Ana içeriğe atla

Umut Hakkı (2)

Bir önceki yazımda, Bahçeli'nin grup toplantısında Öcalan'la ilgili "terörü bitirsin, örgütü lağvetsin, umut hakkından yararlansın" konuşmasının ardından, umut hakkı süreci başlatıldı. DEM'den oluşan heyet İmralı'ya gidip geldi.

Bu görüşmenin ardından DEM heyeti TBMM başkanı Kurtulmuş ve Bahçeli ile ayrı ayrı görüştü.

Şu anda olumlu bir hava var. Bu olumlu havanın ne şekilde gelişeceği, süreçte tıkanma olursa nereden kaynaklandığını zaman gösterecek.

Yine bir önceki yazımda, terörün bitmesine karşılık Öcalan'ın yararlanacağı umut hakkının ne olduğu hakkında kısaca bilgi vermiştim.

Bu yazımda ise adına umut hakkı denen bu süreci değerlendireceğimi ifade etmiştim.

Kısaca umut hakkı demek, yeni bir yasak düzenleme ile hakkında ağırlaştırılmış müebbet cezası olan, bu cezasını 25 yıldır çeken ve 40 bin kişinin katili görülen, adına terörist başı denen Öcalan'ın salıverilmesi demektir.

45 yıldır 40 binden fazla insanımızın ölümüne sebep olan terörün bitmesi, terör örgütünün lağvedilmesi tüm toplumun ortak dileği desek yanlış olmaz. Ki bu süreç çok uzadı. Çoktan bitirilmesi gerekirdi.

Yalnız toplumun kahir ekseriyetinin Öcalan'ın serbest bırakılmasına çok sıcak bakacağını sanmıyorum. Bu konuda toplumun ikna edilmesi gerekir. Çünkü Öcalan gibi ağırlaştırılmış müebbede mahkum olan birinin cezaevinden çıkması demek aynı zamanda bir genel affı beraberinde getirir. Bu affın başta PKK'liler olmak üzere diğer mahkumları da kapsaması kaçınılmaz. Toplumun buna da hazır olduğunu düşünmüyorum.

Farz edelim ki gelecek tepkiler göğüslenecek, gerekirse bedel ödenecek, kızılcık şerbeti içilecek, bir şekilde halk ikna edilecek. Eğer böyle bir şey göze alınacaksa, yani Öcalan ve içerideki terör suçluları bir şekilde dışarı çıkarılacaksa, bunun için yasal düzenleme yetmez. "Öcalan ve terör suçlularını affediyorum ve affetmiyorum" referandumu yapılmalı. Bu referanduma PKK örgütü eliyle şehit düşen; polis, asker, sivil, öğretmen vs. mağdurların yakınları katılmalıdır. Aynı şekilde köyü yakılan; malını, mülkünü kaybeden, memleketini terk etmek zorunda kalan, PKK'nin mağdur ettiği Kürtler, işkence çeken insanımız ve yakınları da oy vermelidir. PKK ile mücadele ederken gazi olan, operasyonlara katılan, ölümün nefesini arkasında hisseden kişiler de katılmalıdır. Kısaca terör mağdurları bu referanduma katılmalıdır. Onların verdiği oy sandıktan ne şekilde çıkarsa, bu sonuca uygun mevzuat çıkarılmalıdır. İpe un sermek değil benim önerim. Asıl olan ve adaletin gereği, suçluyu ancak mağdur affeder. Çünkü ateş düştüğü yeri yakar ve yanmışlardır. Devletin, siyasi partilerin, Meclisin kaldıracağı elle suçlular affedilmemeli. Devlet ancak kendisine karşı işlenen suçluları affedebilir. İşin taraflarını işin içine katmadan çıkarılacak umut hakkı adalet anlayışını zedeler. Bu karar kamu vicdanında makes bulmaz.

Diyelim ki terörün bitmesi için Öcalan'la görüşmeye ve örgüt lağvedildiği takdirde umut hakkı vermeyi göze aldık. Burada düşünmek lazım. Öcalan örgüte ne kadar hakim? Kandil Öcalan'ı dinleyecek mi? Bu teröre destek veren dış güçler buna rıza gösterip örgütün lağvedilmesine izin verecek mi? Çünkü Öcalan, örgüt üyeleri tarafından ne kadar sevilirse sevilsin, Öcalan ne derse desin, örgüt üyelerinin diyeceği, "Öcalan baskı altında. Dedikleri bizim görüşümüzü tam yansıtmıyor. Çünkü devletin baskısı var" diyecek ve Öcalan'ı dinlemeyecek.

Diyelim ki PKK'nin liderleri Öcalan'ın sesine kulak verdi. "Liderin emrindeyiz. Dediğini yapıyoruz. Silahları bırakıyoruz ve örgütü lağvediyoruz" dedi. Meclis, Öcalan'ı ve hapistekileri umut hakkından yararlandırdı. Bir müddet sonra örgütün başka bir isim adı altında yeniden örgütlenip Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı yeniden teröre kalkışmayacağının garantisi var mı elimizde? Bu konuda örgütün samimiyetine ne derece güvenebiliriz?

Bence ilk önce yapılması gereken, teröre ve örgüte destek veren dış destek ve kaynağı kesmek gerek. Bu yapılmadan başlatılan hiçbir süreç başarıya ulaşmaz. Devlet dış desteği kesti de sıra örgütle görüşmeye kalmışsa buna sözüm olmaz. Çünkü bu süreç ancak böyle başarıya ulaşır. Böyle bir görüşmenin yapılıp yapılmadığını bilmiyoruz.

Bir sonraki yazımda umut hakkı üzerinden düştüğümüz çelişkilere değineceğim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda...

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam ...

Sami Hoca

Sami YÜCE İçi nasıldı bilmem ama dışa karşı şen şakrak biri idi.  Bulunduğu ortamlarda insanları güldürmeyi becerirdi. Şaka yapar, şakadan da anlardı. Çağın yaşatan Nasrettin hocasıydı.  Girdiği ortama çabuk intibak sağlar, insanlarla hemen iletişim kurardı.  Uzaktakileri belirli periyotlarla telefonla arayarak hal hatır sorardı.  İnsan canlısı biri idi. Herkesin derdi ile dertlenirdi.  Büyükle büyük, küçükle küçüktü.  Eli açık biriydi. Yedirmekten, izzet ve ikramdan kaçınmazdı. Dinlendik, Avcıtepe, Habiller, Güneysınır İlçe Müftülüğünde, Güneybağ ve Mevlana Mahallesindeki camilerde görev yaptı.  Görevine sadık biri idi. Mesaisi namaz vaktinden namaz vaktine değildi. Namaz harici bile camideydi. Görev yaptığı camileri tertemiz tutar, camlarına varıncaya kadar caminin temizliğini yapardı.  Paraya önem vermediğinden midir para yönünden yüzü pek gülmedi. Paraya ihtiyacı olduğunda kredisi vardı. Kimden borç istese eli boş dönmezdi. Şu gün vereceğim de...