Ana içeriğe atla

Kapının Önüne Koymak Çözüm mü?

İnsan olup da hata yapmayanı yoktur. Çünkü insan nisyan ile maluldür.

İlk insan Hz Adem de eşiyle birlikte hata işleyenlerden. Halbuki "Sakın şu ağaca yaklaşma" denmişti. Bu emre rağmen Hz Adem ve eşi söz dinlemeyip ağaca yaklaştı. Çünkü şeytanın, "Eğer bu ağaca yaklaşırsanız ölümsüz olacaksınız" iğvasına nefisleri yenik düşmüştü.

Ölümsüzlük vaadinde bulunarak İblis insanı en zayıf noktasından vurmuştu. Çünkü her bir insan bu dünya ne kadar sıkıntılı olsa da ölmeyi istemez.

Biz Adem ve eşi hata yaptı desek de verilen yasak emrini dinlemeyerek Allah'a isyan bayrağını açmışlardı.

Sonuçta Adem ve Havva hata ve isyanlarını devam ettirmez. "Bizim ne suçumuz vardı. Bizi şeytan kandırdı. Şeytanın yanımızda ne işi vardı" gibi mazeret öne sürmeden tövbe ederek pişmanlıklarını ifade ederler.

Allah da "Ben size yaklaşmayın demedim mi? Çekin cezanızı. Asla affetmem. Bittin sen Adem" demiyor. İkilinin tövbesini kabul ediyor. Onları affetmekle kalmıyor. Hz Adem'i peygamber olarak seçiyor. Ona insanları düzelt görevi veriyor.

Yine Kur'an'da Fatır süresi son ayet mealinde, "...yapıp ettikleri yüzünden Allah cezalandırsaydı, Allah yer üstünde hiçbir canlı bırakmazdı..." denmektedir.

Yine hadis olarak "99 kişiyi öldüren bir kişinin duyduğu pişmanlık sonucu bir daha adam öldürmemek için bulunduğu muhiti terk etmesi sayesinde kurtulduğu" anlatılır.

Yine hutbelerde de okunan bir hadis meali şöyle: "Günahından tövbe eden hiç günah işlememiş gibidir".

Kısaca insan hata ve yanlış yapar. Zira hatasız kul olmaz. Önemli olan aynı hata ve yanlışı tekrarlamamak.

Yine insan için tövbe kapısı ölünceye kadar açıktır.

Hata ve yanlış yapanlara karşı bizim tavrımız nasıldır?

Teamül hale gelmiş bir tavrımızın olmadığını söyleyebilirim. Kısaca adamına göre muamele yapılıyor.

Mesela bazı kişilerin hata ve yanlışı arşı âlâya yükseldiği halde görmüyoruz, görmezden geliyoruz.

Önce terörist diyoruz, örgütünün terör örgütü ilan ediyoruz. Başına ödül koyuyoruz. Sonra bir bakmışsın bu kişi, Suriye’nin Cumhurbaşkanı oluyor ya da yapılıyor. Başına konan ödül kaldırılıyor. Terör örgütü listesinden çıkarılmadığı halde örgütünü terör listesine alan devletler tarafından görüşmeler yapılıyor.

Kırk bin kişinin ölümünden sorumlu tuttuğumuz, yakalandıktan sonra ağırlaştırılmış müebbede mahkum ettiğimiz ve terörist başı dediğimiz kişiyi dışarıya çıkarmanın yollarını arıyoruz.

Cezaevi mahkumlarını kader kurbanı deyip çıkardığımız infaz yasası ile ya ceza indirimine gidiyoruz ya da genel afla salıyoruz.

Hata ve yanlış yapıp da herkes böyle şanslı değil. Kimini içeride tutmaya devam ediyoruz kimini içeri atmanın yollarını arıyoruz.

Yargı yüzü görmeden KHK ile kamudaki görevinden el çektiriyoruz. Yine yargı yüzü görmeden komisyon kararıyla görevine son veriyoruz. Son vermekle kalmıyoruz. Bir süre özel sektörde çalışmasının önüne mani çıkarıyoruz.

KHK ve komisyon kararıyla görevine son vermek için gerekirse geriye dönük suç ihdas ediyoruz. Zamanında suç kabul edilmeyen hareket ve tavırları suç kabul ediyoruz.

Kurtarmak istediğimizi at izi, it izine karıştı deyip kurtarıyoruz. Kurtarmak istemediklerimize ise direniyoruz.

Daha çocuk diyebileceğimiz, okulu yeni bitirmiş, daha sorumluluk almamış genç askerleri emre uyumadılar diye kapının önüne koyuyoruz.

Kısaca kişi pişman mı, değil mi, bu yanlışı bir daha yapar mı bakmıyoruz. Bu kadar ceza kafi demiyoruz. Sen bunu yaptın, asla affetmem deyip kestirip atıyoruz. Kimseyi kazanmak istemiyoruz.

Allah bile tövbe kapısı ile insanı yaşatmaya ve iyi olmaya sevk ederken bu kullarına ne oluyor böyle? Allah her suç işleyen canlıyı öldürmediği halde biz niye insanımızı ölmekten beter yapıyoruz?

Diyelim ki güç bizde. Biz istediğimizi yaparız. Peki, korku dağları oluşturarak, insanları ölmekten beter yapmak ve kamudan ihraç etmek çözüm mü? Niçin bu hata ve yanlış yapanları kazanmaya çalışmıyoruz? Sahi attıklarımız, cezalandırdıklarımız, terör örgütü üyesi diye yaftaladıklarımız, Öcalan’dan ve bugün Cumhurbaşkanı ve Suriye’nin kurtarıcısı muamelesi gören el Şara’dan daha mı kötüler? Kötülerse, canları cehenneme! Ya değillerse... Unutmayalım ki her kişi ikinci bir şansı hak eder.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda...

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam ...

Sami Hoca

Sami YÜCE İçi nasıldı bilmem ama dışa karşı şen şakrak biri idi.  Bulunduğu ortamlarda insanları güldürmeyi becerirdi. Şaka yapar, şakadan da anlardı. Çağın yaşatan Nasrettin hocasıydı.  Girdiği ortama çabuk intibak sağlar, insanlarla hemen iletişim kurardı.  Uzaktakileri belirli periyotlarla telefonla arayarak hal hatır sorardı.  İnsan canlısı biri idi. Herkesin derdi ile dertlenirdi.  Büyükle büyük, küçükle küçüktü.  Eli açık biriydi. Yedirmekten, izzet ve ikramdan kaçınmazdı. Dinlendik, Avcıtepe, Habiller, Güneysınır İlçe Müftülüğünde, Güneybağ ve Mevlana Mahallesindeki camilerde görev yaptı.  Görevine sadık biri idi. Mesaisi namaz vaktinden namaz vaktine değildi. Namaz harici bile camideydi. Görev yaptığı camileri tertemiz tutar, camlarına varıncaya kadar caminin temizliğini yapardı.  Paraya önem vermediğinden midir para yönünden yüzü pek gülmedi. Paraya ihtiyacı olduğunda kredisi vardı. Kimden borç istese eli boş dönmezdi. Şu gün vereceğim de...