1 Ocak 2025 Çarşamba

Misafir Yazarın Kaleminden Dökülenler

Kendisi de “Değirmenden Mektup Var” başlıklı (http://degirmendenmektupvar.blogspot.com/" başlıklı bloğa sahip. 

Kalemi kuvvetli, okuyucusu bol, yazıları çokça yorum alan bir yazar. Onca işinin arasında sağ olsun benim yazılarımı da okur. Çoğu yazıma da yorum yazarak yazılarıma katkı sunar. Bu vefalı okuyucum aynı zamanda ülkesini dert edinmiş, ülke meselelerine kafa yoran ve öneriler sunan biri. 

Recep Altun isimli bu kardeşimiz, yılın son günü (31.12.2024) “Yabancılar Sorunu” (https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2024/12/yabanclar-sorunu.html) başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Bu yazıma da üşenmeyip yorum yazmış. Yazıma yazdığı yorumu buraya aynen alıyorum:

“Kim ne derse desin, ben ülkemize böyle gelişi güzel yabancı sığınmacı ya da göçmen alınmasına karşıyım.

Ülkemiz içinde zaten birbirimizle yeteri kadar sorunumuz var. Bu göçmen ya da sığınmacıların ihtiyaçları nasıl gideriliyor? Bunlar ülkemizin ekonomisine yük olmuyor mu? Ekonomimize yüklenen bu yükü kim taşıyor? Bizler taşımıyor muyuz?

Almanya'ya, Hollanda'ya, Fransa'ya giderek orada çalışan Türkler var. Ama onlar Suriyeliler gibi sığınmacı olmadılar oraya. O devletler Türkleri ülkelerinde misafir işçi olarak çalıştırmak üzere bizzat çağırdılar, bizler de gittik. Bizi onlar çağırdılar.

Biz Suriyelileri, Afganlıları çağırdık mı? Hayır! O halde, Türkiye'de ne kadar yabancı sığınmacı, göçmen varsa ülkemi terk etsinler, ülkelerine dönsünler. Ben onlara ne merhamet ederim ne de acırım.

Avrupa neden Suriyeli, Afganlı, Somalili, Sudanlı göçmenleri ülkelerine kabul etmiyor? Akılsız olanlar onlar da akıllı olanlar bizler miyiz? Yapmayın Allah aşkına! Ülkemde hiçbir yabancı sığınmacı, göçmen, statüsü ne olursa olsun görmek istemiyorum.

Bakın Ben Kırşehirliyim. Bizim yöremizde o kadar çok Kürt kardeşlerimiz var ki daha bugüne kadar onlarla bizim aramızda hiçbir sorun olmadı ve yaşanmadı. Onlar daha çok hayvancılıkla uğraştıkları için maddi açıdan çok da zenginler. Yani durumları iyi.

Ülkemizde kaşınacak çok yumuşak karınlar var iken, neden bir de Suriye, Afgan, Pakistan, Somali, Sudan gibi ülkelerin insanları ile demografik yapımızın bozulmasına müsaade edelim.

Bakın ülkemizde şu anda olabilecek çok kötü şeylerin temeli atılıyor. Bahçeli denen zat-ı muhterem de bu işlere alet oluyor. Yazıklar olsun!

İsrail kendi güvenliği, huzur ve mutluluğu için etrafındaki tüm ülkelere saldırıyor, ha bire insan öldürüyor, cinayetlerine devam ediyor, kimsenin gıkı bile çıkmıyor.

Şu anda Galata köprüsünde Filistin yürüyüşü yapılıyormuş. Arkadaş kendi sorunlarımızı hallettik, sesimizi duyurduk da Filistin mi eksik kaldı? Ne oluyoruz böyle? Ahır sekisinde oturuyoruz, İstanbul türküsü çağırıyoruz.

Ben ülkenin gidişatından hiç memnun değilim. İktidar, hırsı ve saltanatı uğruna, vatandaşını ve ülkesini satacak duruma gelmiştir. Bu gidişata dur demenin vakti geldi de geçiyor bile. Eğer, hala başımızı kuma gömmeye devam edeceksek, bu çanların kimin için çalındığını daha sonra kulaklarımızı sağır edecek şekilde duyacağız ama iş işten geçmiş olacak.

Ülkeme zarar veren herkese yazıklar olsun, lanetler olsun, Allah'ın gazabı üzerlerine olsun!..

Yeni yılınızı tebrik ederim. Yeni yılın ülkeme, sağlık, sevgi, kardeşlik, barış, huzur, güven, istikrar ve mutluluklar getirmesini diliyorum.

Yorumumu yayımlamak zorunda değilsiniz. Okuduktan sonra kaldırabilirsiniz. Çünkü çok öfkeliyim ve yorumum öfke dolu. Anlayışla karşılarım”. (Recep ALTUN)

Beklentisiz Yıl

Her yeni yıl, dünün devamı bugün olsa da tüm umutlarımızı yeni yıla bağlarız, beklentilerimizi, iyi dilek ve temennilerimizi dile getiririz. Mutlu yıllar. Yeni yılın bu yıldan iyi olmasını dileriz deriz.
Tüm bu iyi niyet temennilerimizin çoğu bu yeni yılda da gerçekleşmez. Allah'ın yeni yılı mı biter. Bu yıl yine iyi gitmedi deriz.
Tüm umutlarımızı bir sonraki yıla aktarırız. Her ne kadar perşembenin gelişi çarşambadan belli idiyse de bir umut bizimkisi.
Nasıl bir hayatsa, her yeni yıl bir önceki kötü yılı aratıyor.
Haliyle büyük umutlarla girdiğimiz ve yaşadığımız her yıl bizler için daha doğrusu büyük çoğunluk için hep hayal kırıklığı oluyor.
Aslında hayal kırıklığına uğramamızın nedeni, beklentilerimizdir.
Ne kadar az beklenti ya da hiç beklenti içine girmemek o kadar huzur demektir. Haddi zatında ne beklersek bekleyelim ne istersek isteyelim, istediğimiz huzurdur.
Huzurumuzun kaçmaması da bizim elimizde.
Bunun yolu da her yeni yılın daha kötü geçeceği yönünde kendimizi hazırlamak gerek. Yani en kötü senaryoya hazırlıklı olmak.
Hoş, bu yeni yıl önceki yılları aratacak öngörüsünde bulunsak, aklına kötü şeyler getirme. Hayır dileyelim, hayır olsun uyarısına muhatap oluruz.
Halbuki kötü senaryoya kendimizi hazırlarsak, girdiğimiz yıl çok kötü geçerse, zaten böyle düşünmüştüm. Düşündüğüm gibi oldu deyip şok geçirmeyiz, hayal kırıklığına da uğramayız.
Biraz veya daha iyi olursa yani düşündüğümüz gibi kötü çıkmazsa, oh be, ne ummuştum ne buldum, bundan iyisi can sağlığı deriz.
Şiddetle öneririm kötü senaryo tablosu çizmeyi.
Ne biliyorsun, yaşadın mı demeyin.
Test etmişliğim var.
İlk öğretmen atamamda; terör, hava şartları, ulaşım ve imkan yönünden, Doğu ve Güneydoğu’nun şartları en kötü yerlerini gözümün önüne getirdim. Dedim ki buralar garanti. Kendimi hazırladım buna. Atamalar açıklandı. Gaziantep Nizip çıktı.
Nizip’te 2,5 yıl çalıştıktan sonra zorunlu hizmet için Adıyaman’ı tercih ettim. Adıyaman çıktı. Sırada görev yapacağım yerin belli olması kalmıştı. Bu süreçte bir arkadaş, hafta sonu Adıyaman’ın ilçelerini dolaşıp gelelim. Beğendiğimiz yerin olması için araya birilerini bulalım dedi. Yok, sen dolaş gel. Buna gerek yok dedim. O arkadaş dolaşıp geldi. Hangi ilçeleri iyi, hangileri kötüymüş dedim. Gölbaşı, Kahta, Besni iyiymiş dedi.
İyi-kötü derken yanlış anlaşılmasın, ulaşım, büyüklük, il merkezine uzaklığı, kış şartları ve çalışma imkanları yönüyle.
De hele kötü yerlerini bu vilayetin dedim. Gerger ve Sincik’miş. Ben Gölbaşı ve Kahta için birilerini araya koyacağım dedi. Tamam, sen birilerini araya koy. Ben yerimi buldum dedim. Neresi dedi. Gerger ve Sincik garanti dedim. Güldü. Olur mu öyle şey dedi.
Kardeş, en kötü yerleri buralar ise buralara göre kendimi hazırlayacağım. Buralar çıkarsa, zaten demiştim, bekliyordum derim. Yok, daha iyi yerler çıkarsa, benim için aliyyülâlâ olur dedim. Hadi bakalım, hayırlısı dedi.
İl dağılım yaptı. Sonuçlar açıklandı. O arkadaşa Besni, bana ise Kahta geldi.
Kahta hem büyüklük hem merkeze yakınlık hem yerleşim yeri hem ulaşım hem de gelişmişlik yönünden Besni’den daha iyiydi.
Vay abi, ben araya birilerini koydum. Şu gelen yere bak. Sen ise kimseyi bulmadın, dört ayak üzerine düştün demişti.
Uzatmayayım, gördünüz değil mi huzuru.
Unutmayın, formülü tekrar söylüyorum. Hangi konuda olursa olsun her konuda en kötü senaryoya hazır olmak, beklenti içine girmemek.
Sonuç olarak, bu yeni yıldan hiçbir şey beklemiyorum. Kötü geçti denilen 2024’den daha kötü olacak diyor, buna göre kendimi hazırlıyorum.

31 Aralık 2024 Salı

Yabancılar Sorunu

Suriyeli, Afganlı veya Afrikalı yabancıların normalin üzerinde dikkat çekecek şekilde bu ülkede barındığı bir gerçek.
Kimi bu ülkeye yerleşmiş, bu ülke vatandaşlığın geçmiş kimi de geçici göçmen statüsünde.
Ortadoğu'da huzur olmaz, yarın başka ülkelerde iç kargaşa ortaya çıkarsa, bu ülkeye yeni göçmenlerin gelme ihtimali de her zaman için var.
Statüsü ne olursa olsun yabancıların çoğu birçok sektörde çalışıyor. İçlerinde dilenen kimseye pek rastlamadım. Kendi ekmeklerini kendileri kazanıyorlar.
Burada yabancı seviciliği veya düşmanlığı yapacak değilim. Dikkat çekmenin dışında bugün istisnalar hariç toplumsal bir infiale sebep olacak şekilde pek problem oldukları yok. Yalnız zaman zaman gerginlik yaşandığı ve gerilimin yükseldiği de bir vakıa.
Problem çıktıktan sonra nasıl çözeriz üzerine kafa yoracağımıza, ileride muhtemel yabancı problemine dikkat çekerek tedbir alınması gerektiğini düşünüyorum.
Muhtemel tehlikeye gelirsek, yabancıların yoğun olduğu yerlerde; ırkçılığın, milliyetçiliğin, yabancı nefreti ve düşmanlığının artabileceğini düşünüyorum. Bu da karşı karşıya gelme riskini barındırıyor. Çünkü bu potansiyel farklı uyrukların olduğu yerlerde her zaman olur.
Kürtler her ne kadar bu ülkenin yabancısı olmasa da yüzyıllardır aynı ülkede yaşıyor olsak da birbirimizden kız alıp versek de özellikle terörün azdığı dönemlerde Türk Kürt gerginliği geçmişte eksik olmadı.
İçimizde öyle tipler var ki terör bir can alsa tüm Kürtleri terörist görecek derecede Kürtlere bilemiyor.
Şimdilerde eskisi gibi Türk Kürt gerginliği yok. Çünkü 2011’den bu yana ülkemize bol miktarda gelen Suriyeliler Kürtleri unutturdu. Bu unutmada terörün hız kesmesi de etkili oldu.
Bu tespiti bir Kürt arkadaş yaptı. Bir gün bana, "İyi ki şu Suriyeliler geldi. Buna en fazla biz Kürtler seviniyoruz" dedi. Niye dedim. "Çünkü Suriyeliler gelince biz unutulduk" dedi. Ben de ona siz Suriyelilere göre Sünni imişsiniz. Kıymetinizi geç anladık diye şaka yapıp gülüştük.
Bu dediklerime abartıyorsun, o kadar da değil demeyin. Ortaokul seviyesinde ki çoğu çocuklarda Suriyelilere karşı bir nefretin olduğunu ortaokullarda çalışırken bizzat gördüm. O zamanlar din kültürü ders kitaplarına Muhacir-Ensar kardeşliği de konmuş, bu konu işlenirken Türkiye’dekiler Ensar, Suriyeliler ise Muhacir vurgusu yapılmıştı. Öğrencilere bunu izah ederken o küçücük çocukların olmaz böyle dediklerine bizzat şahit oldum.
Almanya’ya giden, orada kalan, orada çoluk çocuğa kavuşan, iş güç sahibi olmuş, ev bark almış Türklere, Dazlaklar denen Alman gençlerin husumetini bilmeyenimiz yoktur.
Yarın bu ülke gençleri arasında işsizlik artarsa, ara ara Suriye uyruklu kişiler infiale sebebiyet verecek adi suçlara karışırsa, Türk-Suriyeli arasında gerilim yükselir.
Bu aşamaları temenni etmiyorum. İllaki olacak demiyorum. Ama böyle bir risk söz konusu. Bu yüzden bu süreci iyi yönetmek, Suriye’deki olumlu gelişmeleri fırsata dönüştürerek Suriyelileri memleketlerine dönmeye teşvik etmek gerekir diye düşünüyorum.

Suriyeliler Gider mi?

Esed rejiminin yıkılıp Suriye'de meydana gelen yeni durum sonrası, Suriyeliler memleketlerine döner mi, dönmez mi soruları zaman zaman ikili görüşmelerde soruluyor, TV ekranlarında tartışma konusu oluyor.
Gitmezler bunlar diyen çoğunlukta. Giderler ama çoğu kalır diyenler var. Bunlar giderse sanayi işçi bulamaz. O yüzden hepsi gitmesin diyen sayısı da az değil.
Dersine girdiğim sınıflarda tek tük Suriyeli öğrenci var. Lise talebesi bunlar. Suriye'deki gelişmelerin ardından bunlara Suriye'deki gelişmeleri nasıl gördüklerini sordum.
Gelişmelerle ilgili pek bir bilgileri yok. Küçük yaşta gelmişler. İyi oldu, kötü oldu bile demiyorlar.
Ülkelerine dönme düşüncelerinin olup olmadığını sordum. Bir tanesi bilmem dedi. Bir diğeri, "Evimiz yıkıldı. Gitsek bile evimiz yok. O yüzden gitme düşüncemiz yok" dedi. Bir başkası da "Evimiz yıkıldı. Şimdilik buradayız. Babam bir ara gidecek. Orada duracak. Evi yeniden yaptırınca bizi alacak. Biz o zamana kadar burada okullarımıza devam edeceğiz" dedi.
Görüştüklerim ülkemizde yaşayan tüm Suriyelileri yansıtmasa da gözlemlerimi söylersem, Suriyelilerin büyük çoğunluğu bu ülkede kalır. Çünkü önemli oranı Türk vatandaşlığına geçti.
Çoğu bu ülkede kendi işini açtı.
Önemli bir kısmı maaşlı olarak çalışıyor.
Bu ülkede yaşamaktan memnunlar mı bilmiyorum. Ama memnun olmasalar da iyi kötü işi varsa, aldığı ücret evini geçindiriyorsa, başını sokacak bir ev almışsa veya oturduğu evin kirasını verebiliyorsa pek azı hariç gitmezler.
Niye gitmezler? Çünkü Suriye'ye gitseler, hayata ve her şeye yeniden ve sıfırdan başlayacaklar. Bu ülkeye ilk geldikleri zaman çektikleri sıkıntıyı kendi memleketlerinde yaşayacaklar. Kendi doğup büyüdükleri memleketleri olsa da orada kendilerini iş beklemiyor. Çoğunun evi de yoktur. Varsa da yıkılmıştır.
Çoğu bekle gör modunda olacak.
Ne zaman giderler? İleride Suriye imar edilir, konut sıkıntısı olmaz, istihdam ihtiyacı ve imkanı olursa, iç savaş ve terör olmazsa, oradaki imkanlar buradan fazla olursa, belki o zaman gidebilirler.
Gelişme sonucu ülkelerine dönenler İçişleri Bakanı’nın açıklamasına göre 21 günde 6 bin aile (35 bin kişi) dönmüş. Daha önce Suriye’ye dönenlerin sayısı ortalama 338 iken bu sayı, son gelişmeyle birlikte 1700'e yaklaşmış.
 Öyle zannediyorum, eski gayrimenkullerine birileri çökmesin diye gidiyor gidenler. Bir kısmı da bu ülkede umduğunu bulamayanlar olmalı.
Gidenlerin ne kadarı kalıcı olmak için gidiyor, bunu zaman gösterecek. Umduklarını bulamazlarsa, gidenlerin bir kısmının bir şekilde tekrar geri döneceğini düşünüyorum.

30 Aralık 2024 Pazartesi

Yükselmenin Hududu

•⁠ ⁠IMEI kayıt ücreti, 31.692 TL’den 45.614,20 TL’ye,
•⁠ ⁠3 yıl üzeri pasaport harcı, 7.833 TL’den 11.274 TL’ye,
•⁠ ⁠Yurtdışına çıkış harcı, 500 TL’den 710 TL’ye,
•⁠ ⁠Araç muayene, (otomobil) 1.821,60 TL’den 2.621,80 TL’ye,
•⁠ ⁠Telsiz kullanım ücreti, (aylık) 14,94 TL’den 21,50 TL’ye,
•⁠ ⁠1.6 motor, 1-3 yaş arası MTV, 5.851 TL’den 8.421 TL’ye,
•⁠ ⁠B sınıfı ehliyet harcı, 3.945,40 TL’den 5.678,60 TL’ye,
•⁠ ⁠En düşük trafik cezası, (radar) 1.506 TL’den 2.167 TL’ye,
•⁠ ⁠Gelir vergisi ilk dilimi, 110.000 TL’den 158.000 TL’ye,
•⁠ ⁠Aylık beyanname damga vergisi, 308,30 TL’den 443,70 TL’ye yükseltildi.
Yukarıda yer verdiğim harç, vergi ve ücret listesi Resmi Gazetede yayımlanan 2025 yılına ait vergi zamlarıdır.
Matematik bilginiz iyi ise harç, vergi ve ücret oranlarının ne kadar olduğunu en iyi siz bilirsiniz.
Ben orandan ziyade fiyatların füze gibi havaya yükseldiğini gördüm. Vergi listesinin sonundaki “yükseltildi” fiili de buna işaret eder.
Yükselmek demek göğe yükselmek demek.
İstikbal göklerde değil miydi?
Göğe yükselince arşı âlâyâ da kadar yolu var.
Yükselmenin bedeli olmayacak mı?
Olacak elbet.
Ne de olsa şahlanış dönemindeyiz.
Şahlanırken birileri üzerimize basacak, birileri de yükselecek veya yükseltecek.
O yüzden yükselmekten ve yükseltilmekten korkmamak lazım.
Ne demişler? Yüksel Türk! Senin için yükselmenin hududu yoktur.
Kartallar da yükseklerden uçar. Dipte kalsak daha mı iyiydi?
Maaşlar, ücretler yerlerde sürünüyor diye ayrıca hiç yükselemedik diye vergiler de mi yükselmesin. Bırakın da o bari yükselsin. 
Kıskançlığın zamanı değil.
Lütfen! Bardağa dolu tarafından bakalım.
Ne diyelim? Sebep olan müsebbiplerden Allah razı olsun.

Bir Başarı Hikayesi (4)

Hülasa, sermaye ile başladığı ticaret hayatında büyüdü de büyüdü. Holding sahibi oldu. Çoğu sektörlerde var. Bu noktaya, tırnaklarıyla kazıyarak geldi. Bildim bileli çalışır. Çoğu geceler plan yapmaktan, iş koşturmaktan uyumamıştır. Pandemide yurtlar kapalı olmasına rağmen ayakta kalmayı becermiştir.

İşler nasıl diye sorsam, her defasında şükür der.

Geldiği noktayı, gözü karalığını, başarısını, merdivenleri basamak basamak çıkmasını hep takdir etmişimdir.

Acı tatlı hayatını yaz yaz bitmez. Çünkü bu ömrüne çok şey sığdırdı.

İşte tüm bunlar gözümün önüne sinema şeridi gibi geldi.

Ama o kadar yükün altından alnının akıyla kalkan, anasından doğduğu andan itibaren koşuşturan, gücüne güç katan bu arkadaş, annesinin beklenmedik ölümünü unutamadı. Nasıl unutsun ki. Ana gibi yar olmaz dedikleri bu olsa gerek.

Anasıyla birlikte çıktı bu yola. Her türlü sıkıntıyı birlikte göğüslediler. Duasını hep arkasında hissetti. Tabir yerinde ise çıktığı bu yolda yol arkadaşı idi annesi.

Ama annesi, çok çektin. Artık her şeyi yoluna koydun, gözüm arkada kalmayacak. Benden bu kadar deyip çekip gitti.

Annesinin bu ani ölümüne belli ki hazır değildi. Yanına gidip onu teselli etmek istedim. Sonra da rahatsız etmeyeyim deyip oturup şu metni yazıp kendisine gönderdim:

“Kardeş, kayınvalidem beş yıldır yatalak. Bakım ve her şeyini beş yıldır beş çocuğu günlük sıra ile nöbet tutarak yerine getirir.

Dile kolay beş yıl. Yatan için de zor bakan için de.

Zaman zaman bakımda sıkıntı olsa da güç bela devam ediyor nöbet.

Ölüm temenni edilmez ama kayınvalidemin kurtuluşu ölümdür. Çünkü ayağa kalkacak durumu yok. Mama ile beslenir. Yatağa bağlı olarak odadan dışarı çıkmadığı için geleni gideni tanıyamaz oldu. Hasılı ölü bir ceset gibi.

Çocukları dile getirmese de ölüme sevinilmese de annelerinin ölümüne en fazla çocukları ve kocası sevinecek.

*

Annemin resmi yaşı 85 ama beş altı yaş küçük yazılmış. 90 yaşında var. Aşırı kilo var. Oturduğu yerden tuvalete güç bela gider gelir. Çoğu zaman düşer. Son düşüşünde burnuna beş altı dikiş atıldı.

Hareketsiz olduğu için kabızlık sorunu var. Nefes almada zorlanır, tansiyon, şeker var. Vücudunun her yeri, kemikleri sızlar. Durmadan ağrı kesici iğne yaptırır, krem sürer vücuduna. Günlük bir poşet ilaç kullanır. Sabahtan akşama oturduğu için sıkılıyor. Sıkıldığı için memnun da edemiyoruz.

Üç oğlanın arasında yaşar annem.

Şu anda banyo dışında kendi işini kendi halletse de düşe düşe bir gün annemin de kalkamayacağı beni endişelendiriyor.

Ölümünü temenni etmesem de her fani gibi kayınvalidem de annem de vefat edecek. Ama gönül ister ki yatağa bağlı kalmadan, kimseye yük olmadan, hayattan bezmeden emanetin alınması.

Ben yatağa mahkum olmadan ve kimseye yük olmadan darı bekaya gitmeyi ömrün ve ölümün hayırlı olanı görürüm.

Niyetim sana vaaz vermek değil. Ama toparlanman gerek. Çünkü ölenle ölünmez. Ki annen hayırlı ölümle vefat etti. Daha ayakta iken kimseye yük olmadan gitti. Bir düşün yatağa mahkum olmasını.

Sen, her zaman yanında olan annenin duasını bol bol aldın ki Allah sana yürü ya kulum dedi. Elindeki imkanlar dolayısıyla annen de hiç maddi sıkıntı çekmedi. Evlatlık görevini en iyi şekilde yerine getirdin. Annen senin başarılarını gördükçe seninle hep gurur duymuştur. Nereden nereye demiştir.

Giderken de gözü arkada gitmemiştir. Çünkü oğlu işinde gücünde. Çoluk çocuk sahibi oldu. Sizin mutluluklarınıza şahit oldu.

Şimdi dönse, senin kendi ölümünü atlatamadığını görse annen bu duruma çok üzülür. Onu üzmemek için kendini toparlaman ve işine yoğunlaşman gerek.

Geçen telefonla görüştükten sonra durumun beni üzmüştür. Bu yazdıklarımı yüzüne sohbet arasında söylemek isterdim. Rahatsız etmemek için yazmaya karar verdim. Hangi konuda ihtiyaç duyarsan, elimden geleni yaparım.

Toparlaman, hem anneni hem de beni memnun edecektir.

Bir piknik dönüşü sizin evde kalmıştım. Fatma Teyze mükellef bir kahvaltı sofrası hazırlamış., birlikte kahvaltı yapmıştık. Hiç unutamam. Ellerine sağlık. 

Allah, annene rahmet eylesin. Size sabırlar versin. 

Baki selam”.

Bir Başarı Hikayesi (3)

Kayseri'den Konya'ya geçiş yaptım. Konya'da okula devam ediyorum. Babasının gelip benden aylık 50 lira alacaksın vebaline rağmen arkadaşımın evine bir daha gitmedim. Aylar sonra arkadaşım beni buldu. Şu kadar aylık paran birikti. Babam bana verdi deyip söz verilen burs toplamını vermişti.

Arkadaşın annesiyle babası ayrıldı. Babası arkadaşıma, "Annen mi, ben mi? Tercihini yap" demiş. Arkadaş da annem diyerek ceketini alıp evden çıkar.

Bir hafta kadar annesiyle birlikte bir arkadaşının evinde misafir olur. Daha fazla kalamaz.

Güç bela bir ev tutar kiralık. Ev tutmakla iş bitmez. Eve eşya lazım. Bir şekilde halledilir. Bir hafta on gün kadar perde yerine camları yer sofrasıyla kapatırlar. Bu kadar zor durumda olduğunu bilmiyordum. Çünkü belli etmezdi. Taziyede fırsat bulup anlatmıştı.

Ev tutmakla iş bitmez. İş de lazım. Birinden bin mark borç alır. Bu paraya bir Anadol satın alır. Bunun arkasını açtırarak pikap yapar. Pazarların girişine, çıkışına birer eleman bulmak suretiyle yumurta satmaya başlar.

Araba eski olduğu için çoğu zaman yolda kalmıştır.

Ticarete bu şekil yumurta satma işiyle atılır. Bu işi de tek kuruş sermayesi olmadan yapar. Çünkü babadan tek kuruş faydalanmadı. Bir ara babamın bana faydası, "Yumurtacı arkadaşlarından toptan veresiye yumurta aldım. Bunları sattıktan sonra borçlarımı ödedim" demişti.

Pazarlarda yumurta satmakla başladığı ticaretini geliştirir. İthalat ve ihracat işine de girer.

Doksanlı yıllar sanırım. Askeriyenin kuru bakliyat ihalesine girer. Her yıl bu ihaleye bir kişi girer, ihale de onda kalırmış. Arkadaşı çekil diye tehdit ederler. Çekilmezsen ihale sende kalsa bile teminatı yaktırırız denir. Arkadaş, buna pabuç bırakmaz. İhalede en uygun teklifi verir ama dendiği gibi ihalesi iptal edilir, teminat olarak yatırdığı 90 bin de (milyon da olabilir. 90'lı yıllar) yanar.

Bir ara yurtdışından ikinci el araba getirip piyasaya sürdü. Tüp beyni getirtti.

Yüksek öğretim kız ve erkek öğrenci sektörüne girdi. Konya, Ankara, Aksaray, İstanbul olmak üzere 30’a yakın yurt işletiyor.

Pandemide temizlik ve sağlık sektörüne de girdi.

Pazar hariç Konya, Aksaray ve Karaman bölge gazetesi çıkarmakta.

Bir ara evin nerede, nerede oturuyorsun diye sordum. Hangisini soruyorsun dedi.

Çoğu yıl aramızda yaptığımız sınıf toplantısına ev sahipliği yapmakta.

Her ramazan ayında Konya eşrafına, çalışanlarına, eş ve dostuna iftar vermekte.

2005 yılında Adana'dan Konya'ya dönüş yaptığımda bir arkadaş, "Kirada oturmaktansa sana bir ev satın alalım" dedi. Ben bir ev buldum. Arkadaş, diğer sınıf arkadaşlarından 1, 2, 3 biner lira borç buldu. Bu arkadaştan da istemiş. 2000 lira vermiş. Bin lirası ev hediyem demiş.

Gazetesinde, kendisinin ısrarıyla 2009'dan beri haftada 3-4 gün yazıyorum. Bir gün aradı, gazeteciler için Bakan bey, TOKİ evleri yapacak. Bir tanesi de senin dedi. 2+1 evim çıktı. Ödemesini yapıp tapusunu aldım. Sayesinde ikinci bir evim oldu.

Yaptığı dokunuşlarını ve desteklerini unutamam. (Devam edecek)