Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Soyadı Değiştirme Hikayem (4)

Soyadı kanunundan beri kullandığımız Yüce soyadımızın Yuca şekline dönüştürülmesi sadece benim aileye mahsus değildi. Bizimle akraba olmayan, Türkiye’de Yüce soyadını taşıyan ne kadar aile varsa nüfus müdürlükleri bir işgüzarlık yapmış. Kimine sizin soyadınız bizde olduğu gibi Yuca demiş, kimine Yüca demiş. Sonradan karşılaştığım bu soyadlı kişilerin hepsi dert yandı bundan. Bu yanlışlık nereden kaynaklanabilir? Aklıma şu geldi. Soyadı kanunuyla birlikte her aileye bir soyadı verildiğinde, öyle zannediyorum, kütüklere isim ve soy adları Osmanlıca yazıldı. Nüfus müdürlüklerinde o zamanlar çalışanlar Osmanlıca biliyordu. Yüce soyadını yazarken Arapça ye, vav, cım ve eliften ibaret يوجا şeklinde yazdılar. Çünkü Arapçada olduğu gibi Arap harfleriyle yazılan Osmanlıcada da sesli harfler yoktu. Ü sesli harfi için ye’den sonra yü okunsun diye vav, ‘ce’ için de cim harfinden sonra e sesi çıkarsın diye elif desteğiyle yazdılar. Ki olmadı gereken de bu idi. O zamanın Osmanlıca bilen memurları يو

Soyadı Değiştirme Hikayem (3)

Aradan kaç ay geçti bilmem. Çarşıda bir mübaşir, hocam, kararını niye almaya gelmiyorsun dedi. Kesinleşmedi daha dediğimde, kaç ay oldu, senin dava kesinleşti. Soyadın değişti dedi. Adliyeye giderek kesinleşmiş kararı aldım. Gözümle gördüm soyadımın mahkeme kararıyla değiştiğini. Avukat da şaşırdı. çevrede tanıyanlar da. Aklımda kaldığı kadarıyla “Yatırılan harç, pul vs. parasının yeterli olduğuna, ulusal veya yerel herhangi bir gazetede yayımlanmasına gerek olmadığına” şeklinde bir şeyler yazıyordu. Gördüğünüz gibi mahkeme öncesi polisin soyadımla ilgili sayfalar dolusu ifade aldığı gibi olmadı. Hakime işi bir çırpıda bitirdi. İlk işim kararın bir nüshasını Güneysınır’da ikamet eden, aynı zamanda esnaflık yapan amcaoğluma göndermek oldu. Postayla gönderdim. Ben soyadımı değiştirdim. Bu gönderdiğim emsal olur, sen de mahkemeye ver, birden sonuçlanır dedim. Amcaoğlum buna çok sevindi. Nicedir mahkemeye vereceğim, yeniden soyadımı alacağım, ben Yuca soy ismini kullanmam d

Soyadı Değiştirme Hikayem (2)

Gün geldi çattı. Mahkemede koridorda beklemeye koyuldum. Bir müddet sonra ismim çağrıldı. Mahkeme salonuna girdim. Görevli, şurada dur dedi. Oraya geçtim. Dediği yer sanık sandalyesi. Sandalye dedim ise oturmuyorum, ayaktayım. Baktım ki benim günlerdir hakimim diye sayıkladığım hakim bir erkek değil, bir kadın idi. Bekledim ki niçin soyadını değiştirmek istiyorsun, anlat bakalım demesini. Yüzüme bakmadan dilekçe ve dilekçemin ekinde verdiğim bir dosya içindeki evraklara bakıyor. Belli ki sıraya konmuş dosyadan ilk defa haberdar. Ben de dikiliyorum. Bu arada ilk mahkemeye çıkışım. Kafasını bir kaldırsa, zihnimdeki savunmanın başındaki sayım hakimim hitabını sayın hakimem diye değiştirip bülbül gibi konuşacağım. Bu arada yolda, pazarda o kadar savunma yapmıştım ki kendim etkilendim savunmamdan. Değil ki hakime etkilenmesin. Hazırım anlayacağınız. Durun ya, yanlış söylemeyeyim. Üç dört sene önce yine bir hakim karşısına çıkmıştım. 1994-1995 yılıydı sanırım. Üç sendikanın aldığı

Soyadı Değiştirme Hikayem (1)

Soyadı kanunu çıktığında aileme Yüce soyadı verilmiş. Bu soyadı beldemiz bir başka beldeyle birleştirilerek 1990 yılında ilçe oluncaya kadar devam etti. Beldemiz ilçe olunca birçok devlet dairesiyle birlikte nüfus müdürlüğü de kuruldu. Daha önce bağlı olduğumuz Çumra ilçesinden Güneysınır ilçesine kütüğümüz de aktarıldı. Kütük aktarma esnasında ailenin Yüce soyadı kütükte Yuca soyadı şeklinde değişmiş.  Aileden biri yeni nüfuz cüzdanı çıkartmak veya nüfuz cüzdanı yenilemek için gittiğinde nüfus müdürlüğü Yüce soyadı yerine Yuca soyadını vermeye başlayınca ailenin haberi olmuş. Aile bireyleri bu duruma şaşırsa da yapabilecekleri bir şey yok. Çünkü devletin dairesi böyle uygun görmüş. Nüfus müdürlüğü demek devlet demekti. Devlet soyadınız Yüce değil, Yuca demişse koca aile ne yapabilirdi? Devlet oyun oynayacak, şaka yapacak değildi.  Benim bu soyadı değişikliğinden beldemiz ilçe olduktan üç, dört sene sonra haberim oldu. O zamanlar Adıyaman'da çalışıyorum. Yaz dönemi ilçeme geldiği

Alaeddin Tepesi

Celalettin Rumi türbesi yönünden Alaeddin Tepesi bir farklı görünürdü. Şehitlik Anıtının önündeki su şelaleden dökülür gibi akardı. Hem su sesi hem de görüntüsü görülmeye değerdi. Cep telefonlarının ve selfienin olmadığı dönemlerde, buralarda fotoğrafçılar olurdu. Bir hatıra bırakmak isteyenler bu suyun kenarına durmak suretiyle su görüntüsü ile birlikte poz verirlerdi. Konya merkezde yaşamayanların veya Konya dışından gelenlerin uğrak yeri idi bu tepe ve suyun kenarında hatıra bırakmak. Buluşma yeriydi aynı zamanda bu tepe. Gelenler Alaeddin Keykubat Camisini de ziyaret ederdi. Tepenin hem doğu hem de batı cephesinin eteklerinde umum tuvalet vardı. WC'ler ücretli idi. Doğu cephesinde ki WC'nin girişinde, büyük ve küçük için ayrı ücret tarifesi vardı. Büyük şu kadar, küçük bu kadar yazılıydı. Alaeddin Tepesine çıkıp yeşillikler arasında banklarda oturanlar hoşça vakit geçirirdi. Çimlere basmak yasaktır yazılıydı o zamanlar. Sanırım şimdilerde bu uyarı yok. Bu uyar

Kapaniler, Karaimler ve Mikail Bayram

Mikail Bayram'ın aramızdan ayrılmasının ardından, Sabah gazetesindeki köşesinde Salih Tuna, 06.08.2024 tarihinde "Hoca aramızdan ayrıldı" başlıklı bir yazı kaleme aldı. Sayın Tuna yazısında tarihimize dair Mikail Bayram'a atfen ezber bozan açıklamalara yer verdi. Yazı pek gündem oluşturmadı. Sayın Tuna'nın bu yazısı ilginçti halbuki. Salih Tuna'nın değindiği bu hususlarda, Mikail Bayram Hoca'nın özel sohbetlerinde devlette etkin gruplardan bahsettiğini işitmiştim. İddialar ne derece doğru bilmiyorum ama Salih Tuna vasıtasıyla devlette etkin grupların kimler olduğunu bu vesileyle öğrenmiş olduk. Buna göre;  Türkiye Cumhuriyetini Karaim ve Kapani Yahudileri kurmuş. Birlikte kurmuş olmalarına rağmen Kapaniler devleti ele geçirmiş.  Karaimler, devletten haklarına düşen payı almak için 1946 yılında harekete geçmişler. 1950 seçimleriyle birlikte yönetime gelmişler.  İsimlerini çokça duyduğumuz Refik Koraltan, Fatin Rüştü, Celal Bayar, Fuat Köprülü,

Hafızayı Beşer

Vefatı dolayısıyla "D. Mehmet Doğan" başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Yazıda "Mehmet Doğan'ın konuşmacı olarak Devran Ajans'ın sahibi Sayın Kemal Özer tarafından Konya'ya davet edildiğini fakat rahmetlinin gelmediğini, gelmeme sebebini bilemediğimi, bildiğim bir şey varsa organize eden ajans sahibinin zor durumda kaldığını" ifade etmeye çalışmıştım. Yazı, Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlandığı gün yazıda adı geçen Sayın Kemal Özer yazıdan bir şekilde haberdar olmuş, görüşelim inşallah mesajı göndermiş. Aynı okuldan mezun olmuştuk Kemal Bey'le. Bizden alt sınıflarda idi. Ben liseyi bitirip fakülteye gittiğimde o ise Devran Ajans'ı kurmuştu 1990'lı yıllara doğru. Mezun olduktan sonra ben öğretmenliğe gittim. O ise basın ve medya sektörü başta olmak üzere birçok alanda girişimciliğini gösterdiğini biliyordum. Gıda üzerine yaptığı konuşmalarla televizyonlarda gördüm. Yazılar yazdı, kitaplar çıkardı. Tüm bunları basından izledim. Ayrıca