Ana içeriğe atla

Okulu Asan Dört Kafadar

Dört kafadar okulu kırmış bir öğleden sonra.
Gezip dolaşmışlar. Bir iş de yapmamışlar.
Akşama doğru Kızılay’a gidip kan gruplarını öğrenmişler günün kârı olarak.
Ertesi gün okula gitmişler ama okulun koyduğu kural gereğince, müdür yardımcısı, gidin velinizi getirin deyip bunları okula almamış.
Öyle ya. Veli okula gelecek. Benim bilgim dahilinde çocuğum okula gelmedi deyip teskere doldurup imza atacak. Değilse derse girmek ne mümkün.
Bilmeyenler ve unutanlar için Konya İHL’nin bir dönem böyle bir kuralı vardı. Sanırım bu kuralı iki, üç sene uyguladılar. Öyle zannediyorum, bu kural sadece bu okulun o dönemki yönetiminin nevi şahsına münhasır bir uygulamasıydı. Sonrasında bir veli, size ne, benim çocuğum gelmediyse. İş mi bu yaptığınız deyince okul bu uygulamadan vazgeçti. Ama vazgeçinceye kadar çoğu öğrenci ne çekti. Bunu ancak yaşayanlar bilir.
Bu dört kafadar babalarının yanına nasıl varsınlar da biz dün okula gitmedik desinler. Dediler diyelim. Kaç veli okula kadar gelip durumu izah eder.
Ben de kaçardım ama çarşamba günleri milli maç için kaçardım. Yaşar’ın kalemizi koruduğu ve 8 gol yediğimiz yıllardı.
Maçı seyreder, fazlasıyla golü yerdik. Yediğimiz gol yetmediği gibi ertesi günü de laflarıyla müdür yardımcısı bizi döverdi. İşin içinde milli maç için kaçma olunca, sağ olsun velimizi getirtmezdi. Karşılığında bir çuval laf yerdik.
Neyse biz dönelim tekrar bu okul kaçaklarına.
Dışarıda biraz oyalanmış bu dört kafadar. Ne yapalım ne edelim derken kafadarlardan bir tanesinin baba yarısı amcası varmış. Mahalli bir gazetenin sahibiymiş. Onun yanına gidelim, o bir çözüm bulur demiş bizimkiler.
Varmışlar gazete patronuna. Durum böyle böyle demişler. Gazeteci de okulun ilgili müdür yardımcısına, bunlar benim yeğenlerim. Bilgim dahilinde okula gelmediler demiş. Müdür yardımcısı da ikna olmuş. Tamam gelsinler okula demiş.
Dört kafadar soluğu okulda alırlar. Haliyle bir sevinmişler bir sevinmişler. Nasıl sevinmesinler. Babalarının haberi yokken bir telefonla işlerini halletmişler.
Müdür yardımcısının odasına girerler. Müdür yardımcısı da bunları beklemekte zaten.
Bunları görünce, müdür yardımcısı ayağa kalkar. Eline gazeteyi alır. Bir hışımla gazeteyi masaya çarparak, mahalli basına gitmişsiniz. Olmadı, ulusal basına çıkaydınız, olmaz mıydı, niye oraya gitmediniz demiş.
Dört kafadarın başından geçen bu anekdotu kafadarlardan bir tanesi anlattı. Hoşumuza gitti. Bize de katıla katıla gülmek kaldı.
Biz de gülelim. Yalnız gülünecek bir yer bulamadık derseniz, yazma diliyle konuşma dili farklıdır. Bunu 86/7C’li dört kafadardan dinlemek zorundasınız. Bunu en iyi yaşayan anlatır. Ben sadece nakilciyim.
Tamam, onlardan dinleyelim ama biz bu dört kafadarı bilmiyoruz derseniz, onlar kendilerini iyi bilir. Belki de bu yazıyı okuma zahmetine katlanırlarsa bizdik o kişiler derler. Şu var ki isimleri bende mahfuz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda...

Sami Hoca

Sami YÜCE İçi nasıldı bilmem ama dışa karşı şen şakrak biri idi.  Bulunduğu ortamlarda insanları güldürmeyi becerirdi. Şaka yapar, şakadan da anlardı. Çağın yaşatan Nasrettin hocasıydı.  Girdiği ortama çabuk intibak sağlar, insanlarla hemen iletişim kurardı.  Uzaktakileri belirli periyotlarla telefonla arayarak hal hatır sorardı.  İnsan canlısı biri idi. Herkesin derdi ile dertlenirdi.  Büyükle büyük, küçükle küçüktü.  Eli açık biriydi. Yedirmekten, izzet ve ikramdan kaçınmazdı. Dinlendik, Avcıtepe, Habiller, Güneysınır İlçe Müftülüğünde, Güneybağ ve Mevlana Mahallesindeki camilerde görev yaptı.  Görevine sadık biri idi. Mesaisi namaz vaktinden namaz vaktine değildi. Namaz harici bile camideydi. Görev yaptığı camileri tertemiz tutar, camlarına varıncaya kadar caminin temizliğini yapardı.  Paraya önem vermediğinden midir para yönünden yüzü pek gülmedi. Paraya ihtiyacı olduğunda kredisi vardı. Kimden borç istese eli boş dönmezdi. Şu gün vereceğim de...

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam ...