20 Eylül 2024 Cuma

Suda İncir Dikimi

Gelen su faturam. Bir önceki ay 410,5 gelmiş. Bu faturayı görünce siz, sen daha iyiymişsin, biz ne yapalım. Bize şu kadar geldi diyeceksiniz. Zaten böyle diyeceğiniz için paylaştım bu gelen faturayı. Siz de benim gibi sudan tasarruf ederseniz, size de böyle düşük gelir. Gördüğümüz gibi bir önceki aya göre yüze elli tasarruf sağlamışım. Söyle de bilelim dediğinizi duyar gibiyim.

Aslında bu ay ki su kullanma hedefim, birinci kademede kalmaktı. Gel gör ki elimde, yağmur yağdığı zaman şu kadar metreküp yağmur yağdı şeklinde  yağmuru ölçen bir alet olmadığı için iki metreküp aşarak 2.kademeye girmişim. Şayet böyle bir alet olsaydı, ilk kademe kullanım biter bitmez vanayı kapatırdım. Oğlan yıkanıyormuş, yarı sabunlu kalırmış, hiç umurumda olmazdı.

Şimdi geleyim, niye bu kadar düşük fatura geliyor bana. Meslek sırrı olsa da insaniyet namına bilgilendirme yapayım ki önümüzdeki aydan itibaren siz de düşük faturalı su kullanın.

1.Wc ihtiyaçlarınızı belediyenin açtığı ücretsiz wc'leri kullanın.

2.Abdest ihtiyacınızı cami şadırvanından giderin.

3.Çay ve içme suyunuzu mahallenizdeki ücretsiz tatlı su çeşmesinden temin edin.

4.Vırt zırt banyo yapmayın. Banyo ihtiyacını doğuracak sebeplerden uzak durunuz. Terlemeyiniz.  Farz edin ki terlediniz. Bir banyo yapayım da rahatlayayım deme lüksünüz yok. Zaten bu rahatlık yüzünden faturalarınız katmerli geliyor. İstemeden terledi iseniz çok amaçlı ıslak mendil kullanınız. Kullandığınız bu ıslak mendili kullanıp atmıyorsunuz. Çok amaçlı kullanacaksınız. Baktınız bu ıslak mendil kurudu. Adı üzerinde ıslak mendil. Bir cami önünden geçerken şadırvandan yıkayacaksınız. Alın size ıslak mendil. Yani tek kullanımlı kullanmayacaksınız. O kadar çok kullanacaksınız ki sonunda eskimeye ve pörsümeye yüz tutunca atmadan önce lütfen ayakkabılarınızı bir güzel siliniz.

5.Çamaşır makinesini akşam sabah, kah renkli kah renksiz çamaşır diye çalıştırmayacaksınız. Elbiseniz koksa bile makineyi çalıştırmayın. Pis kokudan kurtulmak için pekala deodorant kullanabilirsiniz. Böylece etraf mis gibi kokar.

6.Yemek öncesi ve sonrası el yıkama işini Allah rızası için bırakın. Böyle derken eliniz pis durun demiyorum. Bunun için de çok amaçlı ıslak mendil kullanabilirsiniz. Yemekten önce elinizi sildiğiniz ıslak mendili pekala yemekten sonra da kullanarak elinizi temizleyebilirsiniz.

7.Ayrı ayrı kaptan yemek yemeyi, ardından bulaşık makinesini çalıştırmayı lütfen aklınızdan bile geçirmeyin. Ortak kaptan, tek kaptan yiyin. Sonrasında bir güzel sünnetleyin. Bu temizlik hala içinize sinmiyorsa çok amaçlı ıslak mendil ile bir güzel temizleyin. Kaplarınız pırıl pırıl olacaktır.

8.Islak mendil ucuz mu sanki diyen gafiller çıkacaktır içinizden. Böyle diyen iticiler ve felaket tellalları bilsin ki akşam akşam çekemem sizin bu muhalif halinizi. Unutmayın ki bundan çok öncesine kadar bu ıslak mendil de yoktu.

9. Eşimiz ve çocuğunuz sizin uygulamakta olduğunuz tasarruf tedbirlerini dinlemeyip musluğu olur olmaz açıyor mu, gerekirse vanaya kilit takacaksınız.

10.Genç çocuğunuz var. Yıkanmak zorunda mı kalıyor. Söyleyin ona. Teyemmüm alsın.

11.İçinizde, ben bu tasarruf tedbirlerini uygulamam. Su kullanmak bir itibardır. İtibardan da tasarruf etmem diyeniniz varsa, benim ona sözüm, beter ol demek olur.

12.Yine de susuz yapamam diyeniniz olursa, şebeke suyunu kullanmaktansa, üç harflilerden hazır su alın.

13.Evinize gelecek misafirden, içeceği suyu evinden getirmesini ısrarla ve utanmadan söyleyiniz. Getirmeyip lıkır lıkır su içene Salih peygamberin devesi senden insaflıydı deyiniz. Suyu içip içip ardından wc’ye gitmeye kalkarsa onu mahalle Camii tuvaletine götürünüz.

14.Zaman zaman hatta mümkünse, çocuğunuzu ve annesini sık sık anneannesine gönderin.

15.Günlük, haftalık, aylık ve yıllık ev temizliğini öteleyin. Hatta hiç yapmayın. Cam silmeye kalkmayın. Duvarı kendi haline bırakın. Etraf kokuşmuşken sizin eviniz kirli kalmış, çok mu? 

16.Hasılı, uygulayın bu dediklerimi, benim geçen aya göre yüzde elli indirimli geldiği gibi faturanız öbür ay yüzde elli indirimli olacaktır.

Yapacağınız tek şey, gittiğim yoldan değil, dediğim yolu takip etmek olacaktır. Değilse, sizi ben bile kurtaramam. Zira yakındır ocağınıza incir dikilmesi. 

Demedi demeyin. 

Unutmayın ki zaman sudan ucuz zamanı değil. 

19 Eylül 2024 Perşembe

Bir Günün Hikayesi

İstasyondan çıktım. Tek yaptığım, ayaklara yürü demek oldu. Biraz paslanmış ama eski günler kadar olmasa da hiç teklemeden yürümeye başladı ayaklarım. 

Rotayı çevirdim Meram Yeniyol'a. Baktım Lastik Durağındayım. Geçince, gözüme sağdaki petrolün fiyat listesi ilişti. Bir ara bu fiyatlar durmayacak, şuradan biraz benzin alayım deyip 44'e aldığım benzinin 42 dolaylarına indiğini gördüm. İnişine sevindim ama zamlı tarifeden aldığım benzini telafi için ayakları biraz kullanmam gerek dedim. 

Evliya Çelebi Parkını sağladım. Meram Devlet Hastanesinin önüne gelince, çıkmadan aradığım, müsaitsen yürüyelim dediğim yol arkadaşım da yürüyüşüme eşlik etti. 

Yürürken yol arkadaşıma gıpta ettim. Gram yağ ve kilo yok vücudunda. Yavaş yürür gibi görünmesine rağmen hep önümde yürüdü.  Yormadan yürümenin pratiğini de öğrenmiş.

Yürüyüşe tek engel, Meram Yeniyol'un yürüyüşe elverişli olmaması. İkişer şeritli yolun kaldırımı ha var ha yok. Olan kaldırıma da kaldırım demeye bin şahit lazım. Yürümek için yola insen araç geliyor. İki kişinin zor yürüdüğü kaldırıma çıksan, önüne ya direk ya ağaç ya da bahçeden dalları sarkmış ağaçların dalları yürüyüşünü engelliyor. Kaldırım taşları da tek düze değil. Yolun ve kaldırımın bugünkü hali sanırım Veysel Candan'ın belediye başkanlığından kalma. Sağlı sollu, önünde bahçe olan tek katlı evlerin önünden birer metre alınsa, kaldırım yenilense, yürüyüş için çok elverişli bir güzergah olur. Yetkililere ve arsasından bir metre yer vermek için can atan muhitin sakinlerine duyurulur. 

Biz gelelim yürüyüşe. İnişli, çıkışlı yol aldık. Dere tepe düz gittik. Bir baktık. Dere'deyiz. Öğle ezanı da okunmaya başladı. Değirmenönü Camisine girelim dedik. Camiye o kadar giriş var. Hangi kapıya dolandı isek kilitli bulduk. Sağ, sol derken galiba kimse yok deyip çıkıp giderken müezzinin sesini duyduk. Ses yukarıdan geliyor dedik. İçeride varlar deyip az önce kilitli dediğimiz kapının yanında bir başka kapıya yönelerek şansımızı denedik. Kapı açıktı. Farza durmuşlar. Üç beş cemaat vardı içeride. 

Namaz çıkışı hoş geldin dedi cemaatten önümüzden yürüyen. Hüseyin'e mi geldiniz dedi. Hayır sana geldik dedim. Buyurun dedi gönlü zengin insanımız. Bu arada bu Hüseyin kim, meşhur biri mi dedik. Yok. Buradan bir yer satın aldı. Onun tanıdıkları geliyor bazen dedi. Dere Kur'an Kursuna nasıl gideriz dedik. Beni takip edin. Sonrasında da Kızlar Kaya'sının oradan yola devam edin. Nasıl gideceksiniz dedi. Yürüyerek dedik. Yalnız Kurs buraya uzak dedi. Problem değil. Yürürüz dedik. O önde biz arkadan yürüdük. Sularımız akmıyor dedi. Şebeke suyu mu dedik. Hayır, musluklar akıyor. Derenin suları kesik dedi. Niye dedik. Belediye kesti. Çünkü suyu satıyor dedi. 

Kızlar Kaya'sını solumuza alarak yürüdük. Kursu bulmak için yol bilgisini açtım. Mezarlığın oradan biraz rampa çıktık.

Kursta görev yapan sınıf arkadaşımızı ziyaret edeceğiz bu vesileyle. Yerinde ve iş başında imiş aradığımız. Hemen bizi sınıfına aldı. Ortaokul seviyesinde öğrencilerdi öğrencileri. Dere İHO öğrencilerinin çoğu burada yatılı kalıyormuş. Hepsinin önünde de Kur'an vardı. Ayağa kalktı mimi minnacıklar. Selam verdik. Hal hatır sorduk. İçinizde en iyi okuyan hanginiz dedik. Abdullah isimli öğrenci imiş. Ondan bir ayet dinledik. Tebrik edip çıktık.

Müdür odasına aldı arkadaşımız. Ardından müdür geldi. Muhitteki imamlar ve kursta göre yapanlar selam verip hoş geldin dediler.

Etkinlik pek eksik olmazmış kursta. Bugün de ilköğretim haftası etkinlikleri çerçevesinde, yapılan program dolayısıyla çocuklara çi köfte yoğurmuş kurs müdürü. Bize de nasip oldu bu vesileyle. Kurs müdürünün on parmağında yirmi marifet varmış bizim arkadaşın anlattığına göre. Sanırım her cum,  yemeklere ilaveten izzet ikram yapılıyormuş burada kalan öğrencilere. Çoğu da müdürün elinden geçiyormuş. 

Çok derli toplu ve düzenli gördüm Kursu. Sessiz sakin ve tepeye nazır bir yere yapılmış Kurs. Giden Meram Kaymakam'ının uğrak yeriymiş burası. Kendi cebinden öğrencilere epey bir destek çıkmış.

Çay eşliğinde hasbihalimizi yaptıktan sonra ilgi, alaka ve ikramlarına teşekkür ederek ayrıldık. Hep böyleyseniz yürüyüş rotamız hep bu taraf olur dedik. Gülüştük. Her zaman bekleriz dediler. Bırakalım sizi tekliflerine, biz yine yürüyeceğiz dedik. Tekrar yola revan olduk.

Dere'yi bitirip Meram Yeniyol'u takip etmedik bu sefer. Aşkan Mahallesinin sokaklarına girdik. NEÜ rektörlüğünü sağımıza alıp yürüdük. Bu rektörlüğün yanından geçerken hep dillendirdiğimi bir kez daha dillendirdim. Bu üniversitenin kampüsü varken bu rektörlük niye kampüste değil diye. Öyle ya rektörlüğün yeri üniversite yerleşkesinin içi olur. Öğrenci ve öğretim görevlilerinin arası olur. Devlet yerleşkeye o kadar bina yaptı, bir rektörlük binası mı yapamadı ya da taşınacak yer var da rektörlük taşınmak mı istemiyor? Doğrusunu isterseniz ben de olsam makamımın üniversite içinde olmasını istemem. Mesela okullarda öğrenci olmasa okul idarecileri için çok iyi olur. Çünkü ne sorun olur ne suyunu bulandıran. Ayrı bir yerde keyif sürersin. Öyle ya kim uğraşacak öğrenciyle, öğretim görevlisiyle. Sadede gelirsem, bugün NEÜ rektörlüğü olarak kullanılan yer kıymetli bir yer. Pekala başka bir amaçla kullanılabilir. Hiçbir şey yapılamazsa, burası halka açık bir kafe niye olmasın. Aman neyse ne.

Yürümeye devam ettik. Yol üzerinde iki üniversite öğrenci yurdunu ziyaret ettik. Çaylarını içtik. Aşgan Camisinde ikindiyi kıldık. Tankın önünden evlere gitmek üzere ayrıldık. Bu maratonun tekrarı için tekrar kavilleştik. Ayrılmadan önce yol arkadaşım eve boş göndermedi. Sorunsuz geçen günü tatlı bağlayalım dercesine, bir tatlıcıya girerek tatlı alıp koltuğumun altına sıkıştırıverdi. Kesesine bereket. 

Eve geldiğim zaman baktım ki epey bir adım atmışız, km kat etmişiz, kalori yakmışız. Yürürken konuşmaktan, ziyaret ettiğimiz yerlerin muhabbetinden, akşamın ne zaman olduğunu bilemedik. O kadar yol tepmemize rağmen bir yorgunluk da hissetmedim.

18 Eylül 2024 Çarşamba

Kimse Güvenli Değil *

İsrail’in Lübnan’daki taşınabilir çağrı cihazlarına sızıp patlatması sonucu çok sayıda kişinin yaralandığı bildirildi.

Lübnan resmi ajansı NNA’ya göre, İsrail’in "pager" isimli çağrı cihazlarına sızması sonucu çok sayıda Lübnanlı yaralandı. Patlayan cihazlar 1990'lı ve 2000'li yıllarda popüler olan, pager diye bilinen cihazlar. Hizbullah bu cihazları örgüt içi iletişimde kullanıyor. İddialara göre bu cihazların en son teslim edilenlerine patlayıcı düzenek yerleştirildi. Bu cihazlarla bir numaradan temasa geçince de cihazlar infilak ediyor.” (İnternet Haber)

Ajanslara düşen bu haber gösterdi ki bu çağda kimse bulunduğu yerde güvenli değil. Çünkü çağrı cihazları üzerinden bu infilak yapılabiliyorsa cep telefonları üzerinden bu tür suikast ve toplu cinayetler hayli hayli yapılır. Ki cep telefonu olmayan dünyalı bugün için yok gibi. O yüzden her nerede olursak olalım, bir terör saldırısına ve toplu katliama maruz kalma riski söz konusu. Yeter ki birileri bir başkasını ve başkalarını ortadan kaldırmak istesin.

Deselerdi ki bir gün gelecek, insanlık için bir kolaylık olan bu teknoloji başına bela olacak, herkes cebinde bomba ve kendini intihara sürükleyecek aletini cebinde veya elinde bulunduracak. Herhalde hiçbirimiz inanmazdı.

Yine çağrı cihazı üzerinden yapılan bu saldırı gösterdi ki teknolojiyi üretenler, terörle mücadele ettiğini veya kendini savunduğunu söyleyen kişi ve devletler, ürettikleri cihazları satarak hem para kazanıyorlar hem sattıkları ürünle, biri bizi gözetliyor türünden bizi dinliyor, ne yaptığını, nereye gittiğini takip ediyor hem de sattığı ürünü silah olarak kullanmak suretiyle ortadan kaldırıyor.

Dünyayı yöneten, dünyaya yön veren ve ipin ucunu daima elinde tutan bunlara karşı kimse ben şunlarla mücadele ediyorum, ülkemi koruyorum demeye falan kalkmasın. Rakibin, düşmanın ürettiği ile kişilerin veya devletlerin kendini koruması mümkün değil. Çünkü onlar izin verdiği müddetçe hayattayız.

Ne zaman ki başta teknoloji olmak suretiyle her şeyi kendi üreten kişi ve ülkeler işte o zaman her türlü mücadeleyi kazanır ve dünyada söz sahibi olur.

İslam dünyası, namerde muhtaç olmayacak şekilde; teknolojide, bilimde, ekonomide, sermayede, üretimde, savunmada, icatta söz sahibi olmadığı ve kendi kendine yetmediği, rakip ya da düşmanlarının ürettiklerini parayı bastırıp aldığı ve kullandığı müddetçe bir arpa boyu yol ilerleyemez, dertten kurtulamaz, dünyada söz sahibi olamaz.

Çağrı cihazları üzerinden yapılan bu siber saldırısı, İslam dünyasının, geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerin aklını başına alması gerekir.

Hamaset ve sloganı bırakıp sadede gelmedikçe dert de bizim, sıkıntı da bizim, ölüm ve yaralanma da bizim, kan ve gözyaşı da bizim olmaya devam eder.

Yapacağımız tek şey kendimizle yüzleşmektir.

*20.09.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

15 Eylül 2024 Pazar

Çoğumuzun Parayla İmtihanı

Üç beş kuruşum arttı ise gram alma yoluna gittim. Otuz yıldır bu şekil artıra artıra 30 yıllık bir ev alabildim.

Hiç döviz hesabım olmadı. 

Oğlanlardan birinin düğününde bir arkadaş 50 avro hediye takdim etti. Bu vardı sadece cebimde.

Bir ara ülke döviz sıkıntısı çektiğinde, (gerçi bu ülkenin hep döviz sıkıntısı vardır ya neyse) birinci elden, cebinizdeki dövizleri bozdurun dendiğinde şu yabancı para cebimde durmasın, bir de karınca misali ülke ekonomisine katkım olsun diye gidip dövizciden bozdurayım dedim. Dövizciye giderken de korka korka gittim. Olur ya tam dövizciye girerken biri görüp de hain der mi diye endişe etmedim değil.

Anlayacağınız ne evimde ne cebimde dövizim var. Nakit olarak taşıdığım pul olsa da hep Türk lirası olmuştur. 

Bankada da maaş hesabı dışında döviz türünden bir hesabım yok. 

Kur garantili TL hesabım da olmadı. Aynı şekilde altın garantili TL hesabına da girmedim.

Ben böyle kimseye muhtaç olmadan ve borçlanmadan, yabancı paraya yatırım yapmadan hayatımı idame ettirirken, bir baktım ki eski milli futbolcuların daha fazla kazanacağım düşüncesiyle, özel bir fona milyonlarca döviz kaptırdığı ajanslara düştü. Bu futbolcuların çoğu da Reisicumhur ile direk görüşen kimseler. Belli ki aralarında bir hukuk var. Buna rağmen paralarını TL'ye çevirmeyip dövizde tutmaları garibime gitti. Vay be demek düştü bana. Öyle ya ilk önce onlar kulak vermeliydi.

Şok geçirmem bununla kalmadı. Bir ara para yatırmak için bir ATM'ye gittim. Yandaki ATM'den bir tanıdığı gördüm. Selamlaştık. İşin bitince çay içelim derken hesabı gözüme ilişti. Hem avro hem TL hem dolar hesabı vardı. 

Birlikte dışarı çıktık. Para çekemedim. Siz geçin, ben bir de şu bankanın ATM'sine bakayım. Pantolon yaptırdım. Terziye para vermem lazım. O yüzden nakit çekmem gerek dedi. Artık kaç bankada hesabı varsa bu bordro mahkumunun.

Az sonra dediğim çay ocağına geldi. O ATM'den de para çekememiş. Ne kadar lazım, vereyim dedim. İyi olur, ben size EFT yapayım dedi. Dinî bütün ve hamasi yönü güçlü bu arkadaşın da döviz hesaplarının olması garibime gitmedi değil. 

Yine mevcut durumu savunan bir arkadaştan birkaç günlüğüne harçlık türünden küçük para istedim. Hepsinde de yok dedi. Çay içip kalktıktan sonra sen git, ben şu bankaya uğrayacağım. Ardından gelirim dedi. Gittiğim yerde öğrendim ki pek TL tutmuyormuş cebinde bizimki. Onun da döviz hesapları varmış. Cebinde TL tutmayan bana nasıl harçlık versin, öyle değil mi? 

Sonra sonra öğrendim ki nice tanıdıklarım dövizin yanında parasını kur ve altın garantide değerlendirmiş o süreçte. 

Herkesin tercihine saygı duysam da garipsemedim desem yanlış olur. 

İşin ilginci, döviz hesabı olduğunu öğrendiğim ne kadar tanıdığım varsa mevcudu savunan, dini hassasiyeti olan, milliyetçi veya milliyetçiliğe sempati ile bakan ve pek eleştiriye gelmeyen kişiler. En azından çoğunluğu böyle. Bu tiplerin bir diğer yönü de pek maddi sıkıntısı olmayan tuzu kuru kişiler. Bu tiplere bu ne yaman çelişki ve görüntü demek lazım ama boş ver. Herkesin bir bildiği vardır. Bir de paranın durmadan pul olmaya devam ettiği bir zamanda parasını döviz de değerlendirenlere kızmaya, gönül koymaya hakkımız yok. Öyle ya herkes parasının değerini korumaya çalışıyor. Benimki de aşırı bir hassasiyet olsa gerek. Sonra bana ne? Kim parasını nerede değerlendirirse değerlendirsin. Yine de çelişki yaşamasalar daha iyi olur. 

Neyse ben geleyim kendime. Yukarıda dedim hiç döviz hesabım olmadı diye. Üç beş kuruşum olduğunda, cebimdeki parayı para babaları bilirmişçesine altın yükselişe geçer. Olmayacak, daha da yükselecek. Alayım bari derim. Ben aldıktan sonra altın önce durur, sonra düşüşe geçer. Bu kadarla kalsa iyi. Ne zaman nakit ihtiyacından dolayı altın bozdurmam gerekirse altın dip yapar. Aldığımdan daha aşağıya bozdururum. Bu durum yani yüksekten alıp düşmesi, bozdururken de düşük seviyede bozdurmam bende bir gelenek. Bu gelenek sanırım benimle gidecek. Şu var ki parayı değerlendirme yönünden bahtsız bedeviyim desem yanlış olmaz.

Bir sonraki yazımda da nasip olursa, “Eşeğimi Buldum” başlığıyla, nasıl ve ne kadar döviz aldığımı, dövizin başına ne geldiğini anlatmak isterim.

Hz Muhammed Niçin Doğumunda Anılır?

Doğumu dolayısıyla Mevlidi Nebi adı altında Hz Muhammed anıldı. Cami veya salonlarda bir dizi anma programları düzenlendi. Güne dair minarelerden salalar verildi. Aramalar ve WhatsApp mesajlarıyla insanlar birbirlerinin kandillerini tebrik etti. 

Güne dair gül takdim edilirdi. Yine devam ediyor mu bilmiyorum.

Kutlu Doğum adı altında anma programlarında yemek verme de yaygınlaşmıştı. Nisan ayında yapılan bu anmalar kaldırılınca külfetli anmalar da son buldu.

Kayalıpark’ta gündüz vakti yol alırken yine güne dair bir etkinlik vardı. Salavat sesi geliyordu ben ilerlerken. Sanırım lokma türünden ikram yapılıyordu. 

Yine kandil dolayısıyla camilerde vaazlar verilir, mevlitler okunur, salavatlar getirilir. Bazı camilerde tespih namazları kılınır.

Tüm bu anma programları örnek olarak kabul edilen Hz Muhammed'i anlamaya yönelik olduğu aşikar. Anılır ama şimdi konumuz değil. Yalnız ne kadar örnek alındığı da tartışılır.

Dikkatimi çeken bir hususu burada ele almak isterim. Anılan ne kadar önemli ve tarihi şahsiyet varsa hepsinin ortak noktası, vefat günleri dolayısıyla anma programlarının düzenlenmesi. Bunun tek istisnası Hz Muhammed'dir. Hz Muhammed ölümü dolayısıyla değil de doğumu dolayısıyla anılır. Halbuki maksat Hz Muhammed'in örnekliğini insanlara duyurmak ve herkesin onu örnek almasını istemek ise pekala vefatı dolayısıyla yapılan anma programlarında da bu maksada ulaşılabilir. 

O zaman nedir Hz Muhammed'i diğer önemli şahsiyetlerin ayıran önemli sebep? Doğrusunu isterseniz, bunun cevabını bilmiyorum. Sadece üzerinde yorum yapabilirim. 

Yanlış bilgi verip yanlış değerlendirmede bulunmayayım. İsa peygamber de Hristiyanlar tarafından her yıl doğumu dolayısıyla Noel adı altında kutlanır.

Bir de 1940 yılında kurulup 1954 yılında kapatılan Köy Enstitülerinin açılışı her yıl anılır.

Başka var mı bilmiyorum. Aklıma gelenler bu üç örnek.

Hz İsa’nın doğum günü dolayısıyla anılması anlaşılabilir. Çünkü Hz İsa’nın ne zaman vefat ettiği, vefat edip etmediği, çarmıha gerilip gerilmediği, halen yaşayıp yaşamadığı, göğe yükselip yükselmediği tartışma konusu. O yüzden doğum tarihi net olmasa da Hz İsa’nın doğumunda anılması normal.

Köy Enstitülerinin kapatılmasına rağmen açılışının her yıl anılması ise bir özlemin göstergesi olsa gerek.

Hz Muhammed’e gelince, Hz Muhammed’in doğum tarihi de tam net değil. 570 diyen var, 571 diyen var. Halbuki Hz Muhammed’in vefat tarihi net. Buna rağmen vefatı yerine doğumunda anılıyor. Hem doğumunda hem de vefatında anılsa bir sevginin ve vefanın örneği dersin. Sadece doğumunda anılması, tıpkı Köy Enstitülerinin açılışını kutlayanlar gibi peygambere bir özlem olabilir. Bir de ölümünü hatırlamak istememe olabilir. Acaba öldüğüne inanmama düşüncesi de olabilir mi?

14 Eylül 2024 Cumartesi

Pazarlarda ve Marketlerde Sebze ve Meyve

Ahmet Özcan'dan Fetih Caddesi'ne doğru giderken sol tarafta araba ve insan yoğunluğunu görünce bugün buranın pazarı. Dönüşte pazara bir gireyim dedim.

İşimi bitirip dönerken evi aradım. Var mı alınacak bir şey diye. Söylenen listeyi kafama yazdıktan sonra pazarın içine girdim. Sebze ve meyve tarafına yöneldim. Turum fazla uzun sürmedi. Çünkü iki, üç sıra sebze ve meyveye ayrılmış. Diğer taraflar giyim üzerineydi. Bu pazar bu kadar küçük müymüş dedim.

Gitmiş bulundum. İki kilo patlıcan, bir kilo fasulye, bir kilo biber aldım. Üç dört yerde Bursa domatesi gördüm. Pek görüntüsünü de beğenmedim. Hepsinde de 10 lira idi domates. Gözümü kestirdiğim bir tanesine vardım. Çünkü diğer tezgahlara göre hem daha diri hem de sağlam gözüküyor. 5 kg'ı 50 TL yazmış. Beş kilo verir misin. Çürük çarık olmasın dedim. Olur mu abi, bak buradan veriyorum. Çürük ve ezik yok dedi. Uzattı. 6 kilosu elli dedi.

Pazardan çıkıp arabaya bindim. Eve varmadan markete uğradım. Marketin önünde kadınların kasalardan Bursa domatesi seçtiğini gördüm. Fiyatına göz attım. 5.99 TL imiş. Ezik, çürüktür marketteki deyip kendimi ikna etmeye çalıştım. Beceremedim. Daha da yaklaşıp birkaç tanesini elime alıp baktım. Güzeldi.

İyi de ben kilosunu 10'a aldım. Son anda 6 kilosunu 50 yaptığı için kilosu 8.33'e gelmişti. Bu fiyata aldığıma göre benimki her halükarda iyi olmalı dedim, eve geldim.

Alavereyi mutfağa bırakıp odaya geçtim. Az sonra içişleri bakanı içeri girdi. Domateste baya çürük ve ezik var. Görmedin mi? Ben bunu nasıl menemen yapacağım. İyi olmaz. Çürüklerini iyice almazsak kükrer, bozulur. Bak şu çürük, bu çürük, şu ezik, bu böyle, seçmedin mi dedi. 

Nasıl seçecektim. Pazar burası. Pazarda kasayla bile alsan seçmece olmaz. Kasayla alacağın zaman pazarcının sana en iyi yapacağı, gözünle seçtiğini vermek olur. Arkadan verdi. Tezgahın önü ile arkası aynı değilmiş demek ki. Bir de markete göre daha fazla verdim. Marketten alsaydım hem seçerdim hem çürük çarık  olmazdı hem de daha az ödeme yapardım. 

Pazarcının yaptığına şaşırdım mı? Hayır. Böylesi kaçıncı kez geldi başıma. Kaçıncı kez bu semt pazarlarını yazı konusu edindim. Ne pazarcı beni kandırmaktan vazgeçti ne de ben kanmaktan.

Görünen o ki istisnalar hariç bu pazarcı esnafının yola geleceği yok. Bu tiplerin işi, gücü sahtekarlık, alavere ve dalavere. Dünyayı kazansalar o çürük ve eziği el çabukluğuyla müşteriye verecekler. Bunu yapmazlarsa sermayeden gittiğine kaniler ve rahat edemezler. Pazarcılıktan ziyade dalavereyi meslek edinmişler. Olacakları bu. Bundan ötesini de beklemek safdillik olur.

Aslında pazarcı esnafının çoğunun da bu görüntüden rahatsız olduğunu düşünüyorum ama huylu huyundan kolay vazgeçemiyor. Geçmişte pazarcılık yapan şimdilerde öğretmen olan bir öğretmen bunu öğretmenler odasında itiraf etti. Bir yerde satışa gittiğimizde bizden başka kimse yoksa fiyatı anormal derece yükseltirdik. Hiç insafımız yoktu. Az sonra biri gelince hemen fiyatı indirirdik dedi. Ardından marketler daha iyi. Bir de şu, bu Pazar iyi dedi.

Pazarcılar hile ve hurda ile kaşla göz arasında yankesicilerin el çabukluğunu kullana dursunlar, daha düne kadar pazardan alavere yapan çoğu kimse marketlere yöneldi bile. Aslında pazar esnafı böyle yaparak kendi topuklarına sıkıyor. Bu tespitin doğru olduğunu bazı günlerde marketlerin sebze ve meyve reyonunda ve marketin dışında anam babam yoğunluğunu görünce daha iyi anlarız. Bunun en son örneğini de aynı gün Fetih Caddesinden Şehir Hastanesi tarafına dönerken köşedeki bir marketin önünün mahşer yeri gibi olduğunu gördüm. Bu demektir ki çoğunluk marketlere yöneldi.

Bir diğer husus, eskiden pazarla, market arasında uçuk kaçık fiyat farkı vardı. Her halükarda marketteki sebzeler daha pahalı olurdu. Çürük ve ezik araya sıkıştırılsa da semt pazarları fiyat yönünden daha hesaplı idi. Bunu da herkes makul karşılardı. Çünkü marketlerin kirası, personel maaşı, seçmeden kaynaklı fire, elektrik ve su maliyetlerini hesaba katınca marketteki fiyatların tuzlu olması anlaşılırdı. Şimdi görüyorum ki marketler pazarlardan daha hesaplı. Hem hesaplı hem ne aldığını ne seçtiğini biliyorsun. Bu yönüyle marketleri tebrik etmek lazım.

Pazarcı esnafının ve pazarların olmasını isterim. Çünkü pazar-market rekabeti yönünden gerekli. Pazarcılık bitse marketlerin yanına varılmaz. Aynı şekilde marketler sebze ve meyveden vazgeçse pazarcılar anamızı ağlatır. Çünkü sahasında tekelcilik insafsızlığı doğurur.

Burada pazar odalarına iş düşüyor. Kendi iç denetim mekanizmalarını ortaya koymalılar. Mevzuat ne kadar el verir bilmem ama pazarcıların içindeki çürükleri ayıklamalılar.

Yemeksiz Düğün Salonlarının İkramlığı

Davetli olduğum bir düğüne gecikmeli olarak gittim. 

Kapalı bir alandaydı düğün. 

Girdim salona. Kulak patlatan cinsten bir müzik sesi vardı içeride. Birine hal hatır bile soramıyorsun. Sorsan bile herkes anlamadan kafasını sallıyor, elini göğsüne götürerek. 

Çoğunluk oturmuş. Pek az kişi ise misafirlerle aynı hizada dizayn edilmiş sahnede, müzik eşliğinde oynuyor. Hem sesten kurtulmak hem müzik eşliğinde içindeki kurtları dökmek için tam oynama zamanı ama o da bende yok. Çünkü sahne hep dar gelir bana.

En arka taraftayız beş altı arkadaşla beraber. Hiç sigara içmeyen, gelin bir sigara içelim diye bizi dışarı çıkardı bir ara. 

Sonra tekrar geldik. Az sonra önce çerez geldi. Altı kişiye üç adet gördüğünüz tabakta çerez vardı. Bu küçücük çerez tabağının içindeki kuruyemişin üstünde ikinci bir kuruyemiş yoktu. Tam taban doldurulmuş kabın. Saysan sayılır. Diğer üç kişiye az sonra gelir dedik gelmedi. Servis yapan kız çocuğuna, kızım, bizim masaya üç çerez eksik dedim. Eksiklik yok amca. Her masaya ikişer tane veriyoruz dedi. Bir masada on sandalye var. Biz varız masada 6 kişi. Hesap ettim. 6 kişi olmamıza rağmen bize bir fazla koymuş kızımız. Sağ olsun. Hemen fotoğrafladım ikramı. İçinden 5-6 âdet almışlığım var. 

Gördüğünüz kuruyemiş bir kişiye bile verilmez.

Az sonra pasta, kurabiye tabakları geldi. Bereket bunları her kişiye özel verdiler. 

Yine her masada iki adet birer litrelik meyve suyu ve boş bardaklar konmuş. Bir iki adet de 1,5 litrelik su var.

Pastayı yediğin zaman ne lezzet var ne tat. Midene oturup kalıyor yediğin. O güzelim mideni bozuyor.

Müzik gürültüsünün içinde bir saate yakın oturduktan sonra kendimizi dışarı artık. Ses kesilince dünya varmış dedik. 

Aslında mesele yiyip içmek, bol bol ikramlık geldi değil. Maksat düğün sahibinin iyi ve mutlu gününde bu sevincini paylaşmaktır. Ama ikram yaptın mı adam gibi ya da makul neyse onu yapacaksın.

Gören de düğün sahibi paradan kaçmış sanır. Öyle zannediyorum düğün sahibi bu düğün salonunu tutmak, ne ve ne kadar ikram edileceğine dair sözleşme de yapmıştır ve epey bir para bayılmıştır. 

Aylar öncesinde düğün sahibi salonu ne kadar tuttuğunu söylemişti. Telaffuz ettiği miktarı unuttum ama aklımda kaldığı kadarıyla yemekli ile yemeksiz hali arasında fazla uçurum yoktu. Hatta çerez ve pasta ikramı yerine madem yemek verseydin demiştik de o da ben de öyle dedim. Oğlum, biraz daha verip yemek verelim. En azından gelen karnını doyurmuş olur dedim fakat oğlanı ikna edemedim demişti.

Öyle zannediyorum, salon sahipleri yemeksiz düğünlerden daha fazla kâr ediniyordur.

Salonlarının ne kadar kâr ettiğini bilmem ama bildiğim, kına ve düğün gibi etkinlikler için salonlar düğün sahiplerinin cebini yakmaya devam ediyor.

Ne yapıp ne edip bu salon düğünlerinden kurtulmak gerek. Eskisi gibi kızı evinden alıp erkek evinin önünde düğünü bitirmek. Oynanacaksa evlerin önünde oynansın, ikram yapılacaksa yine hakeza. 

Gel de bunu taraflara anlat.

Şu var ki salonlara dökülen paralara yazık.