6 Şubat 2025 Perşembe

Suriyeliler de Dolandırılıyormuş!

Az önce bir esnafın yanına uğradım. Bir bardak çay içip az lafladık.

Ardımdan biri geldi. Gelen de benim gibi müşteri değildi.

Bu esnaf dükkanı, satışın yanında gelen gidenin uğrak yeri, aynı zamanda danışmanlık hizmeti de verir. İstenen kendisinde yoksa şuraya git, buraya git, falan yerde bulabilirsin gibi. Aynı zamanda dert yeri. Gelen derdini anlatır giden derdini anlatır. Maşallah arı gibi dükkan.

Benden sonra gelen de belli ki buraya gelip giden biri. Konuşmalarını dinledim.

Gelen belli ki bir süre işsiz kalan, bu süre zarfında sağa sola borç yapan biri. Bir vakıfta iş bulmuş. İlk maaşını almış. "Tümünü borçlara dağıttım şükür" dedi. "Başka eleman lazım olursa bir Suriyeli var. Az önce işçi bulmaya gönderdim. Haberim olsun. Beni ara" dedi esnaf. "Ama senin telefon yoktu değil mi? Sana uygun bir telefon ayarlayalım" dedi. "İş arayan Suriyeli kaç yaşında" dedi. 42 yaşında olduğunu duyunca, "Kolay iş bulur. Yalnız işçi bulmadan iş çıkmaz. En iyisi o arkadaşı eski SGK'nin yanında falan yer var. Oraya gönder. Orası birden bulur" dedi. Esnaf hemen o Suriyeliyi aradı. Yeri tarif etti. "Hemen oraya uğra" dedi.

Vakıf çalışanı ayrıldıktan sonra Suriyeli işsiz adamdan bahsetti esnaf.

"İngilizce öğretmeni imiş. İç karışıklıktan sonra buraya atmış kendini. Ne iş buldu ise çalışmış. Son bir yerde iş bulmuş. Falan bankadan hesap açtıracaksın demişler. Benim şu bankadan hesabım var dediyse de olmaz, o bankadan olacak demişler. Mecburen dedikleri özel banka şubesine giderek hesap açtırmış. Banka kendisine banka kartının yanında bir de kredi kartı vermiş. İstemem dediyse de kredi kartı zorunlu demiş banka çalışanı.

Çalıştığı bu işyeri iki hafta sonra çıkışını vermiş. Bankaya gidip kartları iptal ettirmek istemiş. Demişler müşteri hizmetlerini arayacaksın.

Aramış müşteri hizmetlerini. Kartı kapattırmak istediğini söylemiş. Müşteri hizmetlerindeki çalışan, niye kapatıyorsun, şöyle böyle derken Suriyeliden şunu söyle, bunu söyle, kart şifreni ver demiş. Suriyeli de çalışan ne istediyse söylemiş. Tamam kartın kapandı diye görüşme sonlanmış.

Suriyeli sonra bankaya niçin gitti ise sanırım banka kartını kapattırmak için gitmiş olmalı. Burasını es geçmişim.

Banka, senin kredi kartında borç görünüyor demiş. İyi de ben onu kapattırdım. Hiç alışveriş yapmadım demiş. Banka, harcama senin değilse polise git demiş.

Suriyeli, esnafın yanına gelmiş. Adamın kredi kartı hesabından iki defa alışveriş yapılmış İstanbul'daki bir kuyumcudan. Biri 15 bin, öbürü 20 bin olmak üzere 35 bin lira. Kredi kartının limiti de 120 bin liraya yükseltilmiş.

Esnaf tekrar bankaya göndermiş. Git bu harcama benim değil diye oradan bir form doldur, bu borcu da ödeme diye akıl vermiş. Formu doldurmuş. Polise de şikayetçi olmuş.

Suriyelinin başına bu geleni duyunca üzülmemek elde değil. Bu gidişat nereye bilmem. Dolandıran dolandırana.

Kendisini polis, asker, banka diye tanıtıp kandıranları duydum da müşteri hizmetlerinden birinin kandırdığını ilk defa duyuyorum. Daha ne ilkler duyacağım? Yaşarsam, tüm bu olup bitenleri hayret ve ibretle izleyeceğim.

İşin garibi dolandıranların hiç insafı yok. Bu adam işsiz mi, parası var mı demiyor. Yerli, yabancı, zengin, fakir demiyor. Vurup geçip gidiyor. Vah yazık vah!

Bir söz de Suriyeliye olsun. Be kardeşim! Okuyup İngilizce öğretmeni olmuşsun. Orada belki de öğretmenlik yaptın, belki yapamadın. İç karışıklıkta postu deldirmeyip bu ülkeye postu atmışsın. Burada Arapça ve İngilizcenin dışında Türkçe de öğrenmişsin. Ben öğretmenim demeyip ne iş buldunsa çalışmışsın. Hayatın her türlü cenderesinden geçmişsin ama bu kadar bilgi ve tecrübeye rağmen dolandırıcıları öğrenememişsin. Hoş biz de öğrenemedik insanların huzurunu kaçıran, insanların mutsuzluğu üzerine keyif çatan, insanı ayakta uyutan bu düzenbaz sahtekar dalaverecileri. Ne diyelim. Geçmiş olsun. 

Çay Ocaklarının Sevmediği Müşteri Tipleri

Çay ocaklarının sevmediği müşteri tipleri:
Çaya şeker atanı,
Demli çay isteyeni,
Bir bardak içtikten sonra çay ocağını söğüt gövdesi sanıp saatlerce oturanı,
Çayın olmamış diyeni,
Bu çay açık olmuş diyeni,
Bardak temiz değil diyeni,
Şu sobaya birkaç odun at diyeni,
Ben orucum diyeni,
Midemi üşütmüşüm. Çayın dışında ne var diyeni,
Çay ocağında olmayan bir içeceği isteyeni,
Çaycıda simit olduğu halde dışarıdan simit getireni,
Ödemeyi yaparken kaç çay içtiğini bilmeyeni,
Çaycı çay borcunu söyledikten sonra biz o kadar içmiş miydik ya diyeni, hayır biz şu kadar içmiştik diyeni,
Çay kaç lira idi diyeni,
Tek başına çay içeni,
Çaycı yanında iken çay istemeyip çaycı yan tarafa çay getirdikten sonra bir çay da bana diyeni,
Çay demli olmuş, şunu biraz açar mısın diyeni,
Çay biraz açık olmuş, şuna biraz dem çek diyeni,
Ne içersin dendiğinde, az sonra içeyim diyeni,
Ne içersin dendiğinde, az sonra arkadaşlar gelecek, o zaman diyeni,
Hangi çay kullanıyorsun? Şu çayı kullan diyeni,
Çay eskimiş veya çiğ diyeni,
Bir çayın ardından uzun süre çay içmeyene, çay ister misin dendiğinde, yok diyeni,
Tüm masaları tek müşterinin kapladığı müşterileri,
Biri erken davranıp çay parası verirken diğerinin arkadan gelip buradan al diyeni ya da birkaç kişi birden şuradan al, buradan al rekabetine girenini, bozuk parası olandan almaya kalkınca, al şunu boz diyeni,
Masayı kitli ve hoyratça kullananı,
Oturak ya da sandalyenin ön iki ayağını kaldırarak arka iki ayakla arkaya yaslananı,
Çaycı ocağı kapatıp gidecek, hala oturmaya devam edeni... 

4 Şubat 2025 Salı

Terörist mi İlan Edildin?

Terörist mi ilan edildin? Kurduğun örgüt terör örgütü kapsamına mı alındı?

Üzülme! Zira dünyanın sonu değil.

Yeter ki azmi elden bırakma. Mücadeleye devam et. Kınayanın kınamasına aldırma.

Varsın sana terörist desinler. Varsın senin örgütünü terör örgütü ilan etsinler. Varsın senin kellene ödül koysunlar. Çok da tın.

Pes etme. Zira gün ola harman ola.

Taktiği de elden bırakma.

Örgütünün adını bir daha bir daha değiştir. Örgütüm ve ben değiştim de. Onlar seni terörist ilan ettikçe yeni isimle duyur ismini ve örgütünü. Kılık kıyafetini, şekil ve şemailini de değiştir. Hatta adını da değiştir.

Sakın kellem gider diye üzülme. Dedim ya gün ola harman ola.

Unutma ki kellene ödül konması sana değer verildiği anlamına gelir. Çünkü kellene ne kadar yüksek ödül konursa bir o kadar değerin artar. Seni kolay kolay öldürmezler, öldürtmezler. Çünkü sen ve örgütünle herkesi korkutmaya devam ederler. Böylece şanın yürür.

Öyle bir zaman gelir ki sen ve örgütün terör görevini yaptıktan sonra sana yeni görev verirler.

Hiç ummadığın bir zamanda sana bir zalimin saltanatına son verdirirler ve kurtarıcı olursun. Yine şanın yürür.

Başına konan para kaldırılır.

Yeter mi? Yetmez. Cumhurbaşkanı bile yaparlar.

Örgütün terör kapsamından çıkarılmadan seni terörist ilan edenler, tükürdüklerini yalayarak seninle görüşme kuyruğuna girerler.

Ülke ziyaretleri yaparsın. Cumhurbaşkanı gibi karşılanırsın.

Umreye bile gidersin.

Nicelerinin dostu ve kardeşi olursun.

Hasılı senin için yükselmenin sınırı yoktur.

Bu demek değildir ki tüm terör başlarını cumhurbaşkanı yaparlar. Bil ki hepinizin ödülü farklı. Seni cumhurbaşkanı yaparlarken bir başkasını dört tarafı nazır güvenilir ve korunaklı bir adaya koyarlar. Yedikleri önünde, yemediği arkasında olur. Hasılı terörist başlarının ödülleri büyük olur. Çünkü büyük oynatmak büyük ödülü kapar.

Bu demek değildir ki her terörist böyle ödüllendirilir. Unutma! Baş teröristlerin başımız üstünde yeri vardır. Senin veya adı sanı duyulmamış terör örgütü peşinden gidenlerin veya terör örgütü üyesi ya da sempatizanı ilan edilenlerin canı cehenneme. Onlar için her türlü ceza azdır zira. Çünkü küçük teröristtir onlar. Aynı şekilde büyük çalanlar toplumda el üstünde tutulur ama küçük ve değersiz şeyi çalan küçük hırsızlar adi suçlu muamelesi görür.

Kapının Önüne Koymak Çözüm mü?

İnsan olup da hata yapmayanı yoktur. Çünkü insan nisyan ile maluldür.

İlk insan Hz Adem de eşiyle birlikte hata işleyenlerden. Halbuki "Sakın şu ağaca yaklaşma" denmişti. Bu emre rağmen Hz Adem ve eşi söz dinlemeyip ağaca yaklaştı. Çünkü şeytanın, "Eğer bu ağaca yaklaşırsanız ölümsüz olacaksınız" iğvasına nefisleri yenik düşmüştü.

Ölümsüzlük vaadinde bulunarak İblis insanı en zayıf noktasından vurmuştu. Çünkü her bir insan bu dünya ne kadar sıkıntılı olsa da ölmeyi istemez.

Biz Adem ve eşi hata yaptı desek de verilen yasak emrini dinlemeyerek Allah'a isyan bayrağını açmışlardı.

Sonuçta Adem ve Havva hata ve isyanlarını devam ettirmez. "Bizim ne suçumuz vardı. Bizi şeytan kandırdı. Şeytanın yanımızda ne işi vardı" gibi mazeret öne sürmeden tövbe ederek pişmanlıklarını ifade ederler.

Allah da "Ben size yaklaşmayın demedim mi? Çekin cezanızı. Asla affetmem. Bittin sen Adem" demiyor. İkilinin tövbesini kabul ediyor. Onları affetmekle kalmıyor. Hz Adem'i peygamber olarak seçiyor. Ona insanları düzelt görevi veriyor.

Yine Kur'an'da Fatır süresi son ayet mealinde, "...yapıp ettikleri yüzünden Allah cezalandırsaydı, Allah yer üstünde hiçbir canlı bırakmazdı..." denmektedir.

Yine hadis olarak "99 kişiyi öldüren bir kişinin duyduğu pişmanlık sonucu bir daha adam öldürmemek için bulunduğu muhiti terk etmesi sayesinde kurtulduğu" anlatılır.

Yine hutbelerde de okunan bir hadis meali şöyle: "Günahından tövbe eden hiç günah işlememiş gibidir".

Kısaca insan hata ve yanlış yapar. Zira hatasız kul olmaz. Önemli olan aynı hata ve yanlışı tekrarlamamak.

Yine insan için tövbe kapısı ölünceye kadar açıktır.

Hata ve yanlış yapanlara karşı bizim tavrımız nasıldır?

Teamül hale gelmiş bir tavrımızın olmadığını söyleyebilirim. Kısaca adamına göre muamele yapılıyor.

Mesela bazı kişilerin hata ve yanlışı arşı âlâya yükseldiği halde görmüyoruz, görmezden geliyoruz.

Önce terörist diyoruz, örgütünün terör örgütü ilan ediyoruz. Başına ödül koyuyoruz. Sonra bir bakmışsın bu kişi, Suriye’nin Cumhurbaşkanı oluyor ya da yapılıyor. Başına konan ödül kaldırılıyor. Terör örgütü listesinden çıkarılmadığı halde örgütünü terör listesine alan devletler tarafından görüşmeler yapılıyor.

Kırk bin kişinin ölümünden sorumlu tuttuğumuz, yakalandıktan sonra ağırlaştırılmış müebbede mahkum ettiğimiz ve terörist başı dediğimiz kişiyi dışarıya çıkarmanın yollarını arıyoruz.

Cezaevi mahkumlarını kader kurbanı deyip çıkardığımız infaz yasası ile ya ceza indirimine gidiyoruz ya da genel afla salıyoruz.

Hata ve yanlış yapıp da herkes böyle şanslı değil. Kimini içeride tutmaya devam ediyoruz kimini içeri atmanın yollarını arıyoruz.

Yargı yüzü görmeden KHK ile kamudaki görevinden el çektiriyoruz. Yine yargı yüzü görmeden komisyon kararıyla görevine son veriyoruz. Son vermekle kalmıyoruz. Bir süre özel sektörde çalışmasının önüne mani çıkarıyoruz.

KHK ve komisyon kararıyla görevine son vermek için gerekirse geriye dönük suç ihdas ediyoruz. Zamanında suç kabul edilmeyen hareket ve tavırları suç kabul ediyoruz.

Kurtarmak istediğimizi at izi, it izine karıştı deyip kurtarıyoruz. Kurtarmak istemediklerimize ise direniyoruz.

Daha çocuk diyebileceğimiz, okulu yeni bitirmiş, daha sorumluluk almamış genç askerleri emre uyumadılar diye kapının önüne koyuyoruz.

Kısaca kişi pişman mı, değil mi, bu yanlışı bir daha yapar mı bakmıyoruz. Bu kadar ceza kafi demiyoruz. Sen bunu yaptın, asla affetmem deyip kestirip atıyoruz. Kimseyi kazanmak istemiyoruz.

Allah bile tövbe kapısı ile insanı yaşatmaya ve iyi olmaya sevk ederken bu kullarına ne oluyor böyle? Allah her suç işleyen canlıyı öldürmediği halde biz niye insanımızı ölmekten beter yapıyoruz?

Diyelim ki güç bizde. Biz istediğimizi yaparız. Peki, korku dağları oluşturarak, insanları ölmekten beter yapmak ve kamudan ihraç etmek çözüm mü? Niçin bu hata ve yanlış yapanları kazanmaya çalışmıyoruz? Sahi attıklarımız, cezalandırdıklarımız, terör örgütü üyesi diye yaftaladıklarımız, Öcalan’dan ve bugün Cumhurbaşkanı ve Suriye’nin kurtarıcısı muamelesi gören el Şara’dan daha mı kötüler? Kötülerse, canları cehenneme! Ya değillerse... Unutmayalım ki her kişi ikinci bir şansı hak eder.

Çay Parası

Bakanlık müfettişleri rehberlik ve denetim, inceleme ve soruşturma için gruplar halinde tüm Türkiye’ye dağılırlar.

Ankara’dan bölgelerine gittikleri zaman okulları denetlerler. Bu denetimleri de iki, üç hafta falan sürer.

Konya’nın bir ilçesinin büyük bir beldesindeki endüstri meslek lisesine de denetim için bakanlık müfettişleri gelir.

Müfettişler çalışma odası olarak okul müdürünün odasını kullanırlar.

İncelenecek evrakları okul müdüründen isterler.

Okul müdürü, çay, kahve ne içersiniz diye sorar.

Derler ki “bizim prensibimizdir. Biz teftişe gittiğimiz kurumdan yemeyiz, içmeyiz”.

“Siz bilirsiniz” der okul müdürü.

Onlar hummalı bir şekilde çalışırken, okul müdürü ara sıra hizmetlisinden çay ister ve yanlarında içer.

Bir böyle iki böyle. Müdür içiyor ama kendileri çay içmiyor. Çünkü prensipleri bu.

Yalnız bu okuldaki teftiş bir hafta sürecek. Beş gün boyunca çaysız ne yapacaklar?

İçlerinden bir tanesi, “Müdür bey, çayı kendi başına içiyor. Bize söylemiyor” diyerek okul müdürüne laf dokundurur.

Müdür de “Efendim, içmeyiz dediniz. Bu durumda ne yapabilirim, siz söyleyin” şeklinde cevap verir.

“Çay içeriz ama parasını vermek şartıyla” derler.

Okul müdürü de tamam der. Çaylarını söyler. Çayları getiren hizmetliye, “Gidinceye kadar müfettişler istedikçe çay getireceksin. Kaç çay içtiklerini yazacaksın. Giderken içtikleri çayın parasını verecekler. Tamam mı” diye tembihler.

Bu tembihi koridora çıkıp tekrar söyler. Çünkü anlattığına göre hizmetlisinin kafası biraz kalınmış. Bir lafı hadi deyince birden anlamazmış.

Müfettişler denetimi bitirip öğretmenlerle toplantı yaparlar.

Ardından ayrılmak için bahçeye inerler. Okul müdürü de uğurlamak için onlara refakat eder.

Müfettişler arabaya binip tam giderlerken, müfettişlere çay getiren hizmetli, durun diye bağırır ve koşarak yanlarına gelir.

Hizmetlinin koşarak geldiğini gören müfettişler bekler.

Hizmetli, “Hani siz çay parasını vereceğidiniz. Vermeden nere gidiyoruz? Şu kadar çay borcunuz var” der.

Hizmetlinin bu yaptığına hepsi hem güler hem şaşırır. Başmüfettiş hiç bozuntuya vermeden, “Müdür bey, bu hizmetlinin kıymetini bil” der ve çay borçlarını kuruşu kuruşuna ödeyip ayrılırlar.

3 Şubat 2025 Pazartesi

Etkisiz ve Yetkisiz Belediyecilik

Belde demeye bin şahit köyden bozma ilçelerimiz var. Hem nüfus hem de ekonomik yönden gelişip şehir havasına bürüneceği yerde hem nüfus hem de gelişme yönünden gerisin geriye giden ya da yerinde sayan bu ilçeler 90'lı yıllar siyasetinin bir eseri.

O günün iktidar ve muhalefeti birkaç seçmenin oyunu devşirmek için verin bize oyunuzu. Köyünüzü belde, belgenizi ilçe yapalım dedi. Her seçmen bu seçim yatırımını yemese de yiyen seçmen de az değildi. Ne de olsa şehir olacaklardı.

Sonuçta köyler belde, beldeler ilçe, ilçeler il yapıldı.

Ne olur belde, ilçe, il yapıldıysa demeyin. Çoğu hak etmediği halde yerleşim statüsü değişince devlet oraya il ve eski ilçelerde hangi devlet kurumu varsa hepsini getirdi. Bunun için bol bol resmi daire binaları yaptı. Buralara kaymakam/vali atadı. Hepsine adliye ve askeriye götürüldü.

Sonradan adliye binaları geri çekildi.

Kısaca belde ve ilçe yapılan çoğu yerleşim yerleri, beklenen gelişmeyi gösteremediği gibi bu yerleşim yerlerinin beslediği eski ilçeler de gerisin geri gitti.

Kısaca siyasilerin bu gereksiz seçim yatırımları devlete yük ve maddi külfet dışında bir şey getirmedi.

Büyükşehir yasası ile birlikte belde olan yerlerin belediyelikleri düşürüldü. Bu isabetli karar nedense küçük ve gelişme istidadı göstermeyen ilçelere uygulanmadı.

Büyükşehir yasası ile birlikte küçük ilçelerin kaymakam ve belediye başkanı ile temsil dışında başka bir misyonu yok. Çünkü hizmetlerin kahir ekseriyeti büyükşehirlerin yetki ve sorumluluğuna verildi. Altyapı, su, ulaşım, imar, mezarlıklar, yollar, itfaiye vs. bütün hizmetler büyükşehrin uhdesinde. Bildiğim kadarıyla ilçe belediyeleri temizlik ve çöp işlerini yerine getiriyor.

Doğru dürüst bütçesi, teknik elemanı, imkanı olmayan belediye başkanları adeta yetkisiz ve sorumsuz belediye hizmeti ifa ediyor. İşsizlikten sıkılan belediye başkanları da kendilerine iş buluyor ki aldığı maaşın ve temsil görevinin hakkını versin.

İlçede pazar varsa pazarın olduğunun sabahı belediye anonsundan bereketli kazançlar duası yaptırıyorlar.

Makam arabasıyla yanında zabıtasıyla birlikte pazarı ziyaret ederek esnafla tokalaşıp işler nasıl diye hal hatır soruyorlar.

Her cumayı ayrı bir mahallede kılarak namaz sonrası cami cemaatiyle tek tek tokalaşıyor. Nasılsınız, iyi misiniz hemşerilerim? Var mı bir isteğiniz diyor. Mahalleli de bir istekte bulunursa, inan, o işe büyükşehir bakıyor. Ben bunu büyükşehre ileteyim diyor. Mahalleli ile bir evde, varsa kahvehanede çayını içip geri makamına dönüyor.

Pazar ve cuma değilse ilçenin parkı varsa parka giderek hemşerileriyle çay eşliğinde muhabbet yapıyorlar. Birden fazla park varsa ertesi gün de diğer parka gidiyorlar.

Hangi mahallede düğün varsa hepsine tek tek gidip hediyesini veriyorlar ve hayırlı olsun temennilerini iletiyorlar. Düğün sahibi de koskoca belediye başkanı düğününe teşrif etmiş deyip hizmette kusur etmiyor. Onun için mükellef bir sofra hazırlıyor. Düğünü bırakıp başkanın etrafında fırfır dönüyor.

Tüm bu hizmetler görülüp takdir edilsin diye bir sosyal medya hesabı açıyorlar. Gezip dolaştığı, tokalaştığı kişilerin görüntülerini sosyal medyada paylaşıyorlar.

Haklarını yemeyelim, sosyal medyayı çok iyi kullanıyorlar.

Buradan cenaze haberlerini de yayımlıyorlar.

Büyükşehir, özel idare, valilik, bakanlık her ne göndermiş, ilçesine her ne yapmışsa bunu da sosyal medyadan vermek suretiyle teşekkür belediyeciliği yapıyorlar.

Hasılı etkisiz, yetkisiz ve de sorumsuz belediyeciliği çok iyi temsil ediyorlar. Hizmetleri say say bitmez. Yokluklarında o küçük ilçe halkı ne yapardı bir düşünün.

İtaat ve Biat Kültürü *

Bulunduğu coğrafya ve kıtaya bakmaksızın dünyayı Doğu ve Batı diye ikiye ayırmak lazım. Kurumsallaşmış ve her yönüyle gelişmiş, muasır medeniyet seviyesine ulaşmış ülkeleri Batı, kurumsallaşmamış, gelişmemiş, çağın gerisinde kalmış ülkeleri Doğu olarak görmek mümkün.

Çin ve Rusya gibi ülkeleri ne Batılı ne de Doğulu görmek mümkün. Bu gibi ülkeleri gelişmiş ve süper güç olma yönüyle Batılı, demokratik olmama yönüyle Doğulu görebiliriz.

İstisnalar kaideyi bozmamakla beraber eğer bir ülke bir alanda gelişme göstermişse o ülkeler her alanda gelişmiş, gelişmeye paralel olarak devlet kurumları da gelişmiştir. Bir kurum kültürü ve devlet yönetim anlayışı oluşmuştur. Bu gibi ülkelerde devletin görevi ve yapacakları bellidir, vatandaşın da görevi ve yapacakları bellidir. Devlet yönetimi kişilere göre değişmez, vatandaşın hakları da kişiler yönetimine göre değişmez. Bu gibi ülkeleri Batı liginde görmek mümkün.

Ekonomik yönden gelişmemiş, gelir gider dengesini kuramamış, üretim ve marka değerler ortaya koyamamış ülkelerde ise gelişme ve değişim söz konusu olmaz. Bu ülkeler kurumsallaşmamış, yönetim kültürü oturmamış ülkelerdir. Bu tip ülkelerden bazılarına gelişmekte olan ülkeler denmek suretiyle o ülkelerin ağzına bir parmak bal çalınmıştır. Bu ülkeler okul puanıyla kırktan yukarıya çıkamayan ülkeler. Geri kalmış olanları ise 20-30 puanda kalan ülkeler. Gelişmekte dense de geri kalmış dense de bu ülkeler puan yönünden geçer not olan elli puanın altında olan ülkelerdir.

Bu iki dünyayı kıyaslama gibi niyetim yok. Şu var ki aynı dünyada iki ayrı dünyalı bunlar dense yeridir. Bu derece büyük uçurumun olmasının temelinde vatandaşlık olgusunun yattığını düşünüyorum.

Doğu toplumunda itaat ve biat kültürü hakimken Batı'da itiraz eden, eleştiren, yeri geldiğinde kolektif protesto eden, soran ve sorgulayan bir halk hakim.

İtaat ve biat kültürünün hakim olduğu toplumda itiraz ve eleştiri yok denecek kadar azdır. Hak arama mücadelesi olmaz. Demokratik tepki gösterilmez. Halk yöneticilere hesap sormaz. Aksine ülke yıkılsa bile bu niçin böyle oldu demez. Homurdanır, yine konuşmaz. Yöneticilere karşı boynu kıldan incedir. Çünkü sesini çıkardığı zaman başına ne geleceğini iyi bilir.

İtaat ve biat kültürüyle yetişen kişiler temkinli olayım, ne olur ne olmaz diyerek yasak olmayan şeyleri de kendine yasaklar.

Toplum olarak üç maymuna, körler ve sağırlara oynamaya devam ettiği için yönetenler rahat bir nefes alır. Hesap vermedikleri gibi hesap sorarlar.

İtaat ve biat kültürünün hakim olmasında acaba şu sözler etkili olmuş olabilir mi? Mesela, "Nasılsanız öyle idare olunursunuz" sözünden hareketle, yönetici kötü olduğu zaman biz kötüyüz ki seçtiğimiz de kötü olabiliyor. Bu durumda yöneticinin suçu yok. Suç bizde denebilir. Halbuki bu sözü "Nasıllarsa öyle idare oluruz" şeklinde anlamak lazım.

Bir diğeri de "Ey iman edenler Allah'a itaat ediniz, peygambere itaat ediniz ve sizden olan emir sahiplerine itaat ediniz..." ayetinin eğer yönetici Müslümansa her ne yaparsa daima itaat edilmesi gerekir şeklinde anlaşılması da olabilir. Halbuki yöneticinin doğru yaptığını onaylama ve tasvip etmek gerekirken, yanlışını ise reddetme şeklinde anlamak lazım.

Sebep her ne olursa olsun, eleştiri kültürü yerleşmiş toplumlar aya çıkarken itaat ve biat kültürü ile yaşayanlar ise daima yaya kalmaya mahkumdur.

*07.02.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.