26 Ağustos 2017 Cumartesi

Herkes Yaptığını Yaşar

Kime nasıl davranırsan, kime ne ilgi gösterirsen yaptığından daha aşağı olmayacak şekilde ya aynısını ya da daha beterini Allah mutlaka verir. Birine tavır mı aldın, sana da tavır alanlar olacaktır, birini küçümseyip hor mu gördün, seni de beğenmeyenler çıkacaktır; birini yalnızlığa mı terk ettin, aynıyla mukabele göreceksin; birinden sevgi ve saygıyı mı esirgedin, bundan fazlasıyla esirgeneceksin; birine ilgi ve alaka mı göstermedin, ilgisizliğin alasına muhatap olacaksın; birini yok mu kabul ettin, yokluğa mahkum olacaksın; anne-babayı mı dışladın, fazlasıyla dışlanacaksın, sevenlerini düş kırıklığına mı uğrattın, aynıyla mukabele görürsün, birine kazık mı attın, kazıkların beteriyle karşılaşacaksın, bir iş ucundan eğreti mi tutuyorsun, işine eğreti yaklaşanlar çok olacaktır.

Er veya geç. Kimse bundan azade değildir. Çünkü insanın her yaptığı kendisine döner, az veya çok. Yapılan her şey bir aynanın yansıması gibi kişiye geri döner. Herkes ektiğini biçer, sevgi eken sevi, nefret eken nefret görür. Bir bumerang gibi kişiye geri döner. Hayatın olmazsa olmaz bu kuralı hakkında sayısız örnek verilebilir. Fazla söze ne hacet! En iyisi bunu en güzel şekilde anlatan şu hikaye ile sizi baş başa bırakayım:

Bir adam, oğlu ile ormanda yürüyüş yapıyor. Birden çocuk takılıp düşüyor ve canı yanıp “Ahhhh” diye bağırıyor.
İlerideki dağın tepesinden “Ahhhh” diye bir ses geri geliyor. Çocuk şaşırıyor. Merak ediyor ve “Sen kimsin” diye bağırıyor. “Sen kimsin” diye cevap geliyor dağdan. Çocuk kızıyor. “Sen bir korkaksın” diye bağırıyor.
Dağdan gelen ses “Sen bir korkaksın” diye cevap veriyor.
Çocuk babasına dönüp “Ne oluyor böyle?” diye soruyor.
“Oğlum” diyor adam, “Dinle ve öğren!”
Dağa dönüp “Seni seviyorum” diye bağırıyor. Gelen cevap “Seni seviyorum”
oluyor. Baba tekrar bağırıyor, “Sen bir harikasın!” Gelen cevap “Sen bir harikasın!”
Oğlan çok şaşırıyor, ama ne olduğunu gene anlayamıyor. Babası anlatıyor.
“İnsanlar buna ‘Yankı’ derler, ama aslında o ‘Yaşam’dır. Yaşam daima sana senin verdiklerini geri verir. Yaşam davranışlarımızın aynasıdır.
Daha fazla sevgi istediğin zaman daha çok sev!
Daha fazla şefkat istediğinde, daha şefkatli ol!
Saygı istiyorsan insanlara daha çok saygı duy.
İnsanların sabırlı olmasını istiyorsan, sen sabırlı olmayı öğren.
Bu kural yaşamımızın bir parçasıdır, herkes için her zaman geçerlidir. Yaşam bir tesadüf değil, yaptıklarımızın bir aynada yansımasıdır.”(okyanusum.com) 26/08/2017


Halı Aldığım Esnaf Bana Güven Vermedi

“Evin salonuna halı almamız lazım” diyen hanımın isteğini yerine getirmek için birlikte yola düştük. Salondaki halımız açık renk aynı zamanda küçükmüş. Daha büyüğünü almak için birkaç halı mağazasına girip çıktık. Aradığımız halıdan yoktu çoğu yerde. Zira biz Konyalı tabiriyle 9 m2’lik bir halı alacaktık. Ellerinde birkaç tane varsa da renk ve desenlerini beğenmedik. Daha doğrusu hanım beğenmedi. Zaten o beğenecek, ben alacağım. Bizim sözümüz sadece cebimizden çıkacak paraya geçer. Ötesi de bizi aşar zaten.

Sonunda bir mağazaya girdik, aradığımız ebattaki halı, orada fazlasıyla vardı. Bizim 9 m2’lik dediğimiz aslında tam dokuz değilmiş, üstelik bu ebatın üretimi de sadece Konya içinmiş. Zira Konya dışında bu ebatı kullanan yokmuş.

Üst üste konmuş halılara tek tek baktık, daha doğrusu tezgahtar açtı, hanım baktı, ben yanında bakar gibi yaptım. Ara sıra bana sordu nezaketen bu nasıl diye. “Güzel, hı hı, dedim. Her sorduğuna verdiğim cevap aşağı yukarı böyleydi. Sonunda birini beğendi. Baktım beğenilen halı evdekinden daha açık. Hafifçe kenara geçip “Yahu hanım! Sen evdeki halının açıklığından şikayetçi değil miydin, çabuk kirleniyor diye dert yanmıyor muydun? Seçip beğendiğin de açık” dedim. “Biliyorum da koltuğa başkası gitmez, istersen almayalım” dedi. “İyi de almayacağız da bizim burada ne işimiz var, haydi al” dedim. Yaşım elliyi geçti. Renk, desen, yakışır, uyar pek anlamadım. Bu zamana kadar geldim bundan sonra da öğrenilmez, zira öğrenmeye de niyetim yok zaten. Sonunda koltuğun rengine uyacak olan evdeki açık halının daha açığını almaya karar verdik.

Hesapla kardeş bunun parasını dedim. Benim cep telefonumun hesap makinesini kullanarak 1508.00 lira hesap çıkardı. 1250.00 lira olur dedi. “Başka indirim yapmayacak mısın?” dedim. Gülümseyerek bin lira olur dedi. Aşağıya indik ödemeyi yapmak için. Başka inmeyecek misin fiyatı dedim. Görevli mağaza müdürünü çağırdı, durumu anlattı. Müdür, “İyi fiyat vermiş, başka da olmaz” dedi. Elemanın ne çay söyledi, ne de oturtacak yer, zaten cezalı, dedim. Müdür gülümseyerek 950,00 lira olsun dedi. Baktım her defasında iniyor, ben de bırakıverdim. Zira biraz daha uğraşsam halı bedavaya gelecekti. Ödemeyi yapıp çıktım.

Nasıl yaptığım alışverişi beğendiniz mi? Niye beğenmeyeceksiniz? Sanki cebinizden çıktı! Olan bana oldu. Açık renk halıdan kurtulmak için gidip daha açığını aldım. İhtiyaç mı değil mi? Bu ayrı bir mesele artık. Önemli olan hanımın isteğinin yerine gelmesi. Biz kimiz ki yanında ödeme işlerine bakan birer marabayız. Neyse bu konular ailevi konular. Daha fazla ileriye gitmeyelim, zira yerin kulağı var. Ya mağazanın yaptığı indirime ne diyeceksiniz? Gördüğünüz gibi liste fiyatından 558.00 lira indirmiş oldu. Pazarlık olur olmaya, indirim de yapılır ama böylesi de pek görünmüş değil sanırım. Kim bu kadar indirim yapar sonra? Madem bu kadar indirim yapacaktı? Ne diye 1508 liradan dem vurdu ilk öncelerde. Üzüldüm mağazanın ve çoğu bu durumdaki esnafın durumuna.


Bana güven vermedi maalesef. Belki de güven vermediklerinden dolayı kanmayalım diye dükkan dükkan, mağaza mağaza gezip dolaşıyoruz ya. Esnafımız oturduğu yerde yeri geldiği zaman açar ağzını, yumar gözünü okulları, eğitim sistemini eleştirir. Eleştirsin eleştirmeye. Zira eğitim sistemimiz yerlerde sürünüyor. Ama eleştirirken biraz da kendisine baksa iyi olur.  26/08/2017

Çocuklarımızı Kim ya da Nereler Eğitiyor?

Kimse okulları eğitim yuvası olarak görmesin. Zira çocuklarımızı okullar eğitmiyor, terbiye etmiyor. Böyle bir kanaati hala taşıyorsak ancak kendimizi kandırmış oluruz.

Pekiyi çocuk nereden alıyor eğitimini ya da kimlerden alıyor eğitim gıdasını? Çocuk okula gelmeden alıyor gıdasını; evinden, çevreden, büyüklerinden, arkadaşlarından, sokaktan, televizyonda izlediği bir dizi ya da filmden, sosyal medya ya da sanal alemden. Çocukların hocası çoktur bu devirde. Bir kısmını yazdığım eğitim yuvalarının içerisinde okulun esamesi okunmuyor gördüğünüz gibi.

Anne karnında başlayan eğitim bizim daha sabi, çocuk dediğimiz çağda tamamlanıyor. Çocuk, okula geldikten sonra okul dışında gördüklerini uyguluyor. Okul ve öğretmen istediği kadar ona davranış vermeye, güzel huylar kazandırmaya çalışsın ancak havanda su döver. Zira çocuğun belleğine yerleşmiş olanı söküp atmak, yerine yenisini ve doğrusunu monte etmek mümkün değildir. Kim ben eğitirim derse boyundan büyük laf etmiş olur. Öğretmen de havanda su dövmüş olur. Aileler, Milli Eğitim, çevre boşu boşuna beklenti içerisine girmesin.

Büyük-küçük herkes iyilik ve kötülüğün, doğru ve yanlışın ne olduğunu biliyor. Bugünün büyük ve okul çağındaki çocukların en büyük sorunu davranıştır. Geçmişte belki bazı olumlu davranışlar kazandırmış olabilir ama okullar bu konuda miadını doldurdu. Bakanlığın isminin arasında eğitim olduğu bizi aldatmasın. Okullar bugün sadece öğretim veriyor görüntüsünde. Bilin ki onu da vermiyor. Çünkü alıcının kulakları kapalı, karnı tok. Tok adamın karnını doyurmak bir işkencedir.

İşin garibi okullar hayata da hazırlamıyor, hayatı da öğretmiyor. Bakın Neil Gaiman ne diyor bu konuda: “Okulda öğretmedikleri şeylerin bir listesini çıkartmakla meşguldüm şu sıralar.
Size okulda birisini nasıl seveceğinizi öğretmezler. Size nasıl meşhur olunacağını öğretmezler. Size nasıl zengin veya nasıl fakir olunacağını da öğretmezler. Size artık sevmediğiniz bir insandan nasıl uzaklaşacağınızı öğretmezler. Size başkasının aklından geçenlerin ne olduğunu nasıl anlayabileceğinizi öğretmezler. Size, ölmekte olan birine ne söylemeniz gerektiğini öğretmezler. Size, bilmeye değecek hiçbir şey öğretmezler.”

Hoşlanmadığınız şeyler yazdım biliyorum. Aslında bunun böyle olduğunu hepimiz biliyoruz. Umutsuz vaka da olsa belki diyerek bir umut gönderiyoruz. En iyisi herkesin çocuğunu eğiteceği alternatifler bulmasında fayda vardır. Çok maharetimiz varsa aile olarak çocuklara eğitimini biz verelim. İşin garibi okulların dışında bir başka alternatif de gelmiyor benim aklıma. 26/08/2017



Bu Meslek Sahipleri Her Yerde Maşallah!

Bir meslek sahibi düşünün ki her alanda, her yerde, her mevkide bulunabilsin. Aspirin gibiler maşallah! Sebebi ne ola ki? Çok mu maharetliler acaba? Bunlardan başka bu ülkede o görevleri yapan yok da zoraki mi bunların üzerine kalıyor? Emsallerine göre aldıkları görevi daha mı iyi yapıyorlar? Çok mu güven veriyorlar? Aldıkları görevde olağanüstü bir başarı mı gösteriyorlar? Birileri mi bu yetenekleri bulup geliyor, yoksa bunlar mı kendilerini pazarlıyor? İyi bir görev adamı oldukları için mi buradalar? Yoksa nerede bir makam, nerede bir mevki, nerede bir kaymak, nerede bir rant var, oradalar mı?

Sorduğum soruların cevabını okuyucuya bırakıyorum. Bu meslek grubunun nerelerde görev yaptığını birkaç örnekle açıklamaya çalışacağım. Genelde köy merkezli, orta ve dar gelirli ailelerin çocuğu olan bu meslek grubu mensupları,  zamanın hükümetleri tarafından vebalı gibi görüldü, kolay kolay herhangi bir makama getirilmedi. Böylesi ortamlarda bu kişiler okullarında gelir getirsin diye egzersiz kursları açtılar. Kimi karşı çıktığı satranç hakemi oldu, kimi de izci belgesi alarak okulunda izci grubu oluşturdu. Okullarda bilişim laboratuarları açılmaya başlanınca okulunda bilişim öğretmeni yoksa bu meslek grubu bu sefer okullarda bilişim formatörlüğüne soyundu. Zira okulun müdür yardımcısı kadar ücret alabiliyordu, zaten okulunda ders yükü de fazla değildi. Bu kişiler buralarda biraz pişince esen rüzgarla birlikte bu kişiler gözünü idareciliklere dikti. Kimi okullarda müdür, kimi yardımcı, kimi baş muavin oldu. İlçe ve il müdürlüklerine bunlar oturdu. Bunları oraya oturtan irade bunların eliyle okul yöneticilerini kesip doğradı. Mağdur olan veya olduğuna inanan, bu kesim mensuplarına düşman oldu. Hiçbir yere gelemeyen, Suriyelilerle ilgili etkinliklerde görev aldı. Kimi okulunda, kimi ilçe, kimi de il koordinatörü oldu. Tüm öğretmenlere hitap edecek şekilde kurulan sendika ve konfederasyonların delege, yönetim kurulu ve başkanlıklarına yine bu kişiler geldi ya da getirildi. Milli Eğitimler okul, ilçe ve il olmak üzere ağırlıklı olarak bu meslek mensuplarıyla dolduktan verecek makam kalmayınca diğer müdürlüklere göz dikildi. Şimdi o makamlarda da bu kişilerin ağırlıklı olduğu gözlerden kaçmaz.

Bu kişiler camide cemaatle, vaaz kürsüsünde, dışarıda esnafla, bahçede öğrenci ile hemhal olmaları gerekirken çoğu, makam ve mevkilerin sahibi oldu. Anlaşılan bunlardaki doğuştan gelen idareci olma ve koordine etme yetenekleri yeni keşfedildi ki branşları her kapıyı açar oldu. Belki de bundandır okullarda bu branşa ihtiyaç da bir türlü bitmek bilmedi. Çünkü göreve başlayan biraz öğretmenlik yapınca soluğu makam ve mevkide aldı. Makama yeni gelen biri makam sahibini görmeden o makamda hangi meslek sahibi birinin oturduğu hakkında kanaatini belirtse yüzde 90 isabet ettirir.

Siyasi iradenin tasarrufudur. Doğru yapar, yanlış yapar. Bedelini de o öder. Zira yetki ve sorumluluk onlardadır. Haydi diyelim ki siyasi irade bu meslek mensuplarına çok güveniyor, bu yüzden bunları tercih etti. Pekiyi hemen hemen her türlü makamda görev alan, göreve talip olan bu arkadaşlar kendi kendilerine “Hiç biz iyi mi yapıyoruz, yoksa kötü mü, bizim bu yaptığımıza vatandaş ya da diğer meslek mensupları nasıl bakar, bizi nasıl görüyorlar, biz iyi imaj verebildik mi diye soruyorlar mı acaba?” Hala her makama sahip olmak için mücadele ettiklerine göre hallerinden memnunlar sanırım.

Kim nereye gelirse gelsin görüntü hoş değil haberiniz olsun dostlar! Benden söylemesi. Bence makamların vazgeçilmez adamı olma yerine gönüllerin adamı olmayı seçelim. Hiçbir makam, kişiye tek başına bir itibar vermez. Kimse de bir meslek grubunun itibarını sıfırlayamaz. Herkes kendi itibar elbisesini kendisi kazanır veya kaybeder. Şahsınızı bilmem ama kimsenin camiasını bu şekilde makam veya para hastası gibi gösterme lüksü olamaz.  26/08/2017
  

25 Ağustos 2017 Cuma

Tüm Yaptığımız Birbirimizi Aşağıya Çekmek

Başlığın istisnası var mı derseniz hemen hemen yok gibidir. Bilerek bilmeyerek birbirimize çelme takıyoruz. Hep bir arayış içerisindeyiz, kim ne iş yapıyor, kim ne kadar kazanıyor, kim hangi mesleği seçmiş...hep birbirimize bakıyoruz. Birbirimize baka baka hepimiz birbirimize benzedik. Başka da bir şey gelmez aklımıza.

Ne planımız var, ne programımız. Ne demek istediğimi birkaç örnek vererek açıklarsam sanırım kastım anlaşılır. Birimiz bir yerde bakkal dükkanı mı açtı, bakarız ki içeriye alışveriş için girip çıkanlar var. İlk işimiz onun yanına veya karşısına bir bakkal dükkanı açmak. Sonra öbürü, bir başkası açar da açar. Sonunda hepsi sinek avlamaya başlar. Çünkü bulunduğu muhitin bir müşteri potansiyeli var. Ardından her biri yek diğerini sıfırlayarak teker teker kapatırlar. Ziraat veya veterinerlik mi popüler, mezun olunca iş bulma imkanı mı var? Hemen tercihlerimizi bu fakültelere doğru yaparız. Bunu gören üniversiteler de öğrenci çekmek için bu bölümleri ardı arkasına açar. Sonunda bu üniversiteler bir fabrikanın seri üretimi gibi durmadan mezun verir. Piyasa iş bulamayan ziraatçı ve veteriner mezunu işsizlerle dolup taşar. Son yıllarda bilgisayar üzerine okumak üzere çokça yönelim oldu, şimdiler de oranın mezunları da işsiz ve avare. Küçüklüğümde terzilik revaçtaydı. Temiz meslek, oturduğun yerden dikiyorsun denirdi. Mevcut az sayıda elinin emeğiyle çalışan terzileri gören vatandaş bu işte iyi para var dedi, hemen hemen her aileden bir kişi ustalık öğrensin diye terziye çırak olarak verildi. Usta olan ustasının yanına dükkan açtı, neredeyse yer gök terzi oldu. Bu arada konfeksiyonculuk da ön plana çıkmaya başladı. Bizim terziler işsizlikten ve müşteri beklemekten yoruldu, çoğu işini bırakıp başka mesleklere yöneldi o yaştan sonra.

Verdiğim birkaç örnek sanırım meramımı anlatmaya yeter. Bu ülkede hepimiz diğeri ne yapıyor, ona bakıyor, o ne yapıyorsa ben de yapayımı düşünüyor.  Dün karınca kararınca evini geçindiren insanlar çalıştıkları alanda karnını doyuramaz hale geldi. Bir şeyi yaparken buranın müşteri potansiyeli beni çekmez, burada bu işten ekmek yiyen yemesine devam etsin, ben başka bir işe bakayım, ya da başka bir bölüm okuyayım deme yoluna gitmedik. Sonunda birbirimizi aşağıya çekmekten başka bir iş yapmadık. Bu işleri yaparken çoğu zaman naçar kaldığımızdan, bazen iş bilmediğimizden, bazen çekemediğimizden, bazen geleceği okuyamadığımızdan bunları yaptık. Bununla ilgili bir fıkra paylaşmak istiyorum burada. "Öbür dünyada cehennemlikleri bir çukura doldurmuşlar. Kaçmasınlar diye başlarına da birkaç zebani konmuş. Türklerin başına görevli verilmemiş. Diğer milletler “Bu haksızlık ama! Bizim başımızda zebaniler nöbet tutarken Türklerin başında niçin yok” demiş. “Haksızlık falan yok, Türklerin başına görevli vermeye gerek görmedik. Çünkü onlardan biri kaçmaya kalkarsa aşağıdakiler onun ayağından asılır, kaçmasına engel olur” cevabı verilmiş.” Sanırım bu fıkra hali pürmelalimizi daha iyi anlatmaktadır.

Birbirimizin yaptığını yapmada, daha önce bu işi yapanı iş yapamaz hale getirmede kimse elimize su dökemez. Bunda hem devletin hem de bizim iyi bir planlayıcı olmadığımızın payı vardır. Ne yetkililer bu kadar mezunu verince bunlara nasıl iş bulacağız hesabı yapar, ne de okuyanlar biz bu okulu bitirince ne olacağız hesabı yapar. Bu durum bir meslek ve zanaat öğrenmede de aynıdır, iş yeri açmada da. Hasılı bu şekilde yuvarlanıp gidiyoruz.

Siyasetimiz bundan farklı mı? Hemen hemen aynı. Aynı zihniyet ve düşüncedeki partiler bir araya gelip birleşecebileği veya birinin listesinden girip siyaset yapabilecekleri yerde farklı partilerde siyaset yapıyor. Birleşemedikleri gibi birbirine benzemezlerle işbirliği yapabiliyor. 

Birbirimizi iyi çekmeler! 25/08/2017



Bir Okulun Yüzdelik Dilimi Nasıl Tepetaklak Edilir?

Malumunuz liseler TEOG adı verilen merkezi sınav sistemine göre öğrenci alır. Öğrenciler okul türü, okulun yüzdelik dilimi, ulaşım vb. nedenlerle okulları tercih ederken yukarıdan aşağıya göre tercih yaparlar. Yerleştirmeden sonra bir yeri kazanamayan ya da kazandığı halde okulunu değiştirmek isteyenler birer haftalık aralarla üç aşamada nakil başvurusunda bulunur. En son nakil yerleştirme ile okulların taban puanları oluşur.

Öğrenci hangi saiklerle tercih yaparsa yapsın göz önünde bulundurduğu en önemli kriter okulların yüzdelik dilimidir. Tercih yaparken kendi yüzdelik dilimi ile okulların geçen yıl ki yüzdelik dilimlerini karşılaştırarak sonuçlar açıklanmadan hangi okulu kazanabileceğini üç aşağı beş yukarı bilir. Her okulun yüzdelik dilimi de okulu tercih eden öğrencilerin puanlarıyla oluşur. TEOG sınav sorularının kolay ve zorluğuna göre puanlar düşüp çıksa da okulların yüzdelik dilimi kolay kolay değişmez. Yüzdelik dilim  değişmediği gibi yukarıdan aşağıya okulların yüzdelik sıralaması da pek değişmez. Oynasa oynasa virgülden sonraki rakamlar değişir normal şartlarda. Bir ile okul türüne göre yeni bir gözde okul açılırsa bu okul emsallerine göre daha fazla tercih edileceği için yukarılarda tutunur, diğer okulların puan ve yüzdelik dilimlerinde biraz gerileme olur. Örnek verecek olursak Konya’da Meram Fen Lisesi yüzdelik dilim bakımından en yüksek puanlı öğrencileri alırken Meram Anadolu Lisesi hemen onun ardından ikinci sırada yüksek puanlı öğrencileri alırdı bir zamanlar. Konya’ya önce Karatay Fen, ardından Selçuklu Fen Liseleri açılınca ikinci sırada öğrenci alan Meram Anadolu lisesi doğal olarak dördüncü sıradan öğrenci almaya başladı. Bu verdiğim örneklerde bir sıkıntı yok. Okul türünden kaynaklanan bir durum söz konusu burada.

Esas sıkıntı ismini zikretmeden vereceğim okulda. Bu okul geçen yıllarda kendi okul türleri olan Anadolu İHL içerisinde orta seviyenin üstünde yüzde 39’luk bir yerde iken üçüncü nakilden sonra yüzdelik dilimi nerelere inecek hep beraber göreceğiz. Zira puan bakımından yüzde 45 diliminde yer alan okulun gerisine düştü daha şimdiden. Oranların bu derece değişmesinde, kendisinden sonraki okulun ardına düşmesinde birilerinin üstün yeteneği olsa gerek. Bunun başka izahı olamaz. Bunun için çok şey yapmanıza gerek yok. Okulun her sene yeni aldığı öğrenci mevcudunu anormal bir şekilde artırırsınız, o okulu puan ve yüzdelik dilim bakımından emsallerinin gerisine düşürürsünüz.

Kontenjanları kim belirler? Her okulun müdürünün başkanlığında yardımcısı, rehber öğretmeni, Kurulca seçilen bir öğretmeni, Birliği temsilen bir olmak üzere 5 kişiden oluşur, okul sisteme girer, ilçe-il de onaylar, ardından Bakanlık onaylar. Bu okul, 2015 ve 2016 yıllarında 408 kontenjan belirtirken 2017 yılında bu kontenjanı 748’e çıkarmıştır. Yani bu okul 2017 kontenjanını önceki yıllara göre 340 öğrenci yani 10 sınıf birden artırmıştır. Şimdi bu okulu ara dur, eski yerinde. Göremezsiniz ki… Çünkü bu okul bir yılda ilave on sınıf alarak 340 öğrenci daha fazla almıştır bu sene. Öyle zannediyorum bu sınıf artışında ilçe ve ilin emir, telakki ve dayatması vardır. Çünkü hiçbir okul bu kadar sınıf artırmaz, artıramaz. İlçe-il niçin bu kontenjan içine girmiş olabilir? Proje kapsamına aldığı okulların öğrenci mevcudu azalacağı için geriye kalan öğrenciler bu okula yönelerek açıkta kalmasın istemişlerdir. Niyetlerinin halisliğinden şüphem yok, ama bu işi yapanlar plan ve programdan yoksunlar. Aynı anda üç-beş okulu proje kapsamına alacaklarına keşke her yıl bir okulu projeye dönüştürselerdi, bu okula bu kadar kontenjan düşmeyecekti. Bu okul her yıl bir-iki sınıf artırımıyla mevcut yüzdelik dilimini de korumuş olabilirdi. Ama ilçe ve ilin plansızlığının ceremesini maalesef bu okul emsallerinin gerisine düşerek ödeyecek.

Yazık etmişler bu okula. Eskiden bir adı vardı. Şimdi artık adını yerlerde aramak lazım. İş bilir görünen yetkililer bundan fazlasını da yapamazlardı zaten. Okulların kodlarıyla, yerleriyle bu şekilde oynanması yanlış olmuştur. Bunda okula kontenjan artırımında baskı yapan yetkililerin payı büyük. Yarın bu okula gidip “Sizin eskiden başarınız iyiydi, şimdi niye böyle oldu? Falan demeye kalkmasınlar. Zira gülünç duruma düşerler. Bu okul onların eseri olacaktır bundan sonra. Eserinizle gurur duyun sayın yetkililer! 25/08/2017




Türkçe Yazmanın Zorluğu

İki-üç yıldır duygu, düşünce ve dert edindiklerimi kah sosyal medyada, kah gazetede, kah kendi blogumda (dilinkemigiyok.blogspot.com) kendi bakış açımla ifade etmeye çalışıyorum. Bazen gündemle ilgili, bazen gündem dışı konulara yer vermeye çalıştım. Zaman zaman mizahi bir dil kullandım, bazen ironi yaptım, bazen konuya tersinden, bazen düz girdim. İçimden geçenleri becerebildiğim kadarıyla yazıya aktarmaya çalıştım. Seçtiğim konuya doğaçlama girdim dense yeridir. Yazı yazarken bir planlama yapmadığımdan olsa gerek yazılarımı kısa yazmayı, tadında bırakmayı beceremedim. Belki de kelamı kibar olmadığımdandır.

Yazarken ne kim ne der dedim. Konuyu değerlendirirken farklı üsluplar kullansam da yazımı okuyanlar yanlış anlar düşüncesine kapılmadım. Hatta “alay etme, hafife alma, küçümseme, inanmama, kinaye anlamları katan parantez içi ünlem işaretine (!) kolay kolay belki de hiç yer vermedim. Ne kastettiğimi okuyanım siyak ve sibaktan bulsun istedim. Hasılı, ne konu sıkıntısı çektim; ne ifadede, ne de üslupta zorlandım. Ama yazım ve imla kurallarında zorlandığım kadar hiçbir şeyde zorlanmadım. Bu bir itirafsa -evet- itiraf ediyorum. Zira Türkçemizin yazım kurallarından sınıfta kaldım. Çünkü ne Edebiyatçıyım ne de Türkçeci. Adım olmasa da göbek adım Hıdır, elimden gelen budur. Zira koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler misali, benim yaptığım tam bir Abdurrahman Çelebiliktir.

Yazım dili ile konuşma dili farklı mı farklı. Bir Türkçe öğretmenimiz konuşurken yanlış ifade edilse bile maksat anlaşılmışsa o doğrudur, demişti. Ama gelgelelim yazı dili öyle değil. Bizim yazım ve imla kurallarımız sanki uygulanmak için değil, uygulamamak için icat edilmiş. Zira akılda kalması mümkün değil, kılı kırk yararcasına konmuş kurallarla dolu. Kelime birleşik mi yazılacak, yoksa ayrı mı, hangileri birleşik, hangileri ayrı yazılır? Noktalama işaretlerinde ise buraya nokta mı uygun, yoksa virgül mü, ya da noktalı virgül mü? İki nokta hangi yerlerde konur? Ya ünlem işareti…çık işin içerisinden çıkabilirsen. Bazen bir başlık koyarım yazıma. Noktalamada tereddüdüm olursa Türkçe ve Edebiyat öğretmenlerine sorarım. Çoğu zaman farklı noktalama tavsiye ettiklerine şahit oluyorum. Başka dilleri bilmiyorum ama herhalde bizdeki kadar kuralın bol olduğu, istisnaların çok olduğu bir başka dil yoktur. Yazımı yazdıktan sonra bazı vurgulu cümleleri değiştirmişimdir çoğu zaman. Çünkü hangi noktalama işaretini koyacağıma karar veremediğim, bir de farklı Türkçecilerden değişik cevaplar aldığım için.

Çoğu zaman da bildiğimiz yazım ve imla kurallarına uygulamada yer vermiyoruz. Hatta şu kelime yanlış, bu noktalama farklı olacak dendiği zaman “Aman hocam, sanki dersimiz Türkçe dersi mi” cevabı alırız. Kuralı çiğnediğimizi bile bile yine aynı yazım hatalarına yer verebiliyoruz. Mesela yazım kurallarına göre makalelerin başlığının her bir kelimesinin ilk harfi büyük yazılması gerekirken gazetelerdeki köşe yazılarına bir göz atarsak bu kurala riayet edenin sayısı o kadar az ki! Çoğu ilk kelimenin ilk harfi hariç genelde küçük harfle yazıyor. Galatı meşhur bir durum. Kelli-felli yazarların başlıklarını göre göre göz o kadar aşina oluyor ki kurala uygun yazılan başlıklar sırıtıp kalıyor yanlışların arasında. Nedense çoğu bu kurala riayet etmediği gibi TDK da “Türkçeyi katlediyorsunuz” diyerek sesini çıkarmıyor. Ben Türkçeyi çok iyi biliyorum diyenin yazısı incelense çok sayıda yazım ve imla hatasını bulmak mümkün. İşin garibi yazım ve imla hataları yazının içinde sırıtınca anlamayı bırakıp gözümüz kurallara kayıyor. Bu da bizi içerikten uzaklaştırıyor.

Kayseri’de okurken Arapça dersimize Ezher mezunu bir hoca girmişti. Adam çatır çatır Arapça konuşurdu. Ama konuşurken harekelere dikkat etmezdi. Arapçayı sadece sarf ve nahivden ibaret gören bizler adamı, Arapçayı bilmiyor diye ayıplardık kendi kendimize. Halbuki bir dilde asıl olan o dili konuşabilmek, yazılanı okuyup anlayabilmek olmalıdır. Kurallara takılıp kalınca ne dil öğrenilebiliyor, ne de o dil konuşulabiliyor. Biz, ömrün yarısı kabul edilen nahvi(Arapça gramer bilgisi) biliyorduk bilmesine ama konuşamıyorduk. Çünkü Arapça kuralların içerisinde boğulup kalmıştık.

Hasılı, Türkçemizde yazım ve imla kuralları olsun olmaya. Ama uygulanılabilir bir şekilde sadeleştirilmesinde fayda var. Kuralı ne kadar azaltırsak öğrenme ve uygulama o derece doğru olur kanaatini taşıyorum. Yoksa yazım ve imla kurallarıyla uğraşmaktan esas sadede gelemeyeceğiz bu gidişle.

Hali pürmelalim bu iken cahil cesaretiyle sizlerin hoşgörüsüne sığınarak yazmaya devam ediyorum. Tek umudum ve yegane mutluluk kaynağım, bir gün yazdıklarım bir arada derlenir, kitap haline gelirse Türkçe ve Edebiyat öğretmenlerimizin bol miktarda yazım ve imla yanlış örneklerimi göstermeleri için öğrencilerine benim kitabımı veya yazılarımı tavsiye etmeleridir. Hatta yazım ve imla hatalarımın çokluğundan dolayı olur ya biri bir iyilik yapar, ödül alması için kitabımı/yazılarımı Oscar’a aday gösterir. Düşünebiliyor musunuz, tüm ortaokul, lise ve üniversite öğrencilerinin tavsiye üzerine benim kitaplarımı aldığını. Köşeyi dönerim, aynı zamanda meşhur da olurum. Önemli olan da meşhur olmak değil mi? Ha olumlu yönden ha olumsuz. Ne fark eder?

Size yazılarımda iyi yazım ve imla hataları bulmalar! Sayın bakalım kaç tane bulacaksınız? 25/08/2017