Ana içeriğe atla

Trajikomik Bir Soyadı Değişikliği (1)

Beldemiz bir başka belde ile birleştirilmek suretiyle Güneysınır adını almıştı, sanırım 90 yılında. Daha önce bağlı olduğumuz Çumra ilçesinden nüfus kütükleri aktarılırken soyadı kanunundan beri taşıdığımız Yüce soyadı, nüfus müdürlüğünün hikmeti bilinmez ve hikmetinden sual olunmaz gerekçesiyle Yuca'ya dönüşünce, mahkeme kararıyla yeniden Yüce soyadını almıştım. Benim bu soyadı almam kolay olmuştu.

Benim karar emsal olsun, birden mahkeme sonuçlansın diye amcaoğluma kararın bir örneğini göndermiştim. Amcaoğlum da hem anne babasının hem de kendinin ve çocuklarının soyadını değiştirmek için mahkemeye müracaat etmişti. 

Benim bir duruşmada gurbette kazandığım davanın emsal kararı olmasına rağmen amcaoğlum soyadını değiştirmek için yıllar yılı uğraştı. 

Dava sürecinde epeyce bir stres yaşamış olan amcaoğlum, yıllar sonra yeniden Yüce soyadını aldıktan sonra mahkeme sürecini birkaç defa anlattı. Anlatmadan önce hafızım, senin soyadı nasıl değişmişti diye sorar. Ben de birkaç cümle ile anlatırdım. Ardından o anlatmaya başlardı. Olup bitene hem şaşırır hem de katıla katıla gülerdik. Aklımda kaldığı kadarıyla amcaoğlumun anlattıklarını onun dilinden özetlemeye çalışacağım. 

"Bizim oğlan mahkeme günü geldi. Dükkanı kapatıp adliyeye gittim. Bekle bekle. Nice sonra hakim karşısına çıktım. Hakim, annen ile baban nerede? Onları niye getirmedin dedi. Babam hasta kalkamaz dedim. Olmaz, getireceksin. Davayı şu güne erteliyorum deyip beni çıkardı. 

Öbür mahkeme günü geldi. Babamı, anamı, çoluk çocuk hepsini arabaya doldurdum. Adliyeye gittim. Uzun bekleyişin ardından bizi çağırdılar. Girdik içeriye. Gördüm ki benim davaya bakan hakim değişmiş. Hiçbir şey sormadan, bu yaşlı ve hasta adamı niye getirdin? Yazık değil mi dedi. Davanın incelenmesi için mahkemeyi şu güne erteliyorum dedi. Bizi gönderdi. 

Artık ayda bir her pazartesi bizim mahkeme var. Dükkanı kapatıp gidiyorum. Çoluk çocuk doluşup gidiyoruz. Kemal Sunal'ın Davacı filmine benzedi. Nereden girdim bu işe.

Her gidişimde de hakim değişiyor. Hakim değişince de karar vermiyorlar. Babamı götürüyorum, niye getirdin diyorlar. Getirmiyorum, niye getirmedin diyorlar. Ne yapacağımı şaşırdım. Kaçıncı duruşma oldu, onu da unuttum. Hepsinde dükkanı kapatıp gidiyorum. Her defasında da bu işi niye bu kadar uzatıyorsunuz. Bakın şu kağıda. Benim amcaoğlum ta Adıyaman'da soyadını ilk duruşmada kazandı. Ben kaç aydır küçücük kendi ilçemde gelip gidiyorum dedim ise de dinleyen olmadı. 

Yine bir pazartesi mahkemenin yolunu tuttum. Kaç duruşmadır, şahit istemeyen hakim bu sefer iki şahit dinleyelim dedi. Dur çağırayım dedim. Kapıya yöneldim. Hakim, şahidin yok mu, o zaman öbür duruşmaya getir. Duruşmayı şu tarihe erteliyorum dedi. 

Halbuki kapıyı açıp gördüğünü çağırsa herkes amcaoğlunu tanır ve şahitlik yapardı. Çünkü küçük bir ilçe ve herkes herkesi tanırdı. Hele amcaoğlum esnaf olduğu için tanımayan yoktu. Adıyaman Kahta'da açtığım soyadı değişikliği davasında hakime de benden şahit istemişti. Yanımda şahit götürmemiştim. Kahta çok büyük bir ilçe ve adliye civarında beni tanıyan kimse olmamasına rağmen, hakime, izin verirseniz şahit çağırayım demiştim de hakime, tamam çağırabilirsiniz. Biz başka bir davaya bakarız. Ardından sizi tekrar alırız demişti. Şahidimin gelmesi bir yirmi dakikayı bulmuştu. Halbuki amcaoğlumun şahitleri saniyeler içinde gelirdi. Çünkü adliyenin bulunduğu kaymakamlıkta çalışanların hepsi onu tanıyordu. Bir hakim bu şekil inisiyatif alırken bir başkası almıyor. O da hakim, bu da hakim. 

Soyadı değişikliği davasının kaç celse sürdüğünü hatırlamıyor. Her ayın ilk pazartesi dükkanını kapalı gören eş, dost, tanıdık niye kapalı demiyor. Belli ki bizimki yine mahkemede diyor. Ertesi günü de herkes ne oldu dava diye dükkanına uğrarmış. (Devam edecek) 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde