Ana içeriğe atla

Soyadı Değiştirme Hikayem (2)

Gün geldi çattı. Mahkemede koridorda beklemeye koyuldum. Bir müddet sonra ismim çağrıldı. Mahkeme salonuna girdim. Görevli, şurada dur dedi. Oraya geçtim. Dediği yer sanık sandalyesi. Sandalye dedim ise oturmuyorum, ayaktayım.

Baktım ki benim günlerdir hakimim diye sayıkladığım hakim bir erkek değil, bir kadın idi.

Bekledim ki niçin soyadını değiştirmek istiyorsun, anlat bakalım demesini. Yüzüme bakmadan dilekçe ve dilekçemin ekinde verdiğim bir dosya içindeki evraklara bakıyor. Belli ki sıraya konmuş dosyadan ilk defa haberdar. Ben de dikiliyorum.

Bu arada ilk mahkemeye çıkışım. Kafasını bir kaldırsa, zihnimdeki savunmanın başındaki sayım hakimim hitabını sayın hakimem diye değiştirip bülbül gibi konuşacağım. Bu arada yolda, pazarda o kadar savunma yapmıştım ki kendim etkilendim savunmamdan. Değil ki hakime etkilenmesin. Hazırım anlayacağınız.

Durun ya, yanlış söylemeyeyim. Üç dört sene önce yine bir hakim karşısına çıkmıştım. 1994-1995 yılıydı sanırım. Üç sendikanın aldığı kararla tüm öğretmenler bir günlük iş bırakma eylemi gerçekleştirmişti. Dersimiz neydi hatırlamıyorum.

Sevk ve izin alınmadan okula gitmeyecektik.

Bir sendika üyesi değildim ama okulda tek kişi olursam ayıp olacaktı. Ben de katıldım bu eylem kervanına da tüm Türkiye’de üç yerde derse girmeyen öğretmenlere dava açılıp hakim huzuruna çıkmıştı. Bir tanesi de benim çalıştığım Kahta’da açılmıştı.

İlçedeki tüm öğretmenler hakim karşısında tek tek ifade vermişti. Gerçi hakim konuştuklarından, ne dediğini anlayamadım deyip benden ayrıca yazılı ifade istemişti ama olsun. Sonuçta bir şey çıkmadı ama ilk hakim karşısına bu vesileyle çıkmıştım.

Gördüğünüz gibi hakim tecrübem var. Öncekinde hakim bir şey anlamadıysa da bu sefer beni anlayacak. Çünkü çok hazırlandım. Yeter ki kafasını kaldırıp bana bir baksın ve beni muhatap alsın.

Nihayet bir müddet sonra kafasını kaldırdı. Ramazan Bey, bir şahit dinleyelim dedi. Başka da bir şey demedi. Benim o kadar hazırlığım da maalesef boşa gitti. Hoppala... Avukat ilk celsede şahide gerek yok demişti halbuki.

Efendim, ilk celsede şahit istemezsiniz diye şahit getirmemiştim. Avukat böyle demişti. İzin verirseniz, okulumdan şahit çağırayım dedim.

O zaman biz başka dava alalım. Siz şahidi çağırın, davadan sonra sizi tekrar içeri alalım dedi.

Dışarı çıktım. Cebimdeki kontör kart ile umum sabit telefondan okul müdürünü aradım. Hocam, mahkemedeyim, şahit lazım, hemen gelir misin dedim.

Okul ile adliye yakındı. Sağ olsun müdürümüz geldi. Bana “Paran çoksa kefil ol, işin yoksa şahit ol” demişler. Geldim dedi gülümsedi. Ne hayır dedi. Yüce soyadımı nüfus Yuca şekline dönüştürmüş. Tekrar Yüce olmak için dava açmıştım dedim.

Az sonra hakim yeniden salona aldı bizi. Bu sefer az önceki yere şahidi koydu görevli. Artık sanık sandalyesinde müdürüm vardı. Ben de bir kenarda bekliyorum.

Kimliğini istedi şahidin hakime hanım. Kimliğe bakarak, zabıt katibine yazmasını istedi. “Malatya doğumlu M. C. isimli kişi, Ramazan Yüce’yi Yüce olarak bildiğini söyledi dedi. Ayrıca şahide tek kelime demedi ve soru sormadı.

Ardından bana dönerek nüfus müdürlüğünden aldığın aile bildiriminde mühür eksik, bunu mühürletip memura verin. Bir ay sonra kesinleşir, işimiz tamam, kabul ettik dedi. Teşekkür edip çıktık.

Mahkemen ne oldu diye sordu avukat. Sanırım sonuçlandı. Kararın kesinleşmesini bekliyorum dediysem de daha ilk duruşmada sonuçlanmaz dedi. Avukat böyle deyince tekrar çağıracaklar diye beklemeye koyuldum. Soranlara da daha sonuçlanmadı dedim. (Devam edecek) 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde