Ana içeriğe atla

Soyadı Değiştirme Hikayem (4)

Soyadı kanunundan beri kullandığımız Yüce soyadımızın Yuca şekline dönüştürülmesi sadece benim aileye mahsus değildi.

Bizimle akraba olmayan, Türkiye’de Yüce soyadını taşıyan ne kadar aile varsa nüfus müdürlükleri bir işgüzarlık yapmış. Kimine sizin soyadınız bizde olduğu gibi Yuca demiş, kimine Yüca demiş.

Sonradan karşılaştığım bu soyadlı kişilerin hepsi dert yandı bundan.

Bu yanlışlık nereden kaynaklanabilir? Aklıma şu geldi. Soyadı kanunuyla birlikte her aileye bir soyadı verildiğinde, öyle zannediyorum, kütüklere isim ve soy adları Osmanlıca yazıldı. Nüfus müdürlüklerinde o zamanlar çalışanlar Osmanlıca biliyordu.

Yüce soyadını yazarken Arapça ye, vav, cım ve eliften ibaret يوجا şeklinde yazdılar. Çünkü Arapçada olduğu gibi Arap harfleriyle yazılan Osmanlıcada da sesli harfler yoktu. Ü sesli harfi için ye’den sonra yü okunsun diye vav, ‘ce’ için de cim harfinden sonra e sesi çıkarsın diye elif desteğiyle yazdılar. Ki olmadı gereken de bu idi.

O zamanın Osmanlıca bilen memurları يوجا şeklinde yazdıklarını Yüce şeklinde okuyordu.

Gel zaman git zaman aramızda pek Osmanlıca yazıp okuyan kalmadı. Şimdilerde kurslarla biraz yaygınlaştığına bakmayın.

Eski nüfus memurlarının yerine Osmanlıca bilmeyen, birazcık Arapça bilen memurlar alındı.

Kütükler bir ilçeden diğer ilçeye aktarılırken yarım yamalak Arapça bilen memurlara iş düştü. Çünkü eski Osmanlıca kütükler Latin harfleriyle yazılan yeni Türkçeye aktarılması gerekiyordu. Bizim Arapça bilenler, biz bunları okur, Türkçeye aktarırız dedi. İşte benim soyadı onlardan böyle bir tipin önüne düştü. Osmanlıca bilse Yüce diyecek. Arapça bildiği için يوجا şeklinde yazılanı kah Yuca okudu kah Yüca şeklinde.

Niçin böyle? Çünkü Türkler tecvit kuralına göre Arapça ye harfi ince harf olduğu için yü diye okudu. İş cimin önündeki elifi okumak isterken câ diye uzatarak çekti. Çünkü Arapçada bir harften sonra harekesiz bir uzatma harfi gelirse o harf â şeklinde bir elif miktarı uzatılır. Şimdilerde uzatma işareti (^) pek konmadığı için a yazmakla yetinmiş.

Yuca şeklinde okuma icat eden nüfuz memuruna gelince, bu yarım yamalak Arapça bilen de Araplara özenmiş. Çünkü Araplarda ü harfi yok. Onlar ye’nin önünde harekesiz bir vav olunca yu şeklinde okurlar. Yani kalın okurlar. Hasılı bizim daha doğrusu Yüce soyadını taşıyanların başına gelen yanlışın sebebi bu olsa gerek. Yani nüfuz memuru mağduruyuz.

Kısaca, bir akıllının attığı taşı kırk akıllı zor çıkardık. Ben uğraşıp didinip çıkardım ama bu soyadı taşıyanın önemli bir kısmı ben Yuca değilim, Yüce’yim dese de Yüca veya Yuca soyadını taşımaya devam ediyor. Çünkü 18 yaşını dolduran herkes soyadı değişikliği için kendisi bizzat mahkemeye gitmesi gerekiyordu. Ailelerden mahkeme kararıyla değiştiren olduğu gibi çoğu da diplomam, ehliyetim hep Yuca. Şimdi soyadımı değiştirirsem onlar da değişmesi gerekecek deyip mahkemeye gitmedi. Halen benim ailemde Yuca soyadını taşıyan var, Yüce soyadına dönen var.

Şimdi mahkemeye gitmeden düzeltme imkanı olmasına rağmen aman boş ver deyip içine sinmeyen bu iğreti soyadı kullanmaya devam eden çok.

Hasılı resmi soyadım Yüce olsa da Yüce de biziz, Yuca da. Mesela annem hala Yuca soyadını taşıyor. Babamın üzerinde olan tapuların bir kısmı Yuca, bir kısmı Yüce. Rahmetli Yuca olarak gitti.

Gördüğünüz gibi kendini akıllı sanan bir veya birkaç delinin attığı taşı kaç kırk aile olarak hala kuyudan çıkaramadık.

Yazımın bundan sonraki kısmında da amcaoğlumun hem çocuklarının hem de anne babasının soyadını değiştirmek için başvurduğu mahkemenin sürecini ve evlere şenlik hikayesini anlatacağım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde