23 Kasım 2016 Çarşamba

Eften püften bahanelerle ayrılma isteği

Aile kavramımız yok oluyor, boşanan boşanana. Bin bir umutlarla yapılan evlilikler eften püften bahanelerle yıkılıyor. Bu hızla giderse orta yerde sağlam bir aile de kalmayacağı gibi aile kavramı da kalmayacak.

Son yıllarda boşanmalarda hızla bir artış var. Yeni evlenip ayrılanların yanında eski evlilikler de çatırdıyor. Toplum olarak sadece seyrediyoruz.  Birileri aileyi korumak amacıyla sorumluluk alıp araya girmeye kalksa bile kimse aracıyı dinlemiyor. Sen ne karışıyorsun der gibi yüzüne bakıyor. Tarafların anne ve babası araya girip evliliği kurtarma yoluna gideceği yerde "Ne zaman boşanma davası açacaksın kızıma" bile diyebiliyor artık. Nereye varacak bu gidişin sonu?

Ayrılmalarda olan da yarının anne ve babası olacak olan orta yerde kalan çocuklara oluyor. Kimi annenin velayetinde kalıyor, baba görmek isterse misafir gibi haftalık veya iki haftada bir çocuğunu görmek istiyor. Kimi babaanne, kimi anne annenin yanında kalıyor. Kimse kabul etmezse devletin korumasına veriliyor. Çocuk nerede kalırsa kalsın, ne kadar imkanları yerinde olursa olsun, bir dediği iki edilmese bile; çocuk bir eksiklik hissediyor. Hem de doldurulmayacak bir eksiklik: Sevgi, şefkat eksikliği...

Bugün tüm Türkiye'de TEOG sınavları dolayısıyla sınav görevi verilmediğinden erkenden okula gidip eve geldim. TV'yi bir açtım. Bir sunucu canlı yayında, sahnesine aldığı iki uzman konuğuyla birlikte gelen telefonlara cevap veriyorlar. Canlı bağlanan bir izleyici, "Eşinden ayrılmak istediğini" ifade etmeye çalışıyordu. Uzman ayrılmak isteme gerekçesini sorunca: "Eşim bana ve aldıklarıma yardımcı olmuyor, benim aldığım mamayı, bezi beğenmiyor, sürekli başka marka bez ve mamaları önerip bana baskı yapıyor, falan markayı niye almadın diyerek ucuz fiyatlı bezleri almamı istiyor" dedi. İkinci telefonu açan: "Eşimle ayrılmak istiyorum, çünkü iletişimimiz yok, benimle yeterince ilgilenip konuşmuyor, çocuklarına yarım saat vakit ayırmıyor, başkalarıyla konuştuğu gibi benimle konuşmuyor..." diyor. Uzmanların açıklamasını dinledim. Bereket uzmanlar yangına körükle gitmiyor: "Şöyle şöyle yolları deneyin" şeklinde cevaplar veriyorlar. Üçüncü bir arayan: "35 yaşına geldiği halde evlenemeyen görümcesi olduğunu, ilk görüşmeden sonra ikinci defa taliplileri ile görüşmek istemediğini, bunun için ne yapılabilir" şeklinde bir talepte bulunuyordu. Fesüphanallah! Ne günlere kaldık dedim, kapattım TV'yi.

Program evde kalıp TV izleyen bayanlara yol gösteriyor anlaşılan. İçerik de ayrılmak isteyenlere yol göstermek. Bu programı izleyen, böyle basit gerekçelerle ayrılma isteklerini görünce herhalde: "Senin derdin dert midir, benim derdin yanında" diyerek soluğu adliye koridorlarına alması kadar doğal bir şey yok. Çünkü bu tür programlar hazırında "Eşeğin aklına karpuz kabuğu getirmek" demektir. Programı yapan yapıyor, çıkan uzman çıkıyor, programa canlı olarak telefonla bağlanan bağlanıyor dedim kendi kendime. 80'lerdeki televizyonların yayına başlaması daha iyiymiş. Saat 18.00'den itibaren yayına başlar, tüm aileye hitap ederdi. 24 saat yayın yapacağız diyen kanallar ne tür programlar yapacağız diye şaşırıyorlar. Hiç iyi niyet göremedim bu tür programlarda. Öğleden önce boşanma programları, akşama doğru da -bir zamanlar vardı, sanırım yine devam ediyordur- evlilik programları. Zehir saçıyor bunlar. beyinleri yıkıyor, kişilerde ve toplumda algılar oluşturuyor. Evliliklerin ne zorluklarla kurulduğunu, ne masraflar edildiği, doğan çocukların gelecekte ne olacağı, ne tür zarar ve sakıncaları olacağı üzerinde durulmuyor.

Birçoğumuzun ebeveyni belki okumamıştı ama taraflar her zorluğa göğüs gererek evliliklerini devam ettirmişlerdi.  En ufak bir sorunda çat kapı terk edilse idi, soluğu mahkemelerde alsalardı evli insan kalmazdı. Helal olsun onlara.

Evlilik bir defa çocuk oyuncağı değil, verilen bir ahittir. İyi günde ve kötü günde zorlukları beraber aşmadır. Sabır işidir bir defa. TV'ye bağlanarak problem çözülmez. Herkesin aklını başına alması, birbirine tahammül etmesiyle yürür bu tür evlilikler. Sadece tek taraflı fedakarlıkla yürümez. Taraflar karar vermeden önce bin düşünüp bir konuşma yolunu seçmelidir. Yoksa problemi çözdüm derken hayatları boyunca ne annenin ne babanın ne de çocukların yüzü güler. Kendilerine hayatlarını zindan etmiş olurlar. Herkesin aklını başına alması gerekir.

Boşanma, her yol denendikten sonra en son çare olmalıdır. Bu da, "Allah'ın hoş karşılamadığı bir helaldir," bir yoldur. Herkese huzur ve mutluluk versin. Allah, evliliklerini devam ettirenlerden eylesin. 23/11/2016

22 Kasım 2016 Salı

Yazık oldu bu ülkenin okumuşlarına!

Yıl 1915.  Çanakkale Muharebesinde bu ülkenin okumuşları olmak ya da olmamak savaşında şehit oldu. Bir çok lise mezun veremedi. Çünkü daha 18'ini bile doldurmamış liselilerimiz savaşa gitti ya da götürüldü.

Okur-yazar oranının düşük olduğu Osmanlı'da savaşta ölen okumuşların oranı yüksektir. "Oy 15'liler"  türküsü savaşa katılanların yaşını da vermektedir. Bu savaş baba, oğul ve torunun omuz omuza savaştığı bir hayat-memat savaşıydı. Sonunda okumuşlarımız mevta oldu. Bu ülke için canını verenlerden Allah gani gani rahmet eylesin.

Yıl 2016. Dış güçlerin kuklası bu terör örgütü,  40 yıl boyunca kendini dindar-mütedeyyin bir yapıda gösterip kendi ellerimizle teslim ettiğimiz gençleri okuturum bahanesiyle ilmek ilmek işleyerek kendisine kul-köle yetiştirmiş. Dindar ve mütedeyyin insanlar yağmurdan kaçarken doluya tutulduğunu 15 Temmuz'da anladı. Sonuçta ülkeyi uzun yıllar belini doğrultamayacak ve yaralarını saramayacak şekle getirdi. Sağ gösterip sol vuran maşa bir örgüt bu milletin içinden devşirdiği bu toprağın okumuş süper beyinlerini yem olarak kullandı. Hepsini kendi emellerine alet etti, suça bulaştırdı. Binlerce okumuş fakat aklını kullanmayıp, kiraya vermiş süper çocuklarımız da bu uğurda heba edildi. Yani öldü ya da öldürüldü.

2015'de de okumuşları yok ettik, 2016'da da. 100 yıl öncesi ölenler "Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli" diye seve seve öldüler. 100 yıl sonra ölenler ise ihanet şebekesinin direktifiyle bu ülkenin  mahremine saldırdılar. Hem kendilerine, hem de bu ülkeye kıydılar. 1915'de ölenler şehadetleriyle övünecekler, hep bunun şerefini taşıyacaklar. 2016'da ihanet eden okumuşlar ise hep ihanetlerinin ayıbını yaşayacaklar, utanacaklar.

2016 yılındaki ihanet teşebbüsünde okumuşlar ölmekle kalmadı. Aynı zamanda bu ülkede kimsenin kimseye güvenmediği, birbirine şüpheyle baktığı bir ortamı miras bıraktı. Yazık oldu bu ülkeye! Yazık oldu bu ülkenin milli servetine! Yazık oldu bu ülkenin yetişmiş insanına! Yazık oldu bu ülkenin  adalet ve güven anlayışına!

Başkasının maymunu olan ihanet şebekesine niye böyle yaptın deme durumumuz yok. Çünkü hain haindir. İhanetiyle müsemmadır. Besledik bu kargayı, o da bizim gözümüzü oydu, hatta kalbimize sapladı. Burada esas öz eleştiri yapması gereken tüm birimleriyle teyakkuzda olmayan hantal devlet yapımızdır. Hem hantal devlet anlayışımızdan kurtulacak bir mekanizmayı kurmak lazım. Hem de devleti yönetenler, bir ihanet şebekesine göz yumanlar, ayakta uyuyanlar, görmezden gelenler şapkalarını öne koyup nedamet duymalıdırlar. Geçmişten günümüze ucundan, kıyısından bu devleti yönetmede ihmali olan devlet yetkilileri çuvaldızı bir başkasına batırırken iğneyi de kendilerine batırmalıdırlar. 22/11/2016


İyi hafızalar

Unutmak insani bir olgudur. Çünkü hafızayı beşer  nisyan ile malüldür. Bilgiler unutulacak ki yeni bilgiler alabilsin zihnimiz. Buraya kadar her şey normal.

Anormal olan günübirlik yaşayan, aklında hiçbir şeyi tutmayanlardadır. Bu tipler her şeyi unuturlar. Bazılarının görevi  hep bunlara hatırlatma ile geçer. Sanki bunun için yaratılmışlardır. İşte anormallik burada başlıyor.

Unutkanlığın mutlaka değişik nedenleri ve bilimsel bir açıklaması vardır. Bilimsel mi değil mi bilmem ama bazıları, tuvalet ve banyoda konuşmayı ve avret mahalline bakmayı unutkanlığın sebebi olarak sayarlar. Bunlar sebep olabilir ya da başka nedenleri de olabilir.

Acizane tecrübeme dayanarak unutkanlığın önüne geçmek için aşağıdaki sayacaklarım belki ufuk açabilir:
* Ezberleme yoluna gidilebilir, çünkü ezberledikçe zihin zorlanacak, hazmede hazmede bilgi insanın belleğinde kalıcı hale gelebilir.
* Bulmaca çözme denenebilir. Bu yöntemle zihin kelimeyi bulmak için zorlanacaktır.
* Sudoku çözme yoluna gidilmelidir. Bu yöntemle de yine zihnimiz rakam bulmak için çaba sarf edecektir.
* Not alma ve yazma usulü prensip haline getirilmelidir. Unutunca notuna bakıp yeniden hatırlayabilir.
* Hatırlanması gereken bilginin kodlanması yolu da denenebilir.
* Yapmamız gerekeni unutmamak için telefon alarmına hatırlatıcı not yazılabilir.
* Sürekli bulunduğumuz yerin uygun yerlerine gözümüze çarpacak şekilde kağıda yazıp yapıştırılabilir.
* Günlük okuma itiyat haline getirilmelidir.
* Bir günde yapılanı akşam veya günün uygun bir vaktinde günlük yazma yoluna gitmelidir.
* Okuduğu bir yazıyı veya parçayı okuduktan sonra kafasını yazıdan kaldırarak zihninde özet çıkarma yoluna gidebilir.
* Uyku saatlerimiz düzenli olmalıdır.

Bu tip örnekleri çoğaltabiliriz. Demem odur ki zihin, beyin jimnastiği yapılmalı sürekli, bol tekrar etmeli. Yani beyin, zihin sürekli zorlanarak işleyen demir ışıldar misali beyin işletilmelidir. Beyin, "Saldım çayıra, bekir Mevlam kayıra" misali kendi haline bırakılmamalıdır. 22.11.2016

21 Kasım 2016 Pazartesi

Davranış ve tasarruflarımız kişileri dinden soğutmasın

Bir yerde suç varsa suç bireyseldir. Suçu işleyen suçludur. Bunu hepimiz biliriz bilmesine de, yine de toptancı davranırız. Suç işleyeni cezalandırmaktan ziyade suçlunun akrabalarını veya ait olduğu kesimi de katarız işin içine. Nedense kafamızda oluşturduğumuz algı ve şablonun dışına çıkamayız çoğu zaman.

Bir kaç Kürt suç işlese tüm Kürtleri kötülemeye başlarız: "Kürt mü? Olsa da evliya/Alma avluya" şeklinde kafiyeli bir söz bile söyleriz. Büyük bir camia olan öğretmenler içerisinde her tip insan çıkabileceği gibi tacizci de çıkabilir. Sanki tüm öğretmenler sapıktır gibi bir algı oluşuyor belleklerimizde. 

İlahiyatçı veya imam-hatip,  bulunduğu mevki itibariyle bir tasarrufta bulunur, hemen tüm din adına kamu görevi yürütenler damgalanmaya başlar, suçun bireyselliğini unuturuz. Tüm camiayı kötülemeye başladığımız gibi temsil ettiği düşünceden de nefret etmeye başlıyoruz.

Bu şekilde toptancı davranmanın yanlış olduğunu bile bile bir değerlendirmede bulunuyoruz. Huyumuzu değiştirme gibi bir niyetimiz de yok. O zaman geriye bu camiayı temsil eden insanların kendisine çeki düzen vermesinde fayda vardır. Çünkü dini temsil görevini ifa edenlerin sarığı beyazdır. Sarığı kirletmeden hakkını tastamam vermeleri için çoğu zaman yoğurdu üfleyerek yemelerinde fayda vardır. Camiasına leke getirecek davranış ve tasarruflardan kaçınmalıdır. İşini düzgün yapmalıdır. Yaptığı davranış yanlış anlamaya müsait ise o zaman niçin böyle davrandığını izah edip insanları ikna etme yoluna gitmelidir. Tıpkı Mimar Sinan gibi. Hani "Minare yamuk ve eğri" diyen çocuklara Sinan, bir halat getirir, "Haydi çocuklar hep beraber asılıp eğri minareyi düzeltelim" der. Biraz asıldıktan sonra "Düzeldi mi çocuklar" sorusuna "evet" cevabını alır. Aslında minare yine aynı minare. Sinan burada bu yaptığıyla çocukların kafasındaki algıyı yok eder. Hz Muhammed bir akşam karanlığında eşiyle konuşurken kendisine selam verip geçen birine, selamını aldıktan sonra "Ey falan, yanımdaki eşim falandır" diye açıklama yaparak adamın kafasında oluşması muhtemel müphemi giderir.

Bu açıklamaları niçin yapıyorum? Son bir kaç yıldır yönetici kademesinde görev alan aynı meslek grubundan bir çok idareci, yaptıkları tasarruflarıyla kamuoyu nezdinde adalet duygusunu zedeler görüntüsü verdiler. Böyle bir yönetici bir gün toplantıda Fatiha süresini okuyunca mağdur olduğunu düşünen biri: "Yaptığınıza ayeti bari karıştırmayın" dedi, benim duyacağım şekilde. Anlaşılan amirinin kendisi hakkında yaptığı tasarrufun mantığını ve doğruluğunu kavrayamamıştı. O zaman amir, bu durumu izah edip mağduru ikna etmeliydi. Amir, yaptığında şeffaf ve adil olmalıydı. Referansı ayet ve hadis olan yöneticiler adalet duygusunun zedelenmemesi, insanların kendisine ve temsil ettiği camiaya karşı soğuk bakmasının önüne geçmek için elinden gelen gayreti göstermelidirler. 21/11/2016


20 Kasım 2016 Pazar

Tüm çaba, kamuda bir görev alabilmek...

Her iki yılda bir defa yapılan Ortaöğretim KPSS sınavına bu yıl tamı tamına 3.5 milyon aday başvuru yaptı.  Bu sayı şu ana kadar yapılan sınavlara yapılan en yüksek rakamdır.

ÖSYM, bu sınavı yapmak için salon başkanı ve gözetmen bulmada zorlandı. Görev almak için istekte bulunmayanlar bile görevlendirildi. Milli Eğitim Müdürlükleri ve sendikalar bile görevli bulmak için devreye kondu. Güç-bela görevliler ayarlandı.

Sınav 20 Kasım 2016 günü tüm yurtta yapıldı. Lise mezunu olan kişilerin kamuda bir görev almak için girdiği bu sınav kazasız-belasız atlatıldı. Birçok sınavda görev aldım bugüne kadar. Genelde müracaat ettiği halde sınava katılmayan olurdu. Bu sınavda ise salonda boşluk yoktu.

Sınavda heyecan doruktaydı. Sınav başlamadan önce elini açıp dua edenler, gürültü olursa rahatsız olmamak için cebinde pamuk getirip kulağına tıkayanlar, sınava başlarken besmele çekenler çoğunluktaydı. Sınav bitene kadar da çıkan adayın sayısı bir elin parmağını geçmedi. Adaylar ciddi bir şekilde sınava asıldı yani. Sınavdaki sessiz ortamı soğuk algınlığından burnunu çekenler bozuyordu zaman zaman. 11.30 sularında gelen ambulansın acı sesinden adayların haberi bile olmadı. Çünkü kendilerini sınava öyle vermişlerdi ki, yanlarında top atsan haberleri olmayacaktı. Hepsi zamanla yarışıyorlardı. Zira onlar için hayat-memat meselesiydi bu sınav. Gelen ambulans yan salondan rahatsızlanan bir aday için gelmişti. Rahatsızlığı ne idi bilmiyorum. Ya sınavın heyecan ve stresine dayanamadı, bayıldı. Ya da önceden var olan bir hastalığı nüksetti. Bilmiyorum. Sağlık görevlileri tekerlekli sandalye eşliğinde adayı götürdüler.

Koridordan dışarıya bir nazar ettim. Dışarıda ayakta bekleşen anne ve babalar azımsanmayacak kadar çoktu. İçerideki adaylara bir göz attım. Her yaştan bayan ve erkek var idi. Hani bizde bir tabir vardır: "yediden yetmişe" diye. Lise son sınıfta okuyandan emekliliği yaklaşan aday var idi salonda sınav olan. İlk gelen adayın kimliğine bakarken: "Emekliliğime bir yıl kaldı, son kez şansımı bir deneyeyim istedim" dedi bana. En önde oturan bayanın heyecanı ise görülmeye değerdi. Sınavdan önce kimseye aldırmadan açtı ellerini, etmedik dua bırakmadı neredeyse. Cebinde getirdiği pamuğu da gösterdi bize, "Kulağımı kapatabilir miyim" diye. Sınav bittiği zaman hala heyecanı yok olmamıştı. "Cevap kağıdıma bir bakabilir misiniz, ben de panik atak var, kodlamayı yanlış yapmış mıyım?" diye.

Sınav bitip evrakı teslim ettikten sonra evime gitmek için okuldan çıktığımda "Ben de panik atak var" diyen hanımefendinin; etrafına topladığı, tanımadığı bir kaç kişiye kendini anlatması dikkatimi çekti: "Benim 12 yaşımda çocuğum var..." diyordu. Kafamı kaldırıp baktım. Gözlerinden akan göz yaşı neredeyse boynuna kadar gelmişti bile. Otobüse binince yanımdaki, karşımdaki telefonla sınav sonucunu değerlendiriyordu: "Ömer Halisdemir'i yanlış yapmışım..." şeklinde. 15 Temmuz şehidimiz sınavlara da girmiş anlaşılan.

Kim bilir iki yılda bir girilen bu sınava adaylar ne hayallerle giriyorlar, kimi işini beğenmiyor, kimi de işsiz. Herkesin tek umudu sınava giren rakiplerinin önüne geçmek, onlardan iyi yapmak, kamuda bir iş bulabilmek, kamuya girmek. İnşallah hayalleri gerçekleşir. İşleri zor gerçekten. 3.5 milyon girenden devlet ne kadarını işe alacak, belli değil. Allah kimseyi işsizlikle imtihan etmesin, rızık endişesi yaşatmasın. Allah gönüllerine göre versin. Helalinden bir iş bulup, işini düzgün yapanlardan eylesin. 20/11/2016

19 Kasım 2016 Cumartesi

Gündemimiz TEOG sınavları *

23 ve 24 Kasım'da bir milyonu aşkın 8.sınıf öğrencimiz Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş olan TEOG sınavının ilkine girecek. Öğrenci, veli, öğretmen ve okul yönetimleri tüm hazırlıklarını yaptı. Günlerce bu sınav beklendi. Herkeste heyecan dorukta.

Herkesin derdi iyi bir puan almak. Öğrenci, hedeflediği puanı alırsa sevincine diyecek olmaz. Veli zaten dört köşe olur. Öğretmen ve okul yönetimleri, kaç öğrencimiz iyi diye bilinen Fen Liselerine,  Sosyal Bilimlere ve puanı yüksek Anadolu Liselerine gidebilecek, Bir önceki yıla göre başarı çıtasını yükseltebilecek miyiz? Dereceye girecek kaç öğrencimiz çıkacak? Net bazında geçen yıla göre durumumuz ne olacak? Hangi okulları geride bırakacağız?

Hiçbir hedefi olmayan, okuma gibi bir derdi olmayan öğrenciler ise "Ölmüş eşek kurttan mı korkar" modunda. Herkes bir yarış içinde iken onlarsa: "Okulun başarısını nasıl düşürebilirim? Sınıfın altını üstüne getirerek başarılı arkadaşlarımı nasıl aşağıya çekebilirim? Mademki okuma gibi bir sorunum yok. O zaman hayatı zindan edeyim; öğrencisine, öğretmenine, idarecisine ve anne ve babama. İleride okumadığım için zaten sıkıntı çekeceğim. Hiç olmazsa şimdi günümü gün edeyim" derdinde.

TEOG sınavlarında soru çıkmadığı için dersi ikinci plana itilen öğretmen ise, "Madem dersim hesaba katılmıyor, herkes can derdinde iken ben de koyun derdine düşeyim" diyerek sınav öncesi varlığını hissettirmeye çalışır... Sanki bu dersi öğretmen koymuş gibi öğrencisi, velisi öğretmeni nerede ise boğacak duruma geliyor. TEOG öncesi firmalar okulları ve öğretmenleri çapraz ateşe alarak soru bankası, konu anlatımlı veya çıkmış sorular satma derdine düşer.

I.TEOG biter, hemen II.TEOG'a hazırlanma başlar. Yaz dönemi ise okul tercihleri başlar. Hedeflediği okulları kazananlar sevinç ve mutluluk içerisinde 2-3 sene okuluna gider. Lise 3.sınıftan itibaren kazanmak için çaba sarf edilen okullardan Temel Liselere veya özel okullara bir kayma söz konusu olur. Okulundan ayrılmayan ise etüt veya kurs merkezlerinde soluğu alır. Çünkü isim yapmış bir üniversitenin iyi bölümüne girmek için başka çare yok. Güya dershaneler kapandı. Velinin cebinden para çıkmayacaktı. Yağmurdan kaçarken doluya tutulduğunu veli, özel okul veya temel liseye gidince anlıyor. Dünün dershanesine ödenen meblağın 4-5 katını ödemek zorunda kalıyor. Çünkü dershanesiz olmaz psikolojisinden ne velisi, ne öğrencisi kurtulabildi. İllaki para harcayacak. Çoğu, okulların ücretsiz açtığı kursu da beğenmez. Cebinden para çıkmayınca huzursuz oluyor nedense vatandaş.

Anlamakta zorlandığım bir başka husus ise veli; öğrencisini temel liseye, özel okula alacaksa niçin zamanında bu okula girmek için  o kadar çaba sarf etti? Kazanmak için gecesini gündüzüne katan öğrenci arkasına bakmadan  okulunu terk ediyor. Öğrencinin son sene temel lisede gösterdiği başarı ise temel veya özel lisenin hanesine yazılıyor. Milli Eğitime bağlı okullar ise kalbur altında kalan öğrencileriyle yarışta başarı göstermek için çaba sarf ediyor. Milli Eğitime bağlı resmi okulların hiç birinde kurum kültürü gelişmez, özel kurumlarla da yarışamaz.

Ne kadar öğrencinin okullardan ayrılıp YGS ve LYS için malum yerlere gideceği bilinemediği için Bakanlık okullar açıldıktan sonra norm güncellemesi yapıyor. Eğitim ve öğretim başladıktan bir ay sonra ise güncellenen norm bilgilerine göre atama işlemleri yürütmeye kalkıyor. İşin garibi herkes bir şey yapar görünüyor, bunun için çaba sarf ediyor. Fakat kimsenin ne yaptığını bildiğini sanmıyorum. Yanlışlık çok ama nereden düzeltileceğini bilenimiz de yok. Bir yeri düzeltmeye kalksak diğer taraftan bir gedik açılıyor.
Öğrenci, TEOG puan sonucuna göre resmi ve özel okul tercihi yaptıktan sonra kazandığı okulda okumaya devam etmelidir. Özel bir durum olmadığı müddetçe okul değişikliğine gidilmemelidir. 

TEOG sınavına giren öğrencilere ve en az onlar kadar aynı heyecanı yaşayacak olan anne ve babalara TEOG sınavlarında başarılar dilerim. 19/11/2016

* 23/11/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Karar Senin: Seç Beğen!

Dayak mı istiyorsun? Trafiği ihlal edeni uyar.
Komşunla kavga etmek mi istiyorsun? Gürültüsünden rahatsız olduğunu söyle.
Kaza mı yapmak istiyorsun? Dönel kavşaktaki yol hakkını kullan.
Birini dövmek mi istiyorsun? Gözünün üstünde kaşın var de.
Hazır yiyici bir evlat mı istiyorsun? Ona hiç sorumluluk verme.
Düşünmeyen bir nesil mi istiyorsun? Sınavları hep test yap, seçenekleri görsün.
Hayattan zevk almayan bir çocuğa mı sahip olmak istiyorsun? Sen hafta sonu tatilini dört gözle beklerken onu küçük yaşından itibaren hafta içi okul, hafta sonu dershaneye gönder, onun hiç boş zamanı olmasın, akşam sen TV izlerken o, ders çalışsın.
Sılayı rahmi kesmek mi istiyorsun? Dini bayramlarda iyi bir tatil yap.
Komşu ve akrabaların seni rahatsız etmesin mi? Onlarla gidip gelmeyi kes.
Egonu tatmin mi edeceksin? Yaptığın iyiliği hatırlat.
Çok mu şeffaf olmak istiyorsun? Her  yaptığını sosyal medyada paylaş.
Elindekinin kıymetini bilmek mi istiyorsun? Onu kaybetmeyi dene.
Doyumsuz bir çocuk mu istiyorsun? Onun bir dediğini iki etme.
Hatalarınla yüzleşmek istemiyor musun? Hatayı hep karşında ara, onu suçla ya da hep bir bahane bul.
Ederinden farklı mı yaşamak istiyorsun? Hemen kredi çek.
Eceline mi susadın? Hız limitine riayet etme.
Park parası vermek istemiyor musun? Aracını "Durmak ve park etmek yasak" levhasının yazılı olduğu yere park et.
Mahalle bakkalına mesafe mi koyacaksın? Ondan sadece ekmek alarak onu rahatsız et.
Vatandaşlık  görevini yapanları küstürmek mi istiyorsun? Hep kötülerin hakkını koru. Borcunu zamanında ödemeyenlere yapılandırma yap.
Yaptığının savunulmasını istemiyor musun? Yanında hak etmeyen  insanlara görev ver.
Adalet dağıtmak istemiyor musun? Kararı zamanında açıklama, ipe un ser.
Görev aldıktan sonra haftada 3-4 gün mü çalışmak istiyorsun? Üniversitede okurken hafta içi 1-2 gününü yönetim boşaltsın.
Ünlü, meşhur, makam sahibi iken eleştiri istemiyor musun? Seni eleştirecekleri hep besle. Eleştirenin de rızkı ile oyna ki diğerlerine ibret olsun.
Bulunduğun yeri başına buyruk mu yönetmek istiyorsun? Yazılı kurallara uyma. 
İnsanların seni rahmet ve hayırla anmasını mı istiyorsun? Alternatif yol açmayarak trafiği tıka.
Trafiğin tıkanmasını mı istiyorsun? Özel aracınla tek kişi gidip gelmeye devam et.
Bayramlarda yolların kan gölü olmasını mı istiyorsun? Bayram tatil süresini uzat.
Hep muhalefette mi kalmak istiyorsun? Kaç seçim geçerse geçsin asla yiğidini değiştirme.
Öğrencinin sevinmesini ve hayır duasını almak mı istiyorsun? Dersleri boş geçsin.
Bir yerde tutunmak  mı istiyorsun? Başkasının yanında hep altındakileri kötüle. Sen yeter ki burnundan kıl aldırma.
Eşinle bozuşmak mı istiyorsun? Eşinin ailesini eleştir.


Evet! Karar senin. Seç beğen! 19.11.2014