Ana içeriğe atla

Türkçe Yazmanın Zorluğu

İki-üç yıldır duygu, düşünce ve dert edindiklerimi kah sosyal medyada, kah gazetede, kah kendi blogumda (dilinkemigiyok.blogspot.com) kendi bakış açımla ifade etmeye çalışıyorum. Bazen gündemle ilgili, bazen gündem dışı konulara yer vermeye çalıştım. Zaman zaman mizahi bir dil kullandım, bazen ironi yaptım, bazen konuya tersinden, bazen düz girdim. İçimden geçenleri becerebildiğim kadarıyla yazıya aktarmaya çalıştım. Seçtiğim konuya doğaçlama girdim dense yeridir. Yazı yazarken bir planlama yapmadığımdan olsa gerek yazılarımı kısa yazmayı, tadında bırakmayı beceremedim. Belki de kelamı kibar olmadığımdandır.

Yazarken ne kim ne der dedim. Konuyu değerlendirirken farklı üsluplar kullansam da yazımı okuyanlar yanlış anlar düşüncesine kapılmadım. Hatta “alay etme, hafife alma, küçümseme, inanmama, kinaye anlamları katan parantez içi ünlem işaretine (!) kolay kolay belki de hiç yer vermedim. Ne kastettiğimi okuyanım siyak ve sibaktan bulsun istedim. Hasılı, ne konu sıkıntısı çektim; ne ifadede, ne de üslupta zorlandım. Ama yazım ve imla kurallarında zorlandığım kadar hiçbir şeyde zorlanmadım. Bu bir itirafsa -evet- itiraf ediyorum. Zira Türkçemizin yazım kurallarından sınıfta kaldım. Çünkü ne Edebiyatçıyım ne de Türkçeci. Adım olmasa da göbek adım Hıdır, elimden gelen budur. Zira koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler misali, benim yaptığım tam bir Abdurrahman Çelebiliktir.

Yazım dili ile konuşma dili farklı mı farklı. Bir Türkçe öğretmenimiz konuşurken yanlış ifade edilse bile maksat anlaşılmışsa o doğrudur, demişti. Ama gelgelelim yazı dili öyle değil. Bizim yazım ve imla kurallarımız sanki uygulanmak için değil, uygulamamak için icat edilmiş. Zira akılda kalması mümkün değil, kılı kırk yararcasına konmuş kurallarla dolu. Kelime birleşik mi yazılacak, yoksa ayrı mı, hangileri birleşik, hangileri ayrı yazılır? Noktalama işaretlerinde ise buraya nokta mı uygun, yoksa virgül mü, ya da noktalı virgül mü? İki nokta hangi yerlerde konur? Ya ünlem işareti…çık işin içerisinden çıkabilirsen. Bazen bir başlık koyarım yazıma. Noktalamada tereddüdüm olursa Türkçe ve Edebiyat öğretmenlerine sorarım. Çoğu zaman farklı noktalama tavsiye ettiklerine şahit oluyorum. Başka dilleri bilmiyorum ama herhalde bizdeki kadar kuralın bol olduğu, istisnaların çok olduğu bir başka dil yoktur. Yazımı yazdıktan sonra bazı vurgulu cümleleri değiştirmişimdir çoğu zaman. Çünkü hangi noktalama işaretini koyacağıma karar veremediğim, bir de farklı Türkçecilerden değişik cevaplar aldığım için.

Çoğu zaman da bildiğimiz yazım ve imla kurallarına uygulamada yer vermiyoruz. Hatta şu kelime yanlış, bu noktalama farklı olacak dendiği zaman “Aman hocam, sanki dersimiz Türkçe dersi mi” cevabı alırız. Kuralı çiğnediğimizi bile bile yine aynı yazım hatalarına yer verebiliyoruz. Mesela yazım kurallarına göre makalelerin başlığının her bir kelimesinin ilk harfi büyük yazılması gerekirken gazetelerdeki köşe yazılarına bir göz atarsak bu kurala riayet edenin sayısı o kadar az ki! Çoğu ilk kelimenin ilk harfi hariç genelde küçük harfle yazıyor. Galatı meşhur bir durum. Kelli-felli yazarların başlıklarını göre göre göz o kadar aşina oluyor ki kurala uygun yazılan başlıklar sırıtıp kalıyor yanlışların arasında. Nedense çoğu bu kurala riayet etmediği gibi TDK da “Türkçeyi katlediyorsunuz” diyerek sesini çıkarmıyor. Ben Türkçeyi çok iyi biliyorum diyenin yazısı incelense çok sayıda yazım ve imla hatasını bulmak mümkün. İşin garibi yazım ve imla hataları yazının içinde sırıtınca anlamayı bırakıp gözümüz kurallara kayıyor. Bu da bizi içerikten uzaklaştırıyor.

Kayseri’de okurken Arapça dersimize Ezher mezunu bir hoca girmişti. Adam çatır çatır Arapça konuşurdu. Ama konuşurken harekelere dikkat etmezdi. Arapçayı sadece sarf ve nahivden ibaret gören bizler adamı, Arapçayı bilmiyor diye ayıplardık kendi kendimize. Halbuki bir dilde asıl olan o dili konuşabilmek, yazılanı okuyup anlayabilmek olmalıdır. Kurallara takılıp kalınca ne dil öğrenilebiliyor, ne de o dil konuşulabiliyor. Biz, ömrün yarısı kabul edilen nahvi(Arapça gramer bilgisi) biliyorduk bilmesine ama konuşamıyorduk. Çünkü Arapça kuralların içerisinde boğulup kalmıştık.

Hasılı, Türkçemizde yazım ve imla kuralları olsun olmaya. Ama uygulanılabilir bir şekilde sadeleştirilmesinde fayda var. Kuralı ne kadar azaltırsak öğrenme ve uygulama o derece doğru olur kanaatini taşıyorum. Yoksa yazım ve imla kurallarıyla uğraşmaktan esas sadede gelemeyeceğiz bu gidişle.

Hali pürmelalim bu iken cahil cesaretiyle sizlerin hoşgörüsüne sığınarak yazmaya devam ediyorum. Tek umudum ve yegane mutluluk kaynağım, bir gün yazdıklarım bir arada derlenir, kitap haline gelirse Türkçe ve Edebiyat öğretmenlerimizin bol miktarda yazım ve imla yanlış örneklerimi göstermeleri için öğrencilerine benim kitabımı veya yazılarımı tavsiye etmeleridir. Hatta yazım ve imla hatalarımın çokluğundan dolayı olur ya biri bir iyilik yapar, ödül alması için kitabımı/yazılarımı Oscar’a aday gösterir. Düşünebiliyor musunuz, tüm ortaokul, lise ve üniversite öğrencilerinin tavsiye üzerine benim kitaplarımı aldığını. Köşeyi dönerim, aynı zamanda meşhur da olurum. Önemli olan da meşhur olmak değil mi? Ha olumlu yönden ha olumsuz. Ne fark eder?

Size yazılarımda iyi yazım ve imla hataları bulmalar! Sayın bakalım kaç tane bulacaksınız? 25/08/2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde