4 Ocak 2025 Cumartesi

Umut Hakkı (2)

Bir önceki yazımda, Bahçeli'nin grup toplantısında Öcalan'la ilgili "terörü bitirsin, örgütü lağvetsin, umut hakkından yararlansın" konuşmasının ardından, umut hakkı süreci başlatıldı. DEM'den oluşan heyet İmralı'ya gidip geldi.

Bu görüşmenin ardından DEM heyeti TBMM başkanı Kurtulmuş ve Bahçeli ile ayrı ayrı görüştü.

Şu anda olumlu bir hava var. Bu olumlu havanın ne şekilde gelişeceği, süreçte tıkanma olursa nereden kaynaklandığını zaman gösterecek.

Yine bir önceki yazımda, terörün bitmesine karşılık Öcalan'ın yararlanacağı umut hakkının ne olduğu hakkında kısaca bilgi vermiştim.

Bu yazımda ise adına umut hakkı denen bu süreci değerlendireceğimi ifade etmiştim.

Kısaca umut hakkı demek, yeni bir yasak düzenleme ile hakkında ağırlaştırılmış müebbet cezası olan, bu cezasını 25 yıldır çeken ve 40 bin kişinin katili görülen, adına terörist başı denen Öcalan'ın salıverilmesi demektir.

45 yıldır 40 binden fazla insanımızın ölümüne sebep olan terörün bitmesi, terör örgütünün lağvedilmesi tüm toplumun ortak dileği desek yanlış olmaz. Ki bu süreç çok uzadı. Çoktan bitirilmesi gerekirdi.

Yalnız toplumun kahir ekseriyetinin Öcalan'ın serbest bırakılmasına çok sıcak bakacağını sanmıyorum. Bu konuda toplumun ikna edilmesi gerekir. Çünkü Öcalan gibi ağırlaştırılmış müebbede mahkum olan birinin cezaevinden çıkması demek aynı zamanda bir genel affı beraberinde getirir. Bu affın başta PKK'liler olmak üzere diğer mahkumları da kapsaması kaçınılmaz. Toplumun buna da hazır olduğunu düşünmüyorum.

Farz edelim ki gelecek tepkiler göğüslenecek, gerekirse bedel ödenecek, kızılcık şerbeti içilecek, bir şekilde halk ikna edilecek. Eğer böyle bir şey göze alınacaksa, yani Öcalan ve içerideki terör suçluları bir şekilde dışarı çıkarılacaksa, bunun için yasal düzenleme yetmez. "Öcalan ve terör suçlularını affediyorum ve affetmiyorum" referandumu yapılmalı. Bu referanduma PKK örgütü eliyle şehit düşen; polis, asker, sivil, öğretmen vs. mağdurların yakınları katılmalıdır. Aynı şekilde köyü yakılan; malını, mülkünü kaybeden, memleketini terk etmek zorunda kalan, PKK'nin mağdur ettiği Kürtler, işkence çeken insanımız ve yakınları da oy vermelidir. PKK ile mücadele ederken gazi olan, operasyonlara katılan, ölümün nefesini arkasında hisseden kişiler de katılmalıdır. Kısaca terör mağdurları bu referanduma katılmalıdır. Onların verdiği oy sandıktan ne şekilde çıkarsa, bu sonuca uygun mevzuat çıkarılmalıdır. İpe un sermek değil benim önerim. Asıl olan ve adaletin gereği, suçluyu ancak mağdur affeder. Çünkü ateş düştüğü yeri yakar ve yanmışlardır. Devletin, siyasi partilerin, Meclisin kaldıracağı elle suçlular affedilmemeli. Devlet ancak kendisine karşı işlenen suçluları affedebilir. İşin taraflarını işin içine katmadan çıkarılacak umut hakkı adalet anlayışını zedeler. Bu karar kamu vicdanında makes bulmaz.

Diyelim ki terörün bitmesi için Öcalan'la görüşmeye ve örgüt lağvedildiği takdirde umut hakkı vermeyi göze aldık. Burada düşünmek lazım. Öcalan örgüte ne kadar hakim? Kandil Öcalan'ı dinleyecek mi? Bu teröre destek veren dış güçler buna rıza gösterip örgütün lağvedilmesine izin verecek mi? Çünkü Öcalan, örgüt üyeleri tarafından ne kadar sevilirse sevilsin, Öcalan ne derse desin, örgüt üyelerinin diyeceği, "Öcalan baskı altında. Dedikleri bizim görüşümüzü tam yansıtmıyor. Çünkü devletin baskısı var" diyecek ve Öcalan'ı dinlemeyecek.

Diyelim ki PKK'nin liderleri Öcalan'ın sesine kulak verdi. "Liderin emrindeyiz. Dediğini yapıyoruz. Silahları bırakıyoruz ve örgütü lağvediyoruz" dedi. Meclis, Öcalan'ı ve hapistekileri umut hakkından yararlandırdı. Bir müddet sonra örgütün başka bir isim adı altında yeniden örgütlenip Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı yeniden teröre kalkışmayacağının garantisi var mı elimizde? Bu konuda örgütün samimiyetine ne derece güvenebiliriz?

Bence ilk önce yapılması gereken, teröre ve örgüte destek veren dış destek ve kaynağı kesmek gerek. Bu yapılmadan başlatılan hiçbir süreç başarıya ulaşmaz. Devlet dış desteği kesti de sıra örgütle görüşmeye kalmışsa buna sözüm olmaz. Çünkü bu süreç ancak böyle başarıya ulaşır. Böyle bir görüşmenin yapılıp yapılmadığını bilmiyoruz.

Bir sonraki yazımda umut hakkı üzerinden düştüğümüz çelişkilere değineceğim.

Umut Hakkı (1)

Bir umut hakkıdır gidiyor bugünlerde. Fitili de siyasetin duayeni Meclis grup toplantısında ateşledi: "Şayet terörist başının tecridi kaldırılırsa gelsin TBMM’de, DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini açıklasın. Bu dirayet ve kararlılığı gösterirse umut hakkının kullanımıyla ilgili yasal düzenleme yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın” dedi.
Hiç beklenmeyen bu ifadeler ne zamandır Türkiye gündeminde. Yerinde bir çıkış deyip destek veren kadar olmaz deyip tepki gösterenler de var. Sessiz çoğunluk pek sesini çıkarmasa da bu umut hakkını pek içine sindirmişe benzemiyor.
Bu çağrının ardından uzun bir bekleyiş sonrası Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan ve Ahmet Türk'ten oluşan DEM heyeti İmralı'ya giderek terörist başı ile görüştü. Görüşmenin ardından terörist başının sözleri yazılı olarak kamuoyuna duyuruldu.
Adına barış süresi, demokratik açılım denmese de bir süreç başladı. Büyük çoğunluk endişeli gözlerle bu sürecin akıbetini merak ederken bir kısım insanımız da siyaset büyüğünün bir bildiği var, iyi şeyler olacak, terör bitecek umudunu taşıyor.
Halkın hepsi 80'den bu yana devam eden terörün bitmesini istiyor. Çünkü 40 binden fazla insanın canına mal oldu bu terör süreci. Halkın endişesi, umut hakkı diye başlatılan bu sürecin, önceki demokratik açılım veya çözüm süreci gibi akim kalmasıdır. Değilse herkes bu konuda çözüm bekliyor.
Umut hakkı nedir bir hatırlayalım.
“Umut hakkı, ceza hukukunda, hapis cezasına mahkûm edilen bireylerin belirli süreler boyunca gösterdikleri iyi hal ve davranışları göz önünde bulundurularak, suçluların cezasının bir kısmını çektikten sonra kanunla belirlenmiş şartlar dahilinde koşullu salıverilme olasılıklarının değerlendirilmesi ve suçlunun geri kalan suçunu dışarıda tamamlama imkânı sunulması demektir.
Suçlunun umut hakkından yararlanabilmesi için “belli bir süre cezaevinde kalması (toplam mahkûmiyetin üçte ikisi veya dörtte birini yatması), bu süreçte iyi hal davranışları göstermesi (disiplin cezası almamış olması, sosyal rehabilitasyonlar süreçlerine katılması) önemli kriterlerdendir.
Ağır suçlar nedeniyle bazı mahkûmlar umut hakkından yararlanamazlar.
25 yıldır içeride olan ve İmralı’da tutulan Öcalan, adı üzerinde terörist başı. 40 bin kişinin katili olarak görülüyor. Aldığı ceza ise ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası. Böyle ağır ceza alan birinin bahsedilen umut hakkından, halihazırdaki ceza kanununa göre yararlandırılması mümkün değildir. Sayın Bahçeli’nin ifade ettiği gibi bunun için kanuni düzenleme gerekir. Bu düzenleme için de Öcalan’ın terörün bittiğini ve örgütün lağvedildiğini açıklaması gerekiyor.
Buna karşılık DEM’in veya Öcalan’ın, hapisteki 8 binin üzerindeki PKK’li suçlunun salıverilmesi ve genel af çıkarılması gibi şartlar dillendirdiği yazılıp çiziliyor.
Bir sonraki yazımda da bu umut hakkı sürecine dair değerlendirmeme yer vereceğim.

3 Ocak 2025 Cuma

Sigaranın Teki

Dediler ki sigaraya zam gelmiş. Daha önce kaç imiş ki şimdi kaç olmuş fiyatı dedim. Adını sanını bilmediğim markaların yeni zamlı fiyatları döküldü önüme.
Yanlış görmedim ise en düşüğü 66 lira, en yükseği 81 lira olmuş paketi.
Adeti kaça geliyor diye hesap makinesini açtım. 81/20= dedim. 4,05 TL çıktı sonuç. Bu demektir ki 05 kuruşu yuvarlarsam en pahalı sigaranın tanesi 4 liraya geliyor.
Sigaranın beherinin 4 lira olduğunu öğrenince, benim öğrenciler beni ayakta uyutmuş dedim. Zam gelmeden önce en pahalı sigara kaç lira idi bilmiyorum ama gençler, zil çaldı. Haydin derse dediğimde, elinde sigara olan çocuk, "Hocam, şunun tanesi 4,5 liraya geliyor. Atılır mı hiç dedi ve istifini bozmadan içmeye devam etmişti.
Gördüğünüz gibi zamlısı bile daha 4,5'u bulmamış. Zamane gençliği. Sanki sordum teki kaça diye.
Öğrenci karşında sigara mı içiyor demeyin. Hem de nasıl?
Çünkü zamane öğrencisi bunlar.
Biz içemezdik hiç demeyin. Dedim ya zamane nesli bunlar.
Giderekten sigara ve çakmak isterlerse veya uzatırlarsa hiç şaşırmayacağım. Siz de buna alışsanız iyi olacak.
Ben buna alıştım. Sadece tanesi 4,5 demelerine takıldım.
Bu arada pahalı sigara içiyorlar. Benden zenginler hani.
Sen yapabilir misin, hocalarının karşısında içebilir misiniz derseniz, derim ki bu nesildeki özgüven bende yoktu. Bugün bile eski hocalarımdan birini görsem, yanlarında içmediğim gibi elimde varsa da atarım.
*
Fakülte son sınıfta iken stajımı yapmak üzere mezun olduğum okula görevlendirildim.
Danışman öğretmen nezaretinde derslere girip çıkıyoruz bir arkadaşla birlikte.
Aradan beş yıl geçmesine rağmen hepsi dersime giren ve beni tanıyan öğretmenlerimdi.
Saygıda kusur etmedim hiçbirine.
Öğrenciliğimde hiç gitmediğim gibi stajyer öğretmenken de öğretmenler odasına girmedim. Teneffüsleri bahçede adımlayarak geçirdim.
Boş derslerde, okulun dışına çıkarak binaların arasına girdim. O zıkkıma olan ihtiyacımı orada sote yerlerde giderdim.
Bugün bile karşılaşsam, birlikte otursak, yanlarında asla içmem. Siz ne derseniz deyin. Adına saygı veya korkaklık deyin, böyle gördüm, böyle uyguluyorum.

2 Ocak 2025 Perşembe

Suya Ayar Vakti

Büyükşehir Belediyemiz enflasyon güncellemesi çerçevesinde, üç aydan üç aya şebeke suyunda fiyat ayarlaması yapıyor. Şu ana kadar 15 m³'ü KDV ve ÇTV hariç 27,95 TL iken 1 Ocaktan itibaren şehir merkezindekiler, tonunu KDV ve ÇTV hariç 30,27 TL'den içecek. 16 ton ve üzeri sarfiyat ise yine KDV ve ÇTV hariç 42,96 TL'den hesaplanacak. Cıs! Hiç tavsiye etmem. 
KDV ve ÇTV oranlarını bilmiyorum. Bu rakamlara siz bu oranları da ekleyiniz.
Su uyur düşman uyumaz demeyeceğim. Çünkü su uyuduğu zaman belediyenin sayacı da uyuyor. Sayaç uyumayınca belediye de çalışıyor. Çünkü hizmette sınır yoktur. Yani kullanmazsan sorun yok. Tek kuruş ödemezsin suya.
Kullanmazsak olmaz. Zira su hayat ve her şey derseniz, 15 tonu geçmeyecek şekilde kendinizi ayarlamanızı şiddetle öneririm. Benim önerimi dikkate alın ama gittiğim yoldan gitmeyin. Zira 15 tona göre ayarlayamadım hiç kendimi. Yani hiç hesabım tutmadı. 
Bu demek değildir ki battı balık yan gider. Öyle değil. Nasıl ki belediye hesap kitap yapıyorsa, hiç hesabım tutmasa da ben de yine hesap kitap yapacağım. Hesabımın tutmamasını lütfen ayıplamayın. Çünkü hesabı tutmayan tek ben değilim. Koskoca devletin yıllık enflasyonu tutmuyorsa benimki de tutmuyor. Bu demektir ki devlet tencere ise ben de kapağım. 
Hesap ve kitabın tutmamasında, her ne kadar sorumluluk evin aile reisi olarak bende ise de eve gelen misafirlerim de bu hesabın tutması için bundan sonra taşın altına elini koyacak.
Misafir ne yapabilir. Sen evin içine bak demeyin. Benim gücüm evin içine yetmez. Ancak misafire sözüm geçer. Bilin ki tasarruf genelgesinde Meclis ve Beştepe gibi bazı  istisnalar var ise tasarrufta da benim ev istisna. 
Bu arada misafir deyip de geçmeyin. Geçen iki defa kalabalık misafir ağırladım. İlkinde üç çaydanlık çay, ikincide 2 çaydanlık çay gitti. Afiyet olsun ama bu kadar su nereden gelir demediler. Abbas'ın kör kazı gibi içtiler. İçleri çayla doldu. Hele biri vardı. Yanıma oturdu. Güya çayı pek sevmezmiş. Doldur üstat dedi durdu. Bildiğin çaykolik çıktı. İyi ki çayı sevmiyormuş. Bir de sevseydi, halim nice olurdu, benim adıma siz düşünüverin. Bu arada KDV ve ÇTV dahil suyun tonu kaça varıyor, yaptınız mı bu hesabı? 
Toplam beş demlik çaydanlığa ne kadar su gittiğini de hesaplaya durun. 
Bizim çayı içenler şişede durduğu gibi durmadı. Akar yanı aşağıda imiş bazılarının. Üstat, tuvalet müsait mi dedi bazıları. Bunu duyunca çaya giden sudan geçtim. WC, lavabo... vay anam vay. Mübarekler, tutamayacaksınız, niye içtiniz bu kadar çayı? 
O kadar çayın ardından, içilen çay susuzluklarını gidermemiş olmalı ki üstat, bir su getirir misin dedi iki tanesi. Emriniz olur. Hepsi de benden küçük üstelik. Suyu da getirdim. Lıkır lıkır içtiler. Çay, su derken adeta Salih peygamberin devesi gibi içtiler diyeyim de siz beni anlayın. 
Bu arada anlayışınız için teşekkür ediyorum. 
Bu misafirler meselenin ciddiyetini anlamadılar. Yazı konusu ediniyorum ki kafaları dank etsin. Şayet bir daha evime misafir gelirlerse, lütfen bir bardak çayla yetinin ki hem çaydanlık çaydanlık çay çekmeyeyim hem de ardından soluğu tuvalette almayın. Bir bardak içince, kafi. Ziyad olsun. Fazlası uyutmuyor deyin. Unutmayın ki bir bardakla yetinirseniz ölmezsiniz. Umarım, su konusundaki hassasiyetime gerekli özeni gösterirsiniz değerli misafirlerim. 
Bu arada bizim okulda öğleye kadar görevli 13 çaydanlık çay demliyormuş. Vay be! 
Beterin beteri var dedikleri böyle bir şey olsa gerek. 
Benim misafirler yine iyiymiş. Görevli, "Kınık sığırı gibi içiyoruz" dedi. Abbas'ın kör kazı değil miydi dedim. Böyle de denir dedi. 
Bu arada sayın misafirlerim, fazla çay sizi tuvalete götürdüğü gibi aynı zamanda kansızlık yapıyormuş. Bilin istedim. 

Yakışıyor

Şu açık saçık giyinen kadınlar yok mu? Allah onları bildiği gibi yapsın.
Ama efendim, kızacaksın ama sizin kız da açık saçık giyiniyor.
Evet, giyiniyor ama Allah var, benim kıza yakışıyor. Siz ona yakışıyor haspaya diyorsunuz.
*
Efendim, Şu terörle bağını kesmeyenler var ya işte onlar teröristtir. Bunlarla görüşenler, onlarla seçimde birlikte hareket edenler de teröristtir demiştiniz. Seçimlere böyle gitmiştiniz.
Eee ne var bunda? Öyle tabi.
İyi de şimdi alenen görüşüyorsunuz. Bir araya geliyorsunuz. Aracılığınızla terörist başı ile görüşmeye heyet gönderiyorsunuz. Onu Meclise çağırıyorsunuz. Umut hakkından yararlansın diyorsunuz.
Evet, dedim. Ne var bunda?
Bir çelişki yok mu?
Ben ve çelişki bir araya gelmez ikilidir. Ki ben milliyetçi ve vatanperver biriyim. Bundan şüphen mi var? Ben ne yapıyorsam, vatanım için yapıyorum.
O görüşenler vatanperver değil mi? Milliyetçilik sizin tekelinizde mi?
Ben ve milliyetçilik ikimiz bir fidanız misali bir fidanız. Bize yakışıyor bu. Ama başkasına yakışmaz. Biz terörle aramıza mesafe koyarken onlar koymuyor. Biz vatanı düşündüğümüz kadar onlar vatanı düşünmüyor.
Niyet meselesi diyorsun. Yani niyet okuyorsun.
Aynen öyle. Zira bizim işimiz bu.
*
Efendim, İmralı'ya gidecek heyetin içinde sizin de olmanızı istiyoruz.
Şeref duyarım ama benim bulunmam sakıncalı olmaz mı?
Niye sakınca olsun. Senden iyisini mi bulacağız?
Efendim, ben belediye başkanlığından el çektirildim.
Olsun.
Ha bana bir büyükşehrin belediye başkanlığı reva görülmezken tüm ülkenin meselesinin çözümü için beni heyete dahil ediyorsunuz.
Eve, biz seni istiyoruz.
Demezler mi belediye başkanlığı sakıncalı olan birini heyete dahil ediyorsunuz.
Varsın desinler. Biz istedikten sonra başkasının ne demesinin ne önemi var. Biz yakıştırdıktan sonra başkası ne derse desin.
Siz bilirsiniz.
Bu arada bir sonraki seçimde de belediye başkanlığına adaylığını koy. Bunu telafi edelim.
Diyelim ki aday olup tekrar seçildim. Tekrar el çektirmeyecek misiniz? Bana başkanlık yaptıracak mısınız?
Onu zaman gösterecek. Ki farz et ki aldık. Ayrıca almazsak olmaz. Çünkü bağımlılık bu.
O zaman ne anladık bu işten.
Biz seni tarihe geçirmek istiyoruz.
Nasıl?
Dördüncü defa belediye başkanlığından el çektirilmek suretiyle büyük bir rekora imza atacaksın. Bu rekorunu da kimse kıramayacak. Böylece tarihe geçeceksin.
*
Su fiyatlarına, temsil ettiği zihniyetten dolayı siyaset arenasında sürekli ekmek yediğiniz bir belediye zam yaptığı zaman fahiş zam, kazık zam diyeceksiniz.
Uğruna dava diye çırpındığınız zihniyet yani savunduğunuz belediye suya zam yaptığı zaman hiç sesinizi çıkarmayacaksınız. Hatta gerekli diye savunacaksınız. Çünkü birilerine fahiş zam yakışmazken siz birilerine çok yakışıyor. 

Ramazanın İşaret Fişeği Recep

Recep,

Aylardan bir ay demeyin.

Aynı zamanda erkeklere verilen bir isim demeyin.

Farklı aylardan biridir.

Üç ayların başlangıcı ve başıdır.

Ramazanın işaret fişeğidir.

Geldi mi recep.

Ramazana sayılı günler kalmıştır.

Bir bakmışsınız şaban, ardından ramazan.

Ramazan deyip de geçmeyin.

On bir ayın sultanı kabul edilir.

Bir ay boyunca oruca niyet edilir.

Oruç fobisi olanlara düşer bir kabus.

Sanırsın ki Karadeniz'de gemileri battı.

Nasılsa bir ay değil mi demeyin.

Recep, şaban geçmişse, bu da geçer demeyin.

Bilin ki recep ve şabandaki hız ramazanda yok.

Görünce ilgiyi ramazan. Yavaştan alır gitmeyi.

Gitmeye hiç niyeti olmaz.

Madem beni seviyor ve gitmemi istemiyorsunuz,

O zaman ağırdan alayım der.

Durur da durur.

Durmakla da kalmaz. Dilini damağını kurutur.

Akşamı iple çekersin.

İftarla beraber sofraya verirsin kendini.

Üzerine bir çay içeyim keyif atayım dersin.

Gevşeme, bırakma kendini. Daha var 20 rekat teravih var der.

Teravihin ardından şöyle uzun oturayım dersin.

Gözünü önüne gece vakti yapılan sahur gelir.

Sabaha dinç kalkmak için sahura kalkmak gerek.

Sahuru yapmayınca psikolojik yönden çöküyor insan. Sahura da kalkamadım dedirtir insana.

Hasılı uzun oturtmaz seni. Elin mahkum yatacaksın.

Uykulu uykulu sahura kalkar, atıştırırsın.

Gözünden uyku akıyor.

Yatayım diyorsun.

Sabah namazı var.

Ezanla birlikte kılıp yatayım zira sabah mesai var diyorsun.

Süleymaniye'den bir ses: Daha imsak başlamadı. Sabah namazı vakti girmedi. Bekleyeceksin. Değilse namazın olmaz diyor.

Diyanet ise boş ver sen Süleymaniye'yi. Bal gibi olur namazın. Aha bu da ezanı diyor.

Haliyle kafan karışıyor.

Bir de iş var sabah sabah.

Ya alternatif imsak vaktini bekliyorsun ya da bobalı boynuna Diyanet'in diyorsun.

Bu durum bir ay boyunca mütemadiyen böyle devam eder.

Memurun pazartesi sendromu gibi oruçta zorlananlar, ramazanın çıkmasını iple çekerken, devreye, olsa da daha tutsak, ne zaman geldi, ne zaman bitiyor diyenler giriyor.

Pazartesi sendromu gibi oruç tutanlar neyse de olsa da tutsak diyenlere, madem öyle. Yılın diğer günlerini de oruçlu geçirin, elinizden alan mı var demek lazım.

Bir de ramazan yaklaşırken şu orucu nasıl yırtarım deyip doktor doktor dolaşanlar var. Çünkü hasta bunlar. Bir doktor dese ki oruç tutamazsın. Dünyalar onların olur. Gelir yanına. Doktor yasakladı. Tutamıyorum der. Oruç oruç onları teselli etmek de sana düşer.

Hasılı ramazanın işaret fişeği üç ayların başlangıcı recep, bana bu gözlemleri gözümün önüne serdi.

Benden aktarması. Gerisi size kalmış. 

1 Ocak 2025 Çarşamba

Sınırımızdaki Mayınlar

Bugün nereden aklıma geldiyse yılın ilk gününde mayınlar aklıma geldi. Yazıma önce bir mayın fıkrasıyla başlamak istiyorum:
Körfez Savaşından 4 yıl önce Kuveytli kadınlar üzerinde bir inceleme yapan Amerikalı bir gazeteci, Kuveytli kadınların erkeklerinden 4 metre arkada yürüdüklerini tespit eder.
Savaştan 4 yıl sonra tekrar Kuveyt’e gelen gazeteci, kadınların erkeklerden 4 metre önden gittiklerine tanık olur. Kısa zamanda meydana gelen devrim niteliğindeki bu değişimin sebebini öğrenmek için gazeteci, kadınların yanına gider ve bunun sebebini sorar. Kadınlar: ‘Mayınlar efendim!’ cevabını verirler”.
Ne olmuş mayın varsa demeyin. İsterseniz bir basın bir mayının üzerine. Havaya uçurur. Tüm vücudunu lime lime eder. Mezara konacak tek organın kalmaz. Çünkü ara ki bulasın.
Bu fıkrada kadının değersizliğine işaret ediliyor. Bir tehlike anında ölecekse ilk önce kadınlar ölsün demektir bunun adı. Kadın mayına basıp ölecek ama mayını temizlemek suretiyle geriden gelen erkeklerin de güvenliğini sağlamış olacak.
Bu mayın fıkrasından bir başka mayın olayına gelelim. Bildiğiniz gibi Suriye iç savaşı 2011 yılında çıktı. Bu iç savaş dolayısıyla ülkelerindeki bu kirli savaşa alet olup ölmek istemeyenler başta Türkiye olmak üzere civar ülkelere sığındılar. Çoğunluğu da bize geldi.
Burada, bizim en uzun sınırımız olan Suriye sınırı boydan boya mayın kaplıydı. O mayınlara ne oldu? Onlar bu sınırdan nasıl geçti, geçerken mayına basarak ölmediler mi diye bir soru gelmesi normal.
Sınırdan geçerken mayın patlamadı. Patlamadığı için mayın dolayısıyla ölen Suriyeli olmadı. Çünkü mayın yoktu sınır boyunca.
Haydi bir soru daha soralım. Ne oldu buradaki mayınlara? Biz ülke olarak o mayınları 2010 yılında ihaleyle boydan boya temizlettik.
Hatırlarsanız, mayın temizleme ihalesini İsrailli bir firma almıştı. Gelen tepkiler üzerine bu ihale iptal edilerek başkasına verilmişti.
Düşünmeden edemiyor insan. 2011 Suriye iç karışıklığı çıkmadan bizim Suriye sınırımızdaki mayınları 2010 yılında, yani iç karışıklık ortaya çıkmadan bir yıl önce temizleniyor.
Burada sormak lazım. İç karışıklıktan bir yıl önce mayınların temizletilmesi tesadüf mü yoksa mayın temizliği planın bir parçası mı? Tabiatta tesadüflere yer olmasa da bu mayın temizliğinin tesadüf olmasını isterim. Tesadüf değil de daha önce planlanmış bir iç karışıklığın parçası ise vay halimize. Bizim öngörümüz ise yine vay halimize.
Tesadüf veya planın parçası ya da öngörümüz. Bunu yani mayın temizliğini biz mi planladık yoksa bu planın senaristi başkası veya başkaları mı?
Sonucu hiç lehimize olmasa da gönül ister ki bu plan bizim eserimiz olsun. Eğer başkası ise yani bir başkasının senaryosu ise bu demektir ki biz senarist veya aktör değiliz. Olsak olsak başkalarının yazdığını oynayan bir aktör oluruz. Bunu da ülkeme yakıştıramam.
Bu mayın temizleme öngörüsü veya zamanlama hatası bizim ülkenin eseri ise sonucu vahim olsa da bir yıl öncesinden plan yapmak ve öngörüde bulunmayı da kıskanırım. Çünkü ben yarının planı yapamıyorum, öngörüde bulunamıyorum. Kısaca burnumun ucunu göremiyorum.
Az önce bu mayın temizliğini birine söyledim. Önce düşündü. Sonra “Biz o mayınları, Hicaz’a tren yolu döşemek için temizledik” demez mi? Pes doğrusu dedim. Öyle ya ülkenin her bir yerini demiryolu ile döşedik de Hicaz’a uzanacak demiryoluna gelmişti sıra. Sizi bilmem ama bu adanmışlığın bu anlayışın bu düşüncenin bu inanmışlığın bu azim ve gayretin karşısında ben duramam. Atom da duramaz. Çünkü parçalanıp yok olur. Mayın da duramaz.
Sahi Suriye iç savaşı çıkmadan bir yıl önce bu mayın temizliğine siz ne dersiniz? Nasıl yorumlarsınız?