11 Ocak 2025 Cumartesi

Kahyanın Çiftlikteki Payı

Hem maddi değeri hem stratejik önemi dolayısıyla kıymetli bir çiftlik var.
Bu çiftliğin sahibi olmak için çok kişi mücadele eder.
Para ve gücü elinde bulunduranlar, aralarında anlaşamadıkları için çiftliğin mevcut sahibini uzun süre yerinde tutarlar.
Ne zaman ki gücü elinde tutanlar aralarında anlaşır. Çiftliğin eski sahibine yol verirler.
Belli ki çiftliğin yeni bir sahibi olmuştur.
Şu var ki çiftliğin yeni sahibi kimse, orta yerde görünmüyor. Çiftlik benim demiyor.
İyi de bu çiftlik kimin o zaman? Koskoca çiftlik sahipsiz duracak değil ya. Çünkü tabiat boşluk kabul etmez.
Belli ki çiftliğin yeni sahibi orta yerde görünmeye niyeti yok. Yerine, kendisine vekalet edecek bir kahya ayarlar. Git çiftliğime. Dediğim ve istediğim şekilde tasarrufta bulun. Çiftliğimi işlet. Senden istediğim, çiftliğin asıl sahibinin ben olduğumu kimse bilmeyecek. Herkes çiftlik senin bilecek. Herkese bu çiftlik benim de. Dünya alem duysun bunu. Herkes etin ne, budun ne? Nasıl olur da sen bu çiftliğin sahibi olursun diyerek şaşıracak. Sen de benim gücümü küçümsemeyin. Ben eski güçsüz değilim. Gücüme güç kattım. İşte bu çiftlik de bunun örneği de.
Herkes böyle bilsin. Sen çiftliğe git gel. Orta yerde çok görün. İkili görüşmeler yap. Etkili ve yetkili kişi gibi davran. Toplantılara katıl. Yapılan anlaşmaları benim adıma sen imzala. Bil ki benim vekilimsin. Benim adıma vekalet mücadelesi vereceksin. Vekil olarak ben asılın işini yaparken buranın benim olduğumu kimse anlamaz. Çünkü ticari sır diye bir şey var.
Burada benim görevim ne dersen, bil ki sen bu çiftliğin kahyasısın. Kahyalığı küçümseme. Ben yokken o çiftliğin işleyişinden, gidişatından sen sorumlusun. İşçi ve eleman alımında tek yetkilisin. Benim planlarım çerçevesinde sen o çiftliği yöneteceksin. Sen yönetici görüneceksin. Emir ve talimat benden gelecek. Sen emrimi yerine getireceksin. Ama herkes bu emri sen verdin sanacak. Karşılığında seni ihya ederim. Karşılığını fazlasıyla vereceğim gibi ağzına da bir parmak bal çalacağım. Yeter ki adıma vereceğin vekalet savaşını çok iyi yap. Kendini hiç belli etme. Kimse bunun farkına varmasın. Ne kadar iyi rol yaparsan o kadar ikna edici olursun. İyi rol yaparsan seni imkanlara boğarım.
*
Ne derece doğru bilmem. Zaman zaman ülkenin değişik vilayetlerinde, uçsuz bucaksız ekilen ve dikilen araziler el değiştirir. Halk arasında bu kıymetli toprağı yabancılar aldı şeklinde konuşulsa da toprağın asıl sahibinin kim olduğu o bölge insanı tarafından ve kimse tarafından bilinemez.
Bu verimli arazi boş mu duruyor? Hayır, biri tarafından ekilip dikiliyor. Kim ekip dikiyor? Asıl sahibinin adına bir ekip diken oluyor. Çevre halkı bu adı sanı duyulmamış kimsenin toprak ağası olduğuna pek inanmasa da toprakla ilgilenen, çekip çeviren bu olduğunu bilir. Arazinin kimin olduğu tapuda yazılı ise de ticari sır gereği asıl sahibini kimse öğrenemez.
Hasılı bu dünyanın işleri o kadar girift ki çözemezsin. Kimin eli kimin cebinde bilemezsin. Herkes daha doğrusu parayı ve gücü elinde bulunduranlar, hiç başı ağrımadan işlerini vekalet yoluyla götürüyor. Ne taş atıp eli ağrıyor ne de vücut ve kafasını yoruyor. İşleri figürler eliyle yürüyor.
Burada figürün en büyük kazancı, burası benim havasını atması. Bu arada havan batsın demeyin. Unutmayın ki hava atmanın zevki ve keyfi bir başka. Bunu en iyi başkaları adına vekalet savaşı verenler, başkasının kahyalığını yapanlar bilir.

Hizmette Sınır Tanımayan Süpürge Servisi

Ev süpürgeniz bozuldu. Hangisini alayım, şunu mu bunu mu derken, en iyisini alayım, bir daha başım ağrımasın diyorsun.

Öyle bir süpürge ki hem yıkaması hem süpürmesi hem servisi mükemmel olmalı. Böylesini aldın mı, ömürlük olacak. Kullan kullan eskimeyecek.

Belki de torunlarına miras kalacak. Çünkü o derece sağlam. Hem motoru güçlü hem görüntüsü güzel hem de kullanımı kolay olacak. Evi de tertemiz yapacak.

Halının üzerinde ne kadar tüy varsa yüzünü sakal tıraşı etmiş gibi hepsini alacak. Evde toz namına bir şey kalmayacak.

Sorup soruşturup böyle bir süpürge olduğunu dost bildiklerinden öğreniyorsun. Tek eksiği biraz değil, baya pahalıymış. Hem işimizi görsün, vırt zırt arızalanmasın hem de evladiyelik olsun da varsın pahalı olsun diyorsun.

Firmanın ismini öğrenip yerlerine gidiyorsun. Sizin şöyle bir makineniz varmış. Satın almaya geldim. Ödemeyi yapayım, eve getirin diyorsun.

Satarız satmasına da biz bu süpürgenin tanıtımını yapmadan satmayız. Evinize gelip ev halkına tanıtım yapacağız diyorlar.

Kardeşim, tanıtıma gerek yok. Müşteri ayağınıza gelmiş. Ayrıca tanıtım için yorulmayın diyorsun. Ne mümkün. Nuh diyorlar ama peygamber demiyorlar. Prensipleriymiş tanıtmak.

İyi tamam. Akşam gelin tanıtımı yapın. Gelirken de hem süpürgeyi hem de ödemeyi yapmak için post cihazınızı getirin diyorsun.

Bir saatte anlaşıyoruz.

Gelmeden önce tekrar arıyorlar. Evin tüm fertleri tanıtımda olacak. Komşuları da çağıracakmışım.

Ev halkı neyse de komşular ne alaka.

Komşuları pek tanımıyorum. Evde kaç kişi varsak, onlara tanıtımı yaparsınız diyorsun.

Geliyorlar. Eşim ve ben tanıtım için hazırız. Çocuk yok mu, onlar da gelsin diyor. Kardeş, çocuğun sınavı var. Ders çalışıyor diyorsun. Ne mümkün. Gel oğlum şuraya. Bulduk başımıza belayı diyorsun.

Işığı döndürüp bir lamba yakıyor. Havada uçuşan tozları gösteriyor. İşte bunlar olmayacak bu süpürgeyi kullanınca gibi şeyler anlattı da anlattı.

Tamam, çok beğendim. Hemen ödemeyi yapalım diyorsun. İnceden inceye süpürgenin özelliklerini anlatmaya devam etti. Sabır Ramazan derken nihayet nihayete erdirdi. Ödemeyi o günün parasıyla yüz lira fazla çekip fazla çektiği parayı bana nakit verdi. Sebebi hikmeti ne ise.

Pahalı ama süpürge tüm dertlerimizi bitirecek. Ödemeyi nasılsa taksit taksit ödeyeceğiz. Haliyle bir sevinç bir mutluluk.

Süpürgeyi deneyince hah şöyle, süpürge dediğin böyle olmalı dönütü alınca sevincin katlanıyor.

Süpürge iyi olmaya iyi. Yalnız kokusu sonra çıkıyormuş. Meğerse süpürgenin yıllık bakımı gerekiyormuş. Garantisi kaç yıllıksa, yılı dolar dolmaz, arıyorlar. Süpürgeyi götürüp bakımını yapıp geri getiriyorlar.

Buraya kadar iyi.

Firma hizmette sınır tanımıyor. Garantisi bittikten sonra da aramaya devam ediyor. “Efendim, normalde servis ücreti şu kadar. Kampanya var. Bu kadar. Yarın ekiplerimiz sizin mahalleye gelecekler. Süpürgeyi alıp üç gün içinde teslim edecekler. Parça değişmesi gerekiyorsa, ilaveten parça parası alıyoruz. Yarın gelsinler mi telefonu açılıyor.

Müsait değiliz yarın diyorsun. Hangi gün müsait olursunuz diyorlar. Efendim, bugünlerde müsait değiliz. Evde olmayacağız diyorsun. “Efendim, komşuya bırakın, biz oradan alalım” diyorlar. Görüyorsunuz değil mi hizmeti. Baba oğluna, oğlan babaya yapmaz bu hizmeti.

Sonunda bu sene kalsın, süpürgenin bir sıkıntı yok diyorsun. Bu seneyi atlatıyorsun ama Allah’ın yılı mı biter. Bu yıl biter, yeni bir yıl gelir.

Dün aradılar yine. Açmadım. Bugün tekrar aradılar. Meğerse bizim süpürgenin 2021 yılından beri bakımı yapılmıyormuş. Filtresi yıllık değişmeliymiş.

İnanın, süpürgeyi ne zaman aldım bilmem. Ne zaman son bakımını yaptığımı da bilmiyorum. Ama onlar biliyor. Bu süpürgenin üzerine gündelik kullanmak üzere kaç tane süpürge aldım. Benim bu firmadan aldığım süpürge daha duruyor. Firmanın servis hizmeti ise hız kesmeden devam ediyor.

Bugünlerde müsait değiliz dedim ise de birkaç gün sonra tekrar arayacaklar. Bakalım o zaman ne diyeceğim ama fazla ilgi beni bezdirdi.

Bana bu süpürgeyi tavsiye edenlere, kardeş, firmanın bu yönünü niye söylemedin de durmadan bana süpürgeyi övdün diyorsun. Öyle yönleri var diyorlar. Söylememişler. Çünkü ben yandım sen de yan dediklerini düşünüyorum.

Ne zaman derim bilmem ama bir gün efendim, peşimi bırakın. Ben ABD’ye taşındım desem, firma, efendim, orada da servis hizmetimiz var diyeceğine inanıyorum.

Hasılı firmanın servis hizmetinden muzdaribim. Ama aile saadeti için katlanıyorum.

Siz de bu süpürgenin servis hizmetinden yararlanmak istiyorsanız, her yıl yeni süpürge alır gibi servis hizmeti ücreti ödeyecekseniz, durduğunuz hata. Lütfen firma ile iletişime geçiniz.

Hoş, beni bu süpürge hizmeti bezdirse de firmanın bir iyi yönü var. Kurum kültürü hiç değişmiyor. Bizim devlet sistemimiz değişti ama bunlar hiç değişmeden aynı hizmeti vermeye devam ediyor.

10 Ocak 2025 Cuma

Tipik Bir Tek Adam

Adolf Hitler tek adam yönetimiydi. Mussolini de hakeza.
Adolf Hitler'in macerası sonrası Almanya 2.Dünya Savaşında yerle bir oldu.
Saddam, Kaddafi, Esed de tek adam yönetimi idi. Bugün bu üç adamın geride bıraktığı Irak, Libya, Suriye acınası durumda.
Bunlar geride kaldı. Günümüzde tek adam mı kaldı denebilir. Günümüzde de tek adam yönetimleri var. Şunlar bunlar diye tek tek saymayacağım. Sağınıza, solunuza bakarsanız, görürsünüz. Bir de yönetim anlayışlarına. Tek adam derken aklımıza sadece ülke yönetimi gelmesin. Bu, bir dernek, vakıf, oda vs. yönetimi de olabilir.
Kurumsallaşmamış, yerleşmiş teamüllerin olmadığı, işleyen bir sistem oluşturulmamış, tüm yetkilerin tek kişi elinde toplandığı, atın sahibine göre kişnediği, kişiye göre işleyişin değiştiği, gelenin belli bir süre sonrası gitmediği, kuralı varsa da işletilmediği, bir şekilde süresinin uzatıldığı, seçimlere rağmen sonucun değişmediği ülkeler, dernekler, mahalli idareler, odalar, şirketler hep tek adam yönetimidir. Bu tip yerlerde yapılan tüm değişiklikler, yönetimdeki kişi başta kalacak şekilde yapılan değişikliklerdir. Bu tip yönetimlere lider yönetimi de denebilir.
Böyle yerlerde lider her şeydir. Ülke veya o yer de lider veya tek adamındır. Zira her şey onun tasarrufundadır.
Böyle liderlerin varlığı bir istikrar, yokluğu kriz demektir.
Bu tip tek kişi yönetimleri, kişiye bağlı olarak iyi de yönetilebilir, kötü de. Genellikle kötü yönetildiği bir vakıa.
Genellikle lider ve tek adam yönetimleri Doğu toplumlarında görülür.
Bu yönüyle bakıldığı zaman Osmanlı devletini de tek adam yönetimine örnek verebiliriz.
Savaşta ölen padişahın savaş ve yol boyunca öldüğünün gizlenmesi de tek adam yönetimine verilebilecek bir örnektir.
Buraların liderleri ülkelerini batırır da çıkarır da. O ülkenin bahtına artık.
Tek adamlar macerayı severler. Kendilerine özgüvenleri yüksektir. Nefret edenlerin yanında sevenleri ve taraftarları da çoktur. Uğruna ölecek olanları da.
Lider veya tek adam yönetimlerine dair bu girişten sonra ülke yönetimi dışında tipik bir tek adam profilini örnek vereceğim.
Futbol kulüpleri de tıpkı siyasi partiler gibi dernekler kanununa tabi. Kulübün başına seçimle gelirler. Hepsinin genel ve yönetim kurulları vardır. Gel gör ki onca çalışan ve yöneticiye rağmen kulüplerin hepsi olmasa da bazıları tek adam yönetimidir.
Mesela Fenerbahçe Kulübü geçmişten günümüze hep tek adam yönetimidir. Ali Şen öyleydi, Aziz Yıldırım öyleydi, halihazırdaki Ali Koç da tek adamdır.
Bunların ortam özelliği, para babaları olmaları. Yani servetlerinin haddi hesabı yok. Maddi yönden de kulüplerine en büyük desteği verirler.
FB üyeleri de kulüplerine başkan seçerken başkanın paralı olmasına bakar. Çünkü para varsa en iyi hoca getirilir, en iyi futbolcular alınır. Hoca ve futbolcu iyiyse şampiyonluğun en büyük adayı FB olur. Bu yüzden FB üyeleri için para ve zenginlik her şeydir. Çünkü futbol demek paradır. Paran yoksa kulüp ne işe yarar.
FB'nin başına geçenler de kesenin ağzını kulüpleri için açar. Parayı verince düdüğü de kendileri çalar. İstedikleri teknik direktörü getirir, istemediklerini gönderir. Futbolcu tercihi de öyle. Yeter ki başkanları ben şunu istiyorum, bunu istemiyorum desin.
Her tek adam yönetiminde olduğu gibi bunlar da başarıya susadıkları için birden başarılı olmak isterler. O kadar da para verdiklerine göre başarı da gelmelidir. Çabuk ve hep başarı istedikleri için kolay kolay hoca ve futbolcu istikrarı yakalanmaz. Yıllık hoca ve futbolcu değişir.
Dediklerimin en güzel örneği de Ali Koç'tur. Bu sene pek ön planda görünmese de kulübün tek patronu tek adamı tek lideri tek karar verenidir. Bir sorunu yönetime ve üyelerine getirse de tek karar mercii kendisidir.
6-7 yıldır FB'yi tek adam olarak yönetiyor. Öncesinde de tek adam Aziz Yıldırım'ın yardımcılığını yaptı. O kadar para harcamasına rağmen on yıldır takımı şampiyon olamıyor.
Şampiyon olamamalarını da yapıya bağlıyor. On yıldır hakem mağduru gösteriyor kendilerini.
Halbuki bilenler bilir. Bu ligde en fazla korunan iki kulüp var. Biri FB ise diğeri GS'dir. Hangisinin daha fazla korunduğu konusunda bu iki takım birbiriyle yarışır.
08.01.2025 tarihli basın toplantısında, "10 yıldır hakemlerle uğraşıyoruz" demesi manidar. "Geçen sezon 99 puan gibi rekor puan almamıza rağmen rakibimiz ittirilerek önümüze geçirildi" demesi de FB başkanında bir değişikliğin olmadığını gösteriyor.
FB başkanının bu anlayışı, bir sene öncesi tıp puanını tutturan bir öğrencinin şu kadar puan almama rağmen bu sene tıpa giremedim demesine benzer. Halbuki öğrenci bir öncesi yılın tıp puanından ziyade bu yılın başarı sıralamasına bakması gerekiyordu. Ali Koç da "65-70 puanla şampiyon olunurken biz 99 puan topladık. Bizi yine şampiyon yapmadılar" demeye getiriyor işi.
Bu tek adam yönetim anlayışını fazla uzatmadan bir örnekle yazımı nihayete erdirmek istiyorum.
FB biliyorsunuz 2024'ün 2 Nisanında aldığı kararla GS ile oynayacağı Ziraat Kupasına U19 ile çıkmış, maçın başında da takımı çekerek hükmen mağlup olmuştu.
Bu sene Ziraat Kupası elemelerine katılıp katılmayacağı kararını son ana kadar bekletti. Fikstür çekildi.
8 Ocaklı basın toplantısında gazetecinin biri "Ziraat Kupası elemelerine FB'nin katılıp katılmayacağını sordu. “Katılıyoruz" dedi Ali Koç. "Takımınızın bundan haberi var mı" diye sordu aynı gazeteci. "Şu anda oldu" dedi Ali Koç.
Dikkatinizi çekerim. 8 Ocakta bu karar açıklanıyor. Takımın o anda haberi oluyor ve bu takım bir gün sonrası Kasımpaşa ile Ziraat Kupası eleme maçına çıkıyor. Bu, bir öğrencinin olacağı sınavdan bir gün önce haberdar olmasına benziyor.
Çok bir şey demeyeceğim. Çünkü tek adam yönetim anlayışına verilecek en güzel örnek bu.

9 Ocak 2025 Perşembe

Tedavisi Olmayan Hastalık Hastası Hastalar

Hasta olmadığı halde hasta olduğuna kendini inandırmış kişilere ne doktor fayda verir ne ilaç ne reçete ne tavsiye. Bunlar ömrünü hasta hasta tamamlarlar. Hastalık hastası bu tiplerin en büyük sıkıntısı, başkasının bunların hastalığına inanmaması. Sen inanmazsın ama ben çok hastayım, çeken bilir psikolojisini yaşarlar. Abartırlar da abartırlar. Tüm dünya sağlam, bir bunlar hasta. Kendileri ayakta olsa da hastalığını dinleyenler hasta olur. Çünkü içleri dışarı hastalık olur. Ne kendileri huzur bulur ne de çevresi.

Bir de algı oluşturarak hayatını yaşayanlar var. Bu tipler oluşturdukları algıya önce kendilerini alıştırır, sonra çevresini ikna eder. Ömürleri algıyla geçer. Kah yapı derler kah sistem kah güç. Çevresi buna inandıktan sonra dünya onundur. Çünkü tevazu görünümlü kibirlerinin arkasında hep başkasını hedef gösterme vardır. Çevresi onun gösterdiği hedefe odaklanırken bu tipler hiç kendilerinde suç ve eksiklik bulmadan hayatını devam ettirirler. Ortamı bu algıyla gerdikçe keyif çatarlar. Nasılsa kendisinde suç yok. Suç hep başkasının. Bu kadar etrafında inanan varsa, bu algıya teslim olan varsa niye keyif çatmasın. Bir güçtür bunlar. Basın ve TV ellerinde. Maddi sıkıntıları da yok. Paradır, şöhrettir, bulundukları yıkılmaz statüdür bunları bu hale getiren. Oluşturdukları algıyı anlatması için gerekirse paralı adam tutarlar. Gerekirse bunlara iş verirler. Yola gelmeyenleri yani kendisine teslim olmayanları işinden bile ederler, tu kaka yaparlar. Bunları anasından doğduğuna pişman ederler.

Bu tipler genellikle tek adamdır. Yönetim de budur, genel kurul da budur. Hepsi buna hizmet için vardır. Sözünün üzerine söz söyleyemezler. Elde ettiği yeri, makamı istediği şekilde yönetir. Kırsa da dökse de kimse bir şey demez. Çünkü parası vardır, gücü vardır bu tiplerin. Babasının mülkü gibi yetki kullanır diyeceğim ama babanın mülkü öyle hoyratça kullanılmaz. Nasılsa bulundukları yer amme adına iş yapan bir yer. İstisnaları olmakla beraber bizim toplum da paraya, şöhrete, güce teslim olmada zaten yarışır. Algı oluşturma, oluşturdukları bu algıyla yaşamayı hayat felsefesi haline getirdikleri için bunları da hastalık hastası kabul etmek gerek. Bu hastalığın da tedavisi yoktur.

Bir de kendiyle barışık olmayan tipler vardır. İçindeki düşmanı hep dışarıda ararlar. Bir şeyi iyi yapınca ben yaptım, biz yaptık derler durmadan. Kırıp dökmüşse hedef bellidir. Parmağını birilerine doğrultması yeterlidir. Kah dış güçlerdir kah ezeli rakibidir kah esnaftır. Çünkü kendileri yunmuş yıkanmıştır. Dünyada bir iyi bunlar vardır. O kadar kötü insanın içerisinde kendileri gibi iyi olanların olması Allah’ın bir nimetidir. Anlamadıkları da yoktur. Her şeyin kitabını yazmışlardır zira. U dönüşü yapmada, zikzak çizmede, dün dost bildiğini düşman bellemede, düşman bellediğini dost edinmede üstlerine yoktur.

Bu tiplere başarı için her yol mubahtır. Bu uğurda en büyük şansları kendilerini ölümüne destekleyen erkek deveye dişi diyen taraftarlarıdır. Bu taraftar kitlesi olduğu müddetçe sırtları asla yere gelmez.

Bu taraftar kitlesi sayesinde hep başarılı oldukları için yenilgiye asla tahammülleri olmaz. Kazara bir yenilgi yüzü görürlerse kendileri dışında herkesi değiştirirler. Bir kendileri kalır. Yanlışları olsa kendilerini de değiştirirler ama yok yok yok.

Bu tipler de oluşturdukları algıyla hep ayaktadır. Başarılarını da bu algıya borçludurlar. Sureti haktan görünmeyi çok iyi becerirler. Düşmanla yaşarlar. Düşman daima günah keçisidir. Tek sermayeleri de düşmanlarını eleştirmekten ibarettir.

Hedef gösterme ve algı oluşturma yönüyle hep başarıdan başarıya koştukları için hiç hatalarını görmezler. Bu yüzden kendileriyle yüzleşmezler. Bu tiplerin de tedavisi yoktur.

Topraklı Pekmez

Bizim insanımızın hepsi olmasa da önemli bir kısmı iş beğenmez, aylak aylak gezer, iş yok der. Halbuki insanımız isterse ekmeğini taştan çıkarır. Yeter ki bir konuda becerimiz olsun.

Evet, ekmeğini taştan çıkarmak, geçimini sağlamada çok becerikli olmak ve ne yapıp edip geçimini sağlamak için kullandığımız bir terimdir.

Bu deyimi hepimiz duyduk. Hatta böylelerini gördüğümüzde, helal olsun, kimseye muhtaç olmadan evine ekmek götürüyor deriz.

Peki, ben size ekmeğini topraktan çıkaranlar var. Bundan haberiniz var mı desem, başınıza gelmediyse, görmediyseniz ve tatmadıysanız nereden bileceksiniz.

Cehaletinize veriyorum. Bilseniz, bu tür ekmeğini topraktan çıkaranlar, taştan çıkaranlara beş çeker.

Bildiğiniz gibi ekmeğini taştan çıkarma deyimi bir beceriyi ortaya koyar. Yani taş satmaz bu tip kişiler.

Ekmeğini topraktan çıkaranlar ise tarım ve çiftçilikle uğraşmıyor. Toprağa ektiğini satmıyor. Bunlar safi toprak satıyor. Bu yönüyle bakıldığında ekmeğini taştan çıkaranlar, topraktan çıkaranların eline su dökemez.

Kim bunlar, biz hiç görmedik diyor ve bu beceriyi gösterenlerin kimler olduğunu merak ediyorsanız, anlatayım ki özellikle işsiz olup aylak aylak gezenlerin kulağına küpe olsun. Boşuna dememiş atalarımız, taşı toprağı altın diye. Her ne kadar bu deyimi İstanbul için söyleseler de ekmeğini toprak satarak sağlayanlar için köy, kent, mahalle, Anadolu'nun her bir yeri İstanbul'dur.

Sizi daha fazla merakta bırakmadan bu işin künhünü anlatayım ki işsizlere istihdam hizmetim olsun.

Toprak satmak için öncelikle bağınız olmalı. Bağınız yoksa evinizin önündeki asma da olabilir. Yoksa da komşunun veya akrabanın bağı ve asması olabilir. Bu durumda üzüm komşudan, kaynatma da sizden. Kazancı yarı yarıya paylaşırsınız.

Üzümü toplayıp pekmez kaynatacaksınız. Bunun için daha önce pekmez kaynatman önemli değil. Önemli olan her şeyden anlıyor olman kafi. Bu durumda pekmez ne ki?

Bunun için ilk önce pekmez de kullanmak üzere bol miktarda toprak bulacaksın. Ama bu toprak, bulduğun ve gördüğün her toprak değil. Halk arasında bu toprak türüne, ak toprak, beyaz toprak, marın ve havara deniyor. İnternette de satılıyor.

Bu toprağı bulduktan sonra 100 kg şıranın içine dört kilo toprak dökeceksin. Sonrasını ne yapacağını zaten sen çok iyi biliyorsun. Sanırım bol kaynatacaksın. Öncesinde topladığın üzümü bir güzel yıkayıp üzümün çürüğünü, çarığını ve sapını ayıracağını, temiz çizmeler giyip ezeceğini, ezdiğini bir tülbendin içine koyup suyunu ve posasını ayıracağını, suyu tencereye koyarak altını yakmadan kaynatacağını, genişçe bir leğen içine koyduğun toprağın üzerine dinlendirdiğiniz üzüm şırasını boşaltacağını, üzeri kapalı bir şekilde bir gün dinlendireceğini, bu dinlenme esnasında tortu yapan maddelerin dibe çökeceğini, ertesi günü şırayı süzerek kaynatma tenceresine atacağınızı, karıştırarak iyice kaynatacağınızı, kaynatırken üzerinde oluşan köpükleri tahta kaşık marifetiyle alacağınızı, şıranın kıvamı iyice olgunlaştığında ocaktan alıp dinlendireceğinizi, sonra kavanozlara doldurup ağzını kapattıktan sonra ters çevireceğinizi, bu şekil bir müddet dinlendikten sonra afiyetle yiyeceğinizi zaten çok iyi biliyorsunuz.

Tabi sen fazlasını satacağın için bu kadar özen göstermene gerek yok. Kazan veya tencereden indirdikten sonra toprağın alta çökmesini beklemeden pekmezi kavanozlara pardon bir litrelik kola şişesi veya beş litrelik plastik pet şişelere doldurup satış aşamasına geçeceksin.

Pet kaplarda simsiyah pekmezi gören, sen dahil herkes ne güzel pekmez oldu diye hayran hayran bakacaksın. Pekmez işi benim işim diyeceksin. Ardından teraziye koyup tartacaksın.

Burada toprak satışı nerede, sen düpedüz pekmez satışını anlatıyorsun diyebilirsiniz. Kokusu sonra çıkar bunun. Çünkü o simsiyah görünen ve terazide ağır çeken pekmezin yarıdan fazlası topraktır. Bu yarısı toprak olan pekmezin diğer kalan tarafı da toprak emer. Koca pet şişe olur pekmez görünümlü bir toprak. Sen sattıktan birkaç ay sonra çıkar ortaya. Pekmez, olur bir toprak. Böylece üzüm yerine tartıda ağır topraklı pekmez satmış olursun. Paraya da para demezsin.

Haydi göreyim seni. Milleti mahrum etme şu topraklı pekmezinden.

Bundan sonrasını, bu sene iyi pekmez aldım diye sevinen müşteriler düşünsün. Afiyetle yesin aldığı topraklı pekmezi. Yiyebilirse tabi. Kaynatır olmaz, süzer olmaz. Çünkü gelen hep topraktır. Bu duruma ah vah etse de küçüklüğünde bazılarının duvarı kazıyarak yediği toprak özlemini büyüyünce bu şekilde gidermiş olur. Bu da sorun olmaz. Topraktan gelip toprağa gitmeyecek miyiz? Ha giderken toprak da yemiş oluruz. Oluruz toprak adam. 
Bir diğer faydası da eve bir hırsız girse bu topraklı pekmez şişesi silah yerine kullanılabilir. Attın mı hırsıza, onu yere serer. Yeter ki isabet etmiş olsun.

Ha bu arada unutma. Sattığın pekmez görünümlü bu toprak satışından maliyenin haberi olmasın. Çünkü bu satışın kutsal değildir. Unutma ki vergilendirilmemiş kazanç kutsal değildir. 

7 Ocak 2025 Salı

Güven ve Adalet Sorunumuz

Hemen hemen her alanda Türkiye'nin bir adalet ve güven problemi yaşadığı muhakkak. Adalet ve güven ise inşaattaki harç gibidir. Harç varsa inşaat devam eder. Harç yoksa inşaat durur. Başka malzemeye ihtiyaç duyulmaz. İşçiye paydos verilir.
Eğer bu ülkede bu iki sorun varsa -ki bu sorunun olduğu muhakkak- o zaman bu ülkenin doğru giden hiçbir işi ve şeyi olmaz. Harç örneğinden gidersek, bu iki ahlaki ve evrensel değer inşaattaki harç gibidir. Harç binanın örülmesi için elzem olduğu kadar binayı da sağlam tutar, taş ve tuğlaları birleştirir ve kaynaştırır.
Eğer bu ülkede adalet ve güven zedelenmesi varsa, yok denecek kadar bu iki değerin esemesi okunmuyorsa, o millete de o milletin devletine de Fatiha okumak gerek.
Seçim yapıyoruz. Sandıkta kamu görevlisi başkan, yine kamu görevlisi başkan yardımcısı, en az dört partinin üyesi sandık kurulunda görev yapar. Sayım döküm sonrası tutanak tutulur, tutanağa tüm üyeler imza atar. Her partinin elinde ıslak imzalı tutanak olmasına rağmen kaybeden, rakibini tebrik edeceği yerde yanlış sayıldı, rakibe yazıldı türünden bahanelerin arkasına saklanarak seçime şaibe karıştırmaya çalışırız.
Futbol maçı oynanır. Maçın sonucuna göre açıklama yaparız. Şayet kaybetmişsek, oynadığımız oyundan ziyade hakemi eleştiririz. Kritik pozisyonları gündeme getiririz. "Hakem maçı katletti. Yanlış kararlar verdi. Maçın sonucuna etki etti. Takdir haklarını rakip takım lehine kullandı. Bu hakemlerle olmuyor. Yabancı VAR hakemlerinin ardından orta sahada görev yapacak yabancı hakem istiyoruz. Dün rakibimizin oynadığı maç hakem eliyle rakibimize hediye edildi. Hep rakibimiz kollanıyor. Şu pozisyonda penaltı verildi/verilmedi. Zaten o hakem o takımı tutuyor. O hakemin yönettiği tüm maçları rakibimiz kazandı" türünden veryansın ederiz.
Bu verdiğim örnekleri birbirimize güvensizliğimizin bir göstergesi sayabiliriz. Güvenin olmadığı yerde zaten adaletten söz edilemez.
Sonrasında da mazeret bulma ve gerekçe üretmeye geçiyoruz.
Ömrümüz başarısızlıklarımıza kılıf bulmakla geçiyor.
Eğer bu ülkede adalet ve güven yoksa seçim yapmanın, birilerini seçmek için seçmenin önüne sandık koymanın bir anlamı var mı?
Eğer bu ülkenin hakemlerine güvenilmiyorsa, maçlar adil yönetilmiyorsa, hakemin kendi takımımızı tutmasını istiyorsak, bu ülkede maçlar niye oynanır? Hiç oynanmasa daha iyi. Her maç sonrası hakemleri eleştirmek o hakemlerin bir sonraki maçta tekrar hata yapması demektir. Çünkü hep eleştirilen kişiler asla doğru maç yönetemez.
Her türlü başarısızlığa mazeret üretiyor, bahane bulacaksak, bir günah keçisi ilan edeceksek, her işe şaibe katacaksak, ortamı daima gereceksek, hiç kendimize bakmayacaksak, bu yarışta niye varız? Katılmayalım yarışlara daha iyi değil mi?
Hasılı adalet ve güvende sınıfta kaldık. İkmal bile bizi paklamaz. Üretimde zaten yokuz. Üretim namına yaptığımız tek şey, mazeret üretmektir. Her mazeret aynı zamanda algı oluşturmaktır.
Unutmayalım ki her şeye kılıf bulmak, algı üretmek, mazeret ve bahanenin arkasına sığınmak, haksızlık ve başarısızlığımızı örtmek için ortalığı velveleye vermek, şaibe karıştırmak, kendimize güvensizliğin ve utanmazlığın bir göstergesidir. Kişilerdeki utanma duygusunun yok olmasıdır. Bu duyguyu kaybedenlerde ise ne Allah korkusu olur ne de kuldan utanma.

Davacının Ahmağı

Türk siyasetinin ve Meclisin renkli siması kim dense, Sırrı Süreyya Önder derim.
Hayatı yokluk, protesto ve hapis hayatıyla geçmiş dense yeridir.
Bildiğim kadarıyla yargılanması devam ediyor.
Kimdir diye baktığımda, Adıyamanlı Türkmen bir ailenin çocuğu olan Önder hakkında; yönetmen, senarist, yapımcı, oyuncu, gazeteci ve siyasetçi yazıyor.
Dört dönemdir milletvekilliği yapan Önder, vekil olmasına rağmen yurtdışına çıkış yasağı var. Yani sakıncalı piyade muamelesi görüyor. Meclis başkanvekilliği görevini sakıncalı görmeyen devlet, yurtdışına çıkış yasağı koyuyor.
Halihazırda TBMM başkan vekilliği görevini de yürütüyor.
Burada, Sırrı Süreyya'nın kim olduğundan ve hangi partiden vekil seçildiğinden bahsedecek değilim. Sırrı Süreyya'nın espri ve mizah yönü, donanım ve birikimi ve hazırcevaplığı dikkatimi çekti.
O kadar birikimli, mizah yapan ve hazırcevap gördüm ama Sırrı Süreyya gibisini görmedim. Verdiği cevaplardan da kimse gocunmuyor ve tepki göstermiyor. Hatta ortamı yumuşattığı, insanları rahatlattığı muhakkak.
Önder'in bu yönünü bildiğimden, aklıma geldikçe ve önüme düştükçe kısa videolarını dinler ve izlerim.
Bir defasında yine Meclisi yönetirken soru cevap faslına dair bir görüntü önüme düştü. Şanlıurfa milletvekili, ilinin sorunlarını dile getiriyor. Şu eksik, bu eksik, şu yapılmadı, bu yapılmadı şeklinde tüm eksiklikleri saydı. Derdini anlattıktan sonra neler yapabiliriz Sayın başkan dedi.
Tüm bu konuşmayı baştan sona dinleyen Sırrı Süreyya, taşı gediğine koydu ve şu cevabı verdi: "Sayın Tanal, sizi ve Meclisin tenzih ederek söylüyorum. Davacının ahmağı, derdini mübaşire anlatırmış" dedi. Son noktayı koydu. Öyle zannediyorum, gülüşmelere neden olmuştur bu benzetme ve cevap.
Yine bir Meclis yönetiminde bir partinin grup başkan vekili söz istiyor. Söz veriyor. Söyle derdini diyor: "Az önceki konuşmacı bize sataştı. Utanmıyor musunuz" dedi. Hemen araya girerek "Utanmıyorum de sende" dedi. Bu cevaba hatip dahil herkes güldü. Ardından, "Utanmıyor musun derken soru işareti yok. Ünlem işareti var” dedi. Önder, "Ben keramet ehli değilim. Orada ünlem işaretini göremiyorum" dedi.
Sözün özü, Mecliste ve her yerde böyle kelamı kibar, donanımlı ve hazırcevap insanlara ihtiyaç var. Nerede böyleleri varsa, bilin ki oradakiler, işlerinin arasında hoşça vakit geçirirler ve yorgunluklarına değer.