şahsım da olacak şekilde izin alınsın.
Tüm kamuoyuna ve devlet yetkililerine duyurulur. 

Vasiyetin Böylesi

Liseden sonra okumamış bildiğim kadarıyla. Belki de üniversite sınavına bile girmedi.
Ticarete atıldı. Her türlü ticari faaliyette bulundu. Hepsini de en iyi şekilde yaptı.
Ticari işleri dolayısıyla gitmediği il ve ülke hemen hemen kalmadı.
Kazandığını da ihtiyaç sahiplerine, eşine dostuna harcadı. Yeter ki bir ihtiyaç sahibini bilsin, görsün, duysun.
Kimseden bir kuruş faydalanmadan yedirdi, içirdi. Almadan verdi ve vermeye devam ediyor.
Yükseğini okumasa da hiç okumaktan uzak durmadı. Her alanda çıkmış kitapları alıp okudu.
Çoğu üniversite mezunlarından ve akademisyenlerden fazla bir birikime sahip. Bu yaşında hala alıp okuyor.
Ticaretle birlikte okumasının yanında vakıf, dernek, cemaat varsa çoğuyla iletişim ve irtibatını kesmedi. Hepsinden bir kuruş faydalanmadan hepsine yardımını esirgemedi. Sohbetlerine katıldı. Dinledi. İçine sinmeyen yönleri söylemekten geri kalmadı. Sorular sordu.
Nerede tanınmış, birikimi olan biri varsa kapılarını çalıp ziyaret etmiş, sorularını soracak şekilde bir özgüven sahip.
Düşüncesi, fikri ve zikri kim olursa olsun, her kesimle diyaloğu var.
İşinin dışında, gündemi, olup bitenleri ve gidişatı da takip ediyor.
Ülkenin, dünyanın, siyasetin, dini oluşum, dini yaşantılar, ahlaki yozlaşma ve insani ilişkileri dert edinen biri. Eleştirdiği gibi öneriler de sunmakta.
Maddi imkan, çevre, birikim olmasına rağmen tevazuu elden bırakmayan biri.
Ticarete girer de sıkıntı çekmez mi? Varken de parayı dert edinmeyen biri yokken de. Parası yoksa bile maddi sıkıntı çekse bile hep var görüntüsü vermeye devam etmekte. Bugüne kadar maddi sıkıntı çektiğini kimseye dert yandığını pek görmedim. Böyle hallerde bile yedirmeden, ikram etmekten geri durmayan biri. Öyle ya huylu huyundan vazgeçer mi.
Çocuklarını da kendisi gibi yetiştirmiş ve yetişmelerine katkı sağlamış biri. Kendisi gibi hepsi bir değer.
Ömrünü koşuşturmakla ve dolu dolu geçiren, çoğu alanda birikime sahip olan, aynı zamanda iyi bir gözlemci olan, çektiği ve gördüğü sıkıntılara rağmen güler yüzünü, ilgi ve alakasını esirgemeyen bu arkadaş aynı zaman da iyi bir insan sarrafı. Hala pozitif enerji vermeye devam etse de siyasetin geldiği nokta ve görünümü, dini cemaatlerin işleyişi, Müslümanların ahlaki yozlaşması, dünyanın gidişatı, ticari tecrübeleri -yanlış hissetmediysem- kendisini biraz yıldırmış gibi. Hala ticari faaliyetine devam etse de biraz içine kapanmış sanki. Sanırım öyle böyle değil, büyük bir hayal kırıklığı yaşıyor. Nasıl hayal kırıklığına uğramasın. Çünkü ne ummuştu ne bulmuştu. Gidişata dair pek bir umut ve beklentisi de yok. Şu sözü bile yaşadığı bu hayal kırıklığını ele vermekte. "İşim gereği her tip her düşünce her inanç grubuyla alışveriş yaptım. Teşriki mesaim oldu. Yahudi, Hristiyan, ateist herkesle alaverem oldu. Hiçbirinden darbe yemedim. Hep ve sadece Müslümanlardan darbe yedim. Hem de defalarca. Tüm bu tecrübelerimden sonra çocuklarıma vasiyetim: Aman çocuklar, Müslümanlardan uzak durun demek oldu" demesidir. Sanırım bu söz çok şey anlatmaya yeter de artar bile. Ömrünü İslam'a adamış bu kişinin, Müslümanlardan gördüğü muameleye bu şekil rezerv koyması başka türlü nasıl izah edilebilir.

Çocuklarıma Mirasım

Bir ayağım çukura girdi. Bunca yaşadın. Hayattan ne buldun deseler, nedamet ve heyhat derim. Ömrüm pişmanlıkla geçti dense yeridir.
Hepsi geçip gitti. Ama bir üzüntü daha kapladı beni. Bu üzüntü öbürleri gibi gelip geleceğe de benzemiyor. Şimdiden bir kabus gibi çöktü üzerime.
Onca çalışıp çabaladım. Üzerine didindim. Artanı biraz biriktireyim ki çocuklarıma miras kalsın istedim. Ama olmadı.
Bu yazıyı yazarken eskimiş, şu kadar yıl oldu alalı. Değiştirelim denen kanepeye sırtüstü uzandım. Elime de Redmi Pro 9'u aldım. Gözümün önüne çocuklarıma bırakacağım mirası getirdim:
Toru topu 30 yılı geçmiş 3+1 eski bir daire ile kooperatiften çıkma 2+1 evim, 2000 model Nissan Primera, kalırsa ve yüzüne bakarlarsa bu telefon. Başka da gözümün önüne bir şey gelmedi. Üç bankada hesabım var ama onlarda da ufak tefek giriş çıkışlar dışında bir şey yok. Sanırım, iki sene önceydi. 6 kilo kaya tuzu almıştım. Bir de sakal tıraşı olmak için içerisinde onar tane olan üç paket permatik var. Ölünceye kadar tuzdan ve permatikten ne kadar kalırsa artık. Bu telefon da var diyeceğim ama pek bunun yüzüne bakacaklarını sanmıyorum.
Gördüğünüz gibi benden sonra dört çocuğum arasında miras kavgası verecek kadar bir malım yok. Bu utanç da bana yeter. Haliyle çocuklarım da utanacaklar. Bize bıraka bıraka permatik ve tuz bırakmış. Babamız safi yatmış. Başka babalar gibi bir servet bırakmamış diyecekler.
Böyle demede de haklılar. Çünkü ben, insanı ne uzatan ne de kısaltan sabit gelirli olmayı seçtim. Bu da beni ne ondurdu ne de öldürdü. Maaşımdan arta kalan üç beş kuruşu da kenara attım ama gördüğünüz gibi damlaya damlaya göl olmamış. Halbuki enflasyona da ezdirilmemiştim ama görüyorum ki pul olmuş attıklarım. Belimi büken enflasyonun beli ha kırıldı ha kırılacak derken enflasyon yoluna dolu dizgin gidiyor. Gel gör ki benim belim bükülmüş de benim haberim yok bir de TÜİK'in.
Bıraktığım bu serveti dört kardeş aralarında nasıl paylaşırlar bilmem. Şeriat mahkemesi mi kurarlar yoksa Medeni Kanuna göre mi paylaşım yaparlar bilmem. Ama kızım olmadığına göre sanırım aralarında eşit bir paylaşım yaparlar. Evleri ve arabayı satıp parayı kırışırlar. Yok babamın hatırası deyip iki evi dörde, arabayı da dörde mi bölmeye kalkarlar bilmem. Sadece araba kalsa birer birer teker ve kapı paylaşımı yapabilirler. Evler biraz sorun olacak ama nasıl anlaşırlarsa artık. Kiraya verip her ay biri kirayı alabilir. Ama esas kavga, kalan kaya tuzunda ve permatik paylaşımında olacak gibi görünüyor.
Allah vere de paylaşacağız diye basın ve medyaya düşmezler. Döviz bastırıp, "Babamızın parası, söke söke alırız" demezler. Herhalde bunu yapmazlar. Bizim siyasetçi ve dini lider mirasçılarından neyimiz eksik demezler. Çünkü mirasın miktarını gören bunları tefe koyar.
Şimdi düşünüyorum da utanıyorum kendimden. Bırakacağım mirastan dolayı da çocuklarımın mahcup olacağını düşünüyorum. Çünkü bu miktarı paylaşmak için kavgaya gerek yok. Basın medyaya düşmeye de. Çünkü kavga edilecekse bir defa kavgaya değecek bir mal olmalı orta yerde.
Şimdiki aklım olsaydı, bir şekilde siyasete girer. Paraya para demezdim ya da bir cemaatin başına geçer, servetimin haddi hesabı olmazdı. Hizmet ehli ve sureti haktan görünüp malı götürürdüm. Artanla da çocuklarım kavgasını yapardı. Buna da değerdi. Servetin miktarı havada uçuşurdu. Taş ve sopalar da. Benim servetim de züğürdün ağzını yorardı.
Haydi siyaset her kişinin hele benim hiç işim değil. Başarı şansım sıfır. Tarikat ise babadan oğula geçer. Babam da yoksa bana nasıl geçsin. Yalnız dört erkek çocuğa bir şeyhlik bıraksaydım, aralarında post kavgası epey devam ederdi. Bu iş tam bana göreymiş halbuki.
Şu var ki siyaset ve dini oluşum içinde olamasam da olmamam gereken bir şey de sabit gelirliliği tercih etmemem gerektiğini şimdi düşünüyorum. Pekala poşet dede gibi dilencilik yapıp paraya para demezdim. Tek yapacağım, üzerime yanık elbise giyip üzerine poşet geçirmek idi. Gören acır, verirdi. Ben de toplar toplar, biriktirir biriktirir, akşamında bankalara yatırırdım. Milyonlarım böyle birikirdi. Öldükten sonra kıymete binerdim. Basın ve medya günlerce benden konuşurdu. Bıraktığım serveti de tabi. Bankadaki birikintileri timsah gözyaşları dökerek çocuklarım temizinden çekerdi. Yemeyenin malını yerler derlerdi ardımdan.
Heyhat ki heyhat! Ölümüm sessiz sedasız olacak. Bir garip öldü deyip gömecekler. Fakir ölünce pek cenazeme katılan da olmayacak. Ardından çocuklarım arasında miras kavgası olmayacağı için basına da düşmeyeceğim ve toprağım kurumadan unutulup gideceğim.
Vah ki vah...

17 Ocak 2025 Cuma

Aileler Yaşadı

Aile Yılı dolayısıyla devlet, evliliği teşvik etmek ve nüfusun artmasına katkıda bulunmak amacıyla bir dizi teşvik paketi açıkladı. Buna göre;
1.Evlenecek gençlere 48 ay vadeli, 2 yıl ödemesiz ve faizsiz 150 bin lira evlilik desteği verilecek. Bunun için çiftler, e devlet üzerinden başvuru yapabilecek. Başvuru yapabilmek için “başvuru tarihi itibarıyla çiftlerin, 18-29 yaş arasında olmaları, taşınmaz sahibi ya da hissedarı olmamaları, çiftlerin son 6 aylık gelir toplamı ortalamasının ve son aya ait gelirleri toplamının asgari ücretin 2,3 katından fazla olmaması, başvuru tarihi itibarıyla resmi nikah gününe en az 2 ay, en fazla 6 ay kalmış olması şartlarını taşıması gerekiyor”. (Bu durumda bu fona başvuru yapamıyorum. Çünkü yaşım tutmuyor. Oğlum yararlansın istiyorum. Onun da niyeti yok. Bu durumda bahtıma yanayım.)
2. Doğum yardımı desteği de veriliyor. Doğum yardımı alabilmek için 1 Ocak 2025 itibariyle doğacak ilk çocuğa tek seferlik 5000 lira verilecek. (Oğlum evlenmediğine göre bu paradan da nasiplenemiyoruz. Ben ise 2025 öncesi evlendiğinden bu oranda bir paradan yararlanamıyorum. Yeni bir çocuğum olursa diye hanıma bir söyledim. Duvardaki eleği gösterdi. Ne alaka elek dedim. Sen unu eledin, eleği duvara astın dedi. Hasılı bir bardak soğuk suyla hararetimi söndürmeye çalışacağım.)
3 - 1 Ocak 2025'ten sonra ikinci çocuğuna sahip olan bir annenin hesabına her ay 1500 lira yatırılacak. (5 binden geçtim. 1500’den de yararlanamıyorum. Hoş, yararlansam da hanımın hesabına yatacakmış. Hanım bu paradan bana zırnık koklatmazdı.)
4 - İlk ve ikinci çocuğunu 1 Ocak 2025'ten sonra dünyaya getiren bir anneye üç ve üzeri çocuğu dünyaya geldiğinde, 3 çocuk sahibi olan bir annenin hesabına aylık 6 bin 500, 4 çocuklu bir anneye ise aylık 11 bin 500 lira ödeme yapılacak. (Bu durumda 2025 öncesi doğan çocuklar üvey, sonrası doğanlar devletin öz evladı. Aynı şekilde 2025 öncesi doğum yapan kadın üvey anne, sonrası doğum yapan kadın ise öz anne. Hasılı yaşın genç ve 2025’de evlenmek ve çocuk sahibi olmak varmış.)
5. Doğum yardımları, çocuklar beş yaşını dolduruncaya kadar devam edecek. (Anneler yaşadı.)
6. Yardımlarda herhangi bir kriter gözetilmeyecek. (Sanırım, zengine de fakire de bu yardım yapılacak.)
7. Çiftler, 81 ile yaygınlaştırılan Aile ve Gençlik Fonu'na yani 48 ay vadeli ve 2 yıl geri ödemesiz 150 bin lira tutarındaki destek için e devlet üzerinden başvuru yapabilecek. (Bu 150 bin çiftin her birine ayrı ayrı mı verilecek yoksa toplam bu kadar mı? Burası izaha muhtaç. Bir de bu destek 2025 sonrası evlenmek isteyenlere de devam edecek mi? Burası da kapalı. Sanırım 2025’le sınırlı. Şayet böyle ise benim oğlan 2025’den sonra evlenir.)
Hasılı aile yılında aile desteği ve çocuk yardımı bununla sınırlı değil. Devlet çalışan kadını da düşünmüş. O da şu:
8. Kadınların ev ve işleri arasında bir tercih yapmak zorunda kalmamaları için esnek ve uzaktan çalışma modelleri hayata geçirilecek.
9.Halihazırdaki kreşlerin sayısı artırılarak ülke genelinde yaygınlaştırılması sağlanacak.
Haydi gençler, göreyim sizi. Gördüğünüz gibi devlet kesenin ağzını açmış. Sayenizde geriye doğru giden nüfusumuz artacak.